Acaba kamuoyunun yüzde kaçı, iç güvenlik sorunları bakımından yeni yıla daha umutla ve güvenle bakabilmektedir? Cevap verirken yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde risk ve tehdit tanımlarına getirilen “daha demokratik” yaklaşımları unutmayalım. “Hamdolsun” irtica artık tehdit olmaktan da çıktı. Üstelik her alanda olduğu gibi iç güvenlikte risk ve tehdit tanımlarında da ezber bozulmaktadır. Bütün bunlar gelecek günlere umut ve güvenle bakmak için yetmez mi?
Ancak her gün bir yenisi ortaya çıkan ve kod adlarını hatırlamakta zorlandığımız yeni soruşturmalar ile açılan davalar çerçevesinde kamplaşmaların derinleştiğini nereye kadar göz ardı edebiliriz? Bunlar toplumsal barış için bilinenlerin ötesinde yeni risk ve tehdit değil midir?
“Demokratik Açılım Süreci”nin kapısını araladığı ana dilde eğitimle başlayan, bölücü terör örgütünün gölgesinde olmazsa olmaz mertebesine yerleşen “Demokratik Özerklik” taleplerinin kopardığı fırtınalar önümüzdeki seçimlere kadar tozu dumana katacak gibi görünmektedir.
Ayrıca bugünlerin ”eylemsizlik” mi yoksa kanlı eylemlerin hazırlık süreci mi olduğu Mart ayından itibaren ortaya çıkacaktır.
Laik-anti laik ayrışmasının yanında, Alevi-Sünni, Türk-Kürt ayrımcılığı, Yahudi ve Ermeni düşmanlığı çığ gibi artarken, işsizlik ve yoksulluk, ister teğet isterse delerek geçsin ekonomik sorunlar, TSK ve Yargının etkisizleştirilmesi ve itibarsızlaştırılması, adli ve idari çatışmalar iç güvenliğimize yönelik risk ve tehditleri çeşitlendirmekte ve tırmandırmaktadır.
Toplumsal hayatımızda sevgi, saygı, hoşgörü ve dayanışmanın yerine şüphe ve güvensizlik ile kimlik bulan ayrışma ve ayrımcılık 2010 yılı içinde ağırlık kazanmıştır. Bu saptamalar için o kadarı da fazla diyenler olabileceği gibi, yaşadıkları haksızlıkları, dışlanmaları ve sefaletleri bir çırpıda sıralayanlar da gün ve gün çığ gibi artmaktadır. Ama hangi gerekçe ile olursa olsun peşinen 2011’e 2010’a göre daha umutla giriyorum diyebilmek için, her halde aklın önüne dogmaların geçmesi gerekir.
Ön yargıların esiri olmadan 2011’de Türkiye’yi bekleyen iç sorunların arkasındaki yönlendiricileri etkenleri bulmak için; ön alarak sorgulamak ve akıl yürütmek daha sağlıklı bir yaklaşım olabilir. Ama bu sorgulamanın kurgusal savlar üzerinden yapılması, ön yargıların esiri olma riskini de beraberinde getirebilir.
O halde dogmalardan uzak, “evet” veya “hayır” ile cevaplanabilecek; basit, somut ve anlaşılabilir sorularla Türkiye’deki durum tanımlanmalıdır.
Bunun için hiçbir zaman aldatamayacağımız ve yalan söyleyemeyeceğimiz vicdanımızla baş başa kalalım. Türkiye’nin öznesi olduğu aşağıdaki on iki soruyu ister yaşadıklarımız, duyduklarımız, isterse bugüne kadar oluşan bilgi, görgü ve birikimlerimiz ile algılarımızın ışığında sadece “evet” veya “hayır” ile yanıtlayalım.
Türkiye’de;
1. Toplumun her kesiminde giderek artan ve katlanan sosyal baskılar; “mahalle baskısı” var mıdır?
2. Belli başlı büyük şehirlere göç eden ve yerinden edilmiş kitlelerin, boşaltılmış köylerin yarattığı karmaşık acil insani ve sosyal yardım gerektiren sorunlar var mıdır?
3. Ülke içinde intikam arayışında gruplar var mıdır? Bu grupların beraberinde getirdikleri toplu kin ve nefret paranoyası var mıdır?
4. Başka ülkelerde yeni bir hayat kurmaya, sürekli ve devamlı olarak ülkeden ayrılmaya hazır gruplar var mıdır?
5. Etnik, sosyal, kültürel ve dini gruplar ile bölgeler arasında eşitsizlik ve eşit olmayan ekonomik kalkınma seviyesi var mıdır?
6. Sert veya ciddi ekonomik düşüş ve gerileme ile ekonomide durgunluk korkusu var mıdır?
7. Devlet sisteminin suç örgütüne dönüşmesi veya yaygınlaşması, meşruiyetinin bozulması emareleri var mıdır?
8. Kamu ve devlet hizmetlerinde giderek kötüleşme var mıdır?
9. Hukukun üstünlüğünün askıya alınması veya keyfi şekilde uygulanması ile insan hakları ihlallerinin yaygınlaşması korkusu var mıdır?
10. Güvenlik organlarının “derin devlete” dönüşmesi kuşkusu var mıdır?
11. Elitler arasında gruplaşmalarda artış var mıdır?
12. Diğer devletler veya dış politik güçler tarafından müdahale veya kuşkusu var mıdır?
Eğer bu sorulara cevap “hayır” ise, her “hayır”da “Hayırlar” vardır. Türkiye’nin gönenci, iç barışı ve güvenliği bakımından geleceğe umutla bakmak mümkündür. Ancak cevaplar ağırlıklı olarak “evet” ise, gidişatı hayra yorabilmek için dogmaların, ön yargıların ve kategorik saplantıların, partizanlığın, akıl ve mantığın önüne geçmesi gerekir.
2011 yılının sonunda daha da kötü günler yerine, geleceğe daha büyük umutlarla bakan, barış ve özgürlük içinde, aş iş sorunu olmayan bireylerin olduğu bir ülkede yaşamak ortak hedef ise; öncelikle “evet” cevaplarını “hayır”a dönüştürebilecek somut adımlar ortak akılla, cesaretle ve gönül birliği içinde atılmalı; “nüanslar” üzerinden siyaset yerine, Cumhuriyetin temel değerleri etrafında bu sorunlara çözümler hayata geçirilmelidir.
Demokratik tercihler ve akıl dogmalara kurban edilir, küçük oy hesapları, rant ve ikbal beklentileri “evet” cevaplarına ve çözümlerin ötelenmesine galebe çalarsa gün gelir “başımıza gelenleri” yazacak Mehmed Arif’leri dahi bulamayız.
(07.01.2011)