Türkiye’ de, 78 Baroya bağlı, yaklaşık 70.000 avukat bulunuyor. Bu sayının 26.500 kadarını İstanbul Barosuna kayıtlı avukatlar oluşturuyor. Sayı bakımından Dünyanın en büyük baroları arasında bulunan İstanbul Barosunun, biraz gecikerek, bu hafta sonu (6-7 Kasım) yapılacak genel kongresi nedeniyle baroların işlevine değinmek istiyoruz.
Avukatlık Yasasında, barolar, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları olarak tanımlanmışlardır. Avukatlık Yasasının 76. Maddesine göre baroların ana olarak iki tür görevi bulunmaktadır:
A) Meslek mensuplarının (avukatların) her türlü ihtiyaçlarını karşılamak (mesleki çalışmalar)
B) Hukukun üstünlüğünü savunmak ve korumak (toplumsal çalışmalar)
AVUKATLIĞIN DÖNÜŞÜMÜ
Barolar bir meslek örgütüdür. Barolar, öncelikle avukatlığa ilişkin sorunlar konusunda çözümler üretmek, bu çözümlerin hayata geçmesi için çalışmalar yapmak zorundadır. Avukatlığın onlarca başlıkta toplanacak sorunları arasından belki de en önemlisi, meslekte yaşanan değişim ve dönüşümün yarattığı sorunlardır. Avukatlık, son yıllarda yaşanan toplumsal değişim ve dönüşümlerden büyük ölçüde etkilenmiş ve nitelik değiştirmiştir. Klasik anlamıyla bir savunma mesleği olarak bilinen avukatlık, küreselleşmenin yarattığı etkileşimler sonucu gelişen ulusal üstü hukuk ve sözleşmeler hukuku çerçevesinde, klasik hukukçu niteliğinden uzaklaşarak, hukuk teknisyenliğine dönüştü. Özellikle, uluslararası sermayenin ihtiyaç duyduğu sözleşmeler ve idari düzenlemeler alanında çalışan hukuk bürolarındaki avukatlar, önlerine konulan işle sınırlı olarak düşünen, kendilerine verilen işi yapıp parasını alan bir eleman haline gelerek, klasik avukatlığın “kamusal” niteliğinden, halkın ve kamunun sözcüleri olma özelliğinden ve adalet değerinden uzaklaşarak birer hukuk teknisyeni oldular. Benzer bir sorun, icra hukuku alanında çalışan çok sayıda genç avukatın hukukçu kimliğinden uzak, “tahsilata” yönelik işlerle ilgilenmek zorunda kalması sonucu da ortaya çıkmıştır. Avukatı bağımlı hale getiren ve işçileştiren, avukatlığı kamusal hizmet niteliğinden uzaklaştıran bu gelişmeler karşısında Baroların, meslekteki kaçınılmaz nitelik değişim ve dönüşümünü doğru değerlendirerek, soruna çözüm üretme zorunluluğu bulunmaktadır.
HUKUKUN ARAÇSALLAŞMASI
Modern hukuk, insanı, hukukun kaynağı ve ölçüsü haline getirmiştir.
Hukukun özü, insan hak ve özgürlüklerinin, insanlık onurunun korunmasıdır. Hukuk, insanların özgürlük, eşitlik ve güvenlik ihtiyaçlarına cevap vermek zorundadır. Bu, adaletin yerine getirilmesi olarak da tanımlanabilir. İnsan hak ve özgürlükleri sadece bireysel hakları değil, çıkar gruplarının haklarını, toplumsal yararı da kapsar. Gerek bireysel haklar alanına, gerekse çıkar gruplarının hak alanına müdahale ise ancak, daha üst, daha büyük bir yarar adına yapılabilir. Bunun adı kamusal yarardır. Günümüzde, kamusal yararın ne olduğuna, bireysel haklarla kamu yararının çatışması halinde, kamusal yararının çiğnenip çiğnenmediğine kimin karar vereceği sorun haline gelmiştir. Siyasal iktidar veya onun içinden çıktığı yasama organının, böyle bir kararı verirken nesnel ve evrensel davranması mümkün görülmediğinden, bir hukuk devletinde, bu kararı yargı organının verebileceği öngörülmüştür. Böyle bir kabul, hukukun özerkleşmesini, özerk (tarafsız ve bağımsız) bir kurum olarak örgütlenmesini gerektirmiştir. Hukuk düzeninin özerkliği, adalet ölçütünü kendisine ilke edinmesinden ve insanlığın ürettiği değerlerle bağ kurmak zorunluluğundan da kaynaklanır. Hukuk düzeni toplumsal düzenle özdeş bir görüntü verse de, hukuka toplumsal bir değer olma özelliğini ve hukuka olan güven duygusunu, edinilen yapısal özerkliği sağlar.
Hukuk, toplumsal düzenle iç içe geçmiş bir sistem demektir. Kuşkusuz bu sistemi, devleti yöneten iradeden ayrı düşünmek pratikte mümkün olmamaktadır. Küreselleşmenin, Dünyayı tek kutuplu bir hale dönüştürüp, ulus devletin değerleri olarak ortaya çıkan tüm değerleri, bu arada demokratik devlet ve hukuk devleti kavramlarını uluslararası sermayenin hedef ve çıkarlarına göre şekillendirmeye çalıştığı biliniyor. Bunun sonucu olarak gelinen yeni aşamada, demokrasi ve hukuk toplumsal bir değer olmaktan uzaklaşarak özerkliğini büyük ölçüde yitirdi ve araçsallaştı. Modernite, ulus devletin doğuşunu ve sistematiğini (hukukunu) nasıl yarattıysa, küreselleşme de, aynı şekilde yeni bir hukuk anlayışını yaratarak ulusal devletlere bunu dayattı. Bu nedenle, günümüzde yargı alanında olup bitenlere baktığımızda, hukukun adalet ilkelerine, insan haklarına değil, iktidarın amaçlarına hizmet eder hale geldiğini görmemiz şaşırtıcı olmuyor.
Böyle bir ortamda, hukuku koruyacak olan onun yapısallığıdır. Hukuksal yapısallık, sadece mahkemeler örgütü olarak algılanırsa, toplumdan kopuk ve her türlü dış müdahaleye açık bir görüntü ister istemez ortaya çıkıyor. Türkiye’de, son zamanlarda hukuka yapılan saldırılar karşısında, hukukun ne derecede korumasız olduğunun görülmesi bundandır. Oysa hukuk düzenin asıl sahibi, toplumun kendisi olmalıdır. İşte bu noktada, özerk hukuk yapısıyla toplum arasındaki ilişkiyi sağlayacak tek kurumsal yapının barolar olduğu, olması gerektiği gerçeği karşımıza çıkıyor. Barolar, hukuk düzeni ile toplum arasındaki ilişkide aracı olma sorumluluğundan kaçınamazlar. Hukuku toplum adına koruma ve kollama görevi, baroların varlık nedenidir. Aksi tutum, baroların kendilerini inkâr anlamındadır.
Ancak barolarımızın Ülkede olup bitenler karşısındaki suskun tavırları, hatta hukuk ağır darbeler alırken kimi baroların ellerini ovuşturmaları karşısında, Baroların, avukatlara ve topluma karşı görevlerini yerine getirebilmesi için yeni bir yapılanmaya gereksinim duydukları ortaya çıkmaktadır.
Yeni yapılanmanın üzerine oturtulacağı temel ilke, ‘hukukçu’ kitlenin, hukukun üstünlüğünün temel değerlerinde anlaşıyor olmasının sağlanmasıdır. Bu nedenle, kurum olarak baroların entelektüel kapasitesinin artırılması, toplumun ve avukatların hukuksal bilinç eksikliğinin giderilmesi, barolara görev olarak düşüyor. Bir başka gereksinim, barolarda yaşanan kurumsal uyuşukluğun yenilmesi sorunudur. Bunun için barolarda, katılımcılığın sistematik olarak sağlanacağı bir yapının gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Baronun hukuka, avukatın baroya olan yabancılaşmasını ortadan kaldıracak yol ve yöntemlerin bulunması da çözülmesi gereken sorunlar arasındadır.
Ancak bu yolla hukuksal sorunları çözme yeteneği olan bir baro yapısı oluşturulabilir ve böyle bir baro, günümüzde ihtiyaç duyulan hukuk güvenliğini sağlamada, adil yargılamanın önündeki engelleri aşmada ve tarafsız ve bağımsız bir yargı sisteminin kurulup işlemesinde, topluma yardımcı olabilir.
Av. Başar YALTI
İstanbul Barosu