TIME Dergisinin yılın insanı seçtiği “Protestocu” için kapağında kullandığı resimden çıka çıka bir Amerikalı çıktı. Bir Arap protestocunun resmini bekleyenler için sürpriz olsa da anlaşılan patent sahiplerinin, “Arap Baharı”nın patentini kimseye kaptırmaya niyetleri yok.
Kim ne derse desin “Arap Baharı”, Türkiye’nin de “Eş Başkanlığı"nı üstlendiği Büyük Ortadoğu Projesi(BOP)’nin örtülü medyatik adıdır artık. Arap Baharı Tunus’ta fitillenen ateş ile adım adım hayata geçmektedir. Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidara yakındır. Ancak hem iktidar hem de politik güçler fiilen Mısır Ordusunun kontrolüne geçmiştir. Ordu kontrolündeki demokratik(!) Mısır’ın, bölgede lider ülke olarak bağımsız politika uygulama olanağı kalmamıştır.
İran’ı desteklemesi en muhtemel Arap Lideri Kaddafi, şimdiden tarihin tozlu sayfalarında kötü bir şekilde yerini almıştır. Libyalı muhalif gruplar birbirini yemeğe başlasa da, demokrasi ve özgürlük havarileri için şimdi sokaklarda dökülen kanın hiç de önemi yok, kılları dahi kıpırdamıyor. Varsa yoksa Libya’nın zengin petrol kaynakları.
Suriye’deki gelişmelerin Mısır ile paralellik içinde ki tek farkı; ihalenin Türkiye’nin üzerinde kalmış olması. Ancak bir taraftan da Arap Baharı ülkelerine “Model” olarak pompalanan Türkiye’de durumlar hiç de iç açıcı değil.
Türkiye bölgesinde toplanan savaş bulutlarını görmediği gibi, hem daha dün ortak bakanlar kurulu toplandığı Suriye ile hem de uğruna BM ve NATO’yu karşısına aldığı İran’la kanlı bıçaklı. İsrail’den Yunanistan’a, Ermenistan’dan GKRY’ye kadar “sıfır sorun” derken, şimdi kendini aynı ülkelerle sorunlar sarmalına kaptırmaktan kendini alamayacaktır.
İçeride ise terör hızla tırmanıyor. Bu yetmiyormuş gibi bir de politik, etnik ve mezhepsel kamplaşmalar ile ön yargıların esaretindeki Türkiye, tarihi ile yüzleşmeye çalışıyor.
Ama asıl görülmesi gereken yurtiçinde ve dışında keskinleşen safların arkasındaki hesaptır. Bu hesapların ne kadar farkındayız? Acaba ”BOP” mimarlarının “model ülke” diye pazarlamaya çalıştıkları Türkiye, hangi Türkiye’dir?
Eğer Atatürk ilkeleri ve cumhuriyetin kurucu felsefesi ışığında çağdaş demokratik kıstasları benimsemiş bir Türkiye aranan model ise; o halde “ılımlı İslam” nereden çıktı?
Görünen odur ki; Atatürk ilkeleri ve cumhuriyetin kurucu felsefesi bu proje için en büyük engel, ama Ilımlı İslam ile soslanmış bir Türkiye ise, bu projenin harcıdır. AKP ile özdeşleştirilen Türkiye’nin, “Arap Baharı” ülkelerine model olarak pazarlanmaya çalışıldığına bakılırsa yabana atılacak bir iddia değildir. Ancak “Model Türkiye”, adeta çağdaş Türkiye Cumhuriyetinin “Sonbaharı” üzerinden kurulmaya çalışılmaktadır.
Yargının yeniden şekillendirilmesi ve TSK’nın itibarsızlaştırılması bu sürecin somut adımlarıdır. “Molla” veya “Mele” tartışmaları ise, artık Atatürk ilkeleri ve Cumhuriyetin kurucu felsefesinin tabutuna son çiviyi çakma hareketidir. Büyük resmin oluşması için geriye sivil toplum güç odaklarının silinmesi veya etkisizleştirilmesi kalmıştır. Bunu da “sustukça” bir bir sırası gelenlerin kapısı sabahın köründe çalındıkça somut bir şekilde maalesef görülecektir.
İşte ayak seslerini duyduğumuz “Ilımlı İslam” kimliği ile Türkiye ne yapabilir? Türkiye’yi neler beklemektedir. Önce şunu hemen kaydedelim; Sayın Başbakanın altını çizdiği gibi bu işin Ilımlısı olmaz, İslam İslam’dır.
O halde “Ilımlı İslam” olsa olsa bir yutturmacadır. Türkiye de bu yutturmaca ile bırakın “Model Ülke” veya “Yükselen Güç” olmayı sadece ve sadece parçalanmış bir mozaiğin artıkları olarak tarihte kendisine yer edinecektir.
Neden mi? Çok basit; Fizikte daha ilköğretim sıralarında öğrendiğimiz temel kural; farklı kutupların birbirini çektiği, aynı kutupların ise ittiğidir.
“İslam” kimliği ile öne çıkan Türkiye Cumhuriyeti, bölgedeki diğer “İslam” kimliği ile öne çıkan Arap ülkelerine daha çok benzeyecektir. Araplaşan bir Türkiye, bu ülkelerin genç nüfuslarına nasıl bir çekim noktası ve cazibe merkezi olabilecektir. Benzeşmenin iticiliğinin önüne geçmek mümkün değildir. Buna karşılık Türkiye’nin bölgedeki çekim gücü; Laik, sosyal hukuk devleti nitelikleri ile yarattığı farklılığa dayanmakta, diğer Müslüman ülkelere göre sosyal ve kültürel alandaki çağdaş farklılığından kaynaklanmaktadır.
Diğer taraftan “Ilımlı İslam” ile eş zamanlı olarak ezberimize sokulan, Türkiye’nin “kültürler mozaiği” olduğu önermesini de göz ardı edemeyiz. Acaba ABD mi mozaiktir yoksa Türkiye mi?
Şunun şurasında tarih sahnesinde 18nci yüzyılın sonuna doğru yer alan ABD, neden kendisi için “Eritme Potası”(melting pot) kavramını kullanmakta ısrar ederken, binlerce yıllık geçmişi olan Anadolu’daki halklara kültürler mozaikliğini yakıştırmaktadır.
Hiç anlaşılır değil(!) değil mi? Yine de mozaik üzerinden değerlendirmeye devam edelim. Türkiye’yi bir mozaik olarak kabul edersek, harcı nedir? Yüzyıla yakın bu ülkeyi ayakta tutan, Atatürk ilkeleri ve Cumhuriyetin kuruluş felsefesi ile temel değerleri değil midir?
Ama son yıllarda mozaiği meydana getiren unsurlar, artık teker teker bu mozaiğin harcı olan Cumhuriyetin kuruluş felsefesini ve temel değerlerini sorgulamaya başlamışlardır. Düşünen özgür toplumlar sorgular ve burada korkulacak hiçbir şey yoktur.
Ancak etnik ve dinsel dogmalar üzerinden akıl tutulması içinde sorgulama sürerse, bu mozaiğe can veren, zenginliğini görselleştiren harç daha ne kadar görevini yapabilecektir.
İşte “Ilımlı İslam” Modelinin Türkiye’ye giydirilmesinin ardında yatan gerçek budur. Ancak “harç bitti yapı paydos” dendiğinde ise; bırakın “Model Ülke” ve “Yükselen Güç” olmayı ne mozaik kalır, ne de onu oluşturan harç.