Türkiye Versiyon 3:0 diyorlar (Kemal Öztürk, Yeni Şafak, 04.11.2015). AKP’nin “merkez yayın”larından olan gazetenin yazarı 2002 ayarlarına geri dönmenin doğru olmadığını düşünüyor. Ona göre sistem (Türkiye) yazılımını (anayasa), donanımını (kurumsallaşma) ve sistem güvenliğini (adalet, denetim ve güvenlik) yenilemeli.*
Çokça yazıldı. AKP cenahı 1 Kasım’da bir dönemin kapandığını söylüyor. O da “Gezi” parantezinin kapanması. Gezi ile eski Türkiye’nin tasfiye edilip, yeni Türkiye’nin inşa sürecini engellemek isteyen güçler sokakları harekete geçirmişti. Buna 17- 25 Aralık operasyonları ile de devam edilmişti. Falan filan. Tez bu. 1 Kasım seçimleri ile birlikte de dengeler yeniden dizayn edilmiş oldu. Gezi süreciyle açılan parantez kapatıldı ve yeni Türkiye’nin startı (tekrar) verildi!
Şimdi sırada esas parantezin kapatılması var. Cumhuriyet parantezinin kapatılması: Haçlı Savaşları Anadolu Selçuklu devleti, Moğol İstilası Osmanlı, Birinci Dünya Savaşı Cumhuriyet… Devam eden süreç… 20. yüzyıl bizim için dondurulmuş bir tarihti ve buzlar çözüldü. Cumhuriyet bir geçiş süreciydi. Yeni sıçramağa ramak kala bu kadar büyük saldırıların bize yönelmesi yüzyılların hesabıdır. İşte şimdi biz bu hesabı yapanların defterini dürüyoruz, yirminci yüzyıl parantezini kapatıyoruz. Yeni bir tarih başlıyor. Büyük oyuncu geri döndü. Tarih değiştirecek bu iradeye sahip çıkmak boynumuzun borcudur… (İbrahim Karagül, Yeni Şafak, 11.11.2015).
AKP’nin önümüzdeki yıllara ilişkin izleyeceği yol, siyaseti net. Bizim havada asılı duran sistemin ayaklarının yere bastırılması dediğimiz durumdur bu. İkinci Cumhuriyetin yerleştirilmesi çabasıdır. 1 Kasım seçimleri sonrası daha da fazla rahatça yazmaya çizmeye başladılar.
Peki, 1 Kasım’ın sonuçlarına bakıp düzen güçlerinin kendi aralarında sürdürdükleri kavgayı sonlandırdığı söylenebilir mi? Kavganın şu anda ertelendiği görülmekte. Seçimlerin hemen sonrasında “iş dünyası”ndan gelen “uzlaşma” ve “hukuk devleti” mesajları, buna AKP cephesinin verdiği yanıtlar, bir süre boyunca “uzlaşma” arayışlarının süreceğini göstermektedir. Bundan muaf tek yapının ise Fethullah Gülen Cemaati olacağı anlaşılıyor. AKP iktidarı Cemaati bitirmek üzere sonuna kadar gidecektir. (Bunun varacağı yerin Fethullah Gülen’in ABD tarafından iadesi olacağına ilişkin en azından bugün için hiçbir veri bulunmamaktadır. Bu oldukça zordur. Ama T.C. sınırları içerisinde “beyaz bayrak” çekilene kadar gidileceği görülüyor.)
Uzlaşma arayışları bir yere bağlanır mı (bu İkinci Cumhuriyet’tir) yoksa yollar tekrar çatallanır mı (bu ise AKP’nin tekrardan “bağımsız” davranma çabasıdır), buna ilişkin bugünden söylenecekler falcılık olur. Ancak AKP ile sermaye sınıfı arasındaki “uzlaşma” arayışının gerçek olduğunu en azından bugün için tarafların takiye yapmadıklarını söyleyebiliriz. Bunun yanında yazılarından alıntılar yaptığımız AKP kalemşorlarının ortaya döktükleri ile sermaye sınıfı (ve emperyalizm) arasında tekrardan bir uyumsuzluk ortaya çıkar mı, buna da bugünden açık çek verilemez. Ancak şunu söyleyebiliriz ki, patlayan her bomba düzen güçleri arasındaki uyumsuzluğu minimize etmektedir.
Olası konsensüsün bağlanacağı yer ise AKP tarafından daha seçim akşamı ilan edilmişti: “Yerli ve milli bir anayasa.”
Şimdi önümüzde başkanlık meselesinin öne çıktığı bir anayasa tartışması var. Ancak ne anayasa tartışmaları başkanlıktan ibaret ne de önümüzdeki dönem tek başına anayasa tartışmalarından ibaret. Esas olarak gericiliğin hukuku yaratılıyor. Evrim Şenöz’ün Manifesto’da dün yayınlanan yazısı bu tartışmaya giriş anlamında önemli. Burada tekrarlamayacağım. Ancak “özgürlük” adına dinselleşmenin kurumsallaştırılmasının tamamlanacağı, köküne kibrit suyu dökülen kamuculuğun tamamen unutturulmaya çalışılacağı bir tartışma sürecine girildiği görülmeli. Anayasa tartışmalarının (esas olarak) bu yönü atlanmamalı.
Peki, bunu kim yapacak?
Farkındayım, şimdiye kadar solun olmadığı bir tablo anlattım. Bu tabloya ancak güçlü bir sol müdahale edebilir. Ancak solun olması da yetmiyor. Aklını bağımsızlaştırabilmiş bir sol gerekiyor. Aksi durumda bir kez daha “12 Eylül Anayasası’ndan kurtulma” ve “sivilleşme” masallarına teslim olunacaktır. Bu solun sinyallerini de bugünden çokça almaya başladık.
Hem bu kez daha “güçlü” ve “dokunulmaz” argümanlar kullanılmakta: Halkın yönetimde söz sahibi olması, bunun toplumun tüm alanlarına yayılması. Evet, aynen böyle ifade ediliyor. Yazılanların çizilenlerin sosyalist bir iktidarda halkın yönetime katılmasına dair bir tartışma olduğunu düşünmeyin. Hemen önümüzdeki günlere dair politika belirlemeye dair yaklaşımlar bunlar. Görünen köy kılavuz istemiyor, solun bir kısmı anayasa tartışmalarına Kürt siyasetinin taleplerini başa koyarak girecek. Laiklik, kamuculuk hak getire.
Bunun adı yetmez ama evettir. Yetmez ama evet ise evettir.
Gezi Direnişi ile AKP’ye karşı bir mücadele dönemi başladığını söyledikten sonra bunun ardından gelen üç seçimde kendisini sandık yoluyla ifade etmeye çalıştığını söyleyen (aynen böyle ifade edilmektedir) solun geleceği noktanın burası olması kaçınılmazdır.
Seçimlerden önce, AKP’yi hatta yalnızca sarayı karşıya alan stratejinin kendisinin bütünlüklü bir politik hattın içerisine yerleştirilmemesi halinde sonuçsuz kalınacağını, sermaye iktidarının bir bütün olarak doğrudan karşıya alındığı bir mücadele hattının örülmesi gerektiğini söylemiştik. Bu yaklaşım doğrulanmıştır. Şimdi ise ete kemiğe bürünmeli, solun (bir kez daha) düzen içi çözümlere hapsolması engellenmelidir.**
* Yazarın açtığı başkaca bir tartışmayı sonraya bırakıyorum: Neden ‘2.0’ değil de, ‘3.0’ diye aklınızdan geçmiştir. Sanırım 2. Cumhuriyet tartışmalarından sonra, artık yeni bir şey söylemek gerekiyor. Türkiye, 2. Cumhuriyet taleplerini de aşan, bölgesel ve küresel ihtiyaçları olan bir ülke haline geldi. Bu nedenle tüm ülke insanlarının mutlu olacağı, herkesin ihtiyacını karşılayacak ve dünyada söz sahibi olacak bir sistem anlamına geliyor ‘Türkiye Versiyon 3:0’.
** Yıldızları nereye koyacağımı bilemedim. Bu nedenle yazının sonuna koydum. Çünkü burada değineceklerim doğrudan yazının konusu ile ilgili değil. Ancak düşünce sistematiğinin nasıl değişebildiğine ilişkin bir örnek olduğu için paylaşmak istiyorum. Sosyalist bir haber sitesi Susurluk’un yıldönümünde bir haber yapıyor ve başlığını “Susurluk 19. yılında AKP ile devam ediyor” diye koyuyor. Buraya kadar bir sorun yok. Peki, bunu kime söyletiyor? “Sürekli Aydınlık için Bir Dakika Karanlık” eylemlerinin sözcüsü olduğunu belirttiği Avukat Ergin Cinmen’e. Haberde Susurluk Skandalı’nın ortaya çıkmasından sonra, kamuoyunun yoğun bir biçimde devlet-siyaset- mafya üçgeninde yasadışı ilişkilerin ortaya çıkartılmasını talep ettiğinden, skandaldan sonra düzenlenen “Sürekli Aydınlık için Bir Dakika Karanlık” eylemleriyle üstü örtülmeye çalışılan ilişkilere dikkat çekildiğinden bahsediliyor. Tamam da, bu mu yani? O dönem de sol ile liberaller arasında yaşanan tartışma bu mu idi? Solun yapmaya çalıştığı (esas olarak) üstü örtülmeye çalışılan ilişkilere dikkat çekilmesi mi idi? Gerek görüş alınan kişi gerekse haberin dili ilginç olmuş gerçekten!
http://gazetemanifesto.com/2015/11/16/evet-yetmez-ama-evet-ama-evet/