Av. Erdem Oktar
Hâlihazırdaki müvekkillerime ve müstakbel müvekkillere açık mektubumdur:
Efendim, biz de bir insan evladıyız. İlkel de olsa komünal bir toplumda yaşamadığımızdan dolayı, yaşamımızı idame ettirmek için uzunca bir süredir tedavülde olan şeye haliyle ihtiyaç duymaktayız. Ben istemez miyim vurduğum geyiği akşam kabileme gururla sunup hep birlikte tüketelim, sonra da keyiften bir ateş dansı yapalım? Ben istemez miyim birlikte meyve toplayıp ne kadarını kurutacağımız ne kadarını taze taze yiyeceğimiz yönünde sevimli tartışmalar yapayım? Ben istemez miyim çadırım olmadığı için kabile fertlerince elbirliği ile bir çadır inşa edilsin ve benden hiç kira istenmesin? Avladığım bıldırcından vergi kesilmesinin ne anlama geldiğini bilmeyecek kadar değişik bir hayat tarzına sahip olmayı ben istemez miyim? Ama olmuyor işte.
Canlarım, ciğerlerim,
Fırına girdiğinizde ‘iki un serptin hemen para istiyorsun’ diyerek para vermeden ekmek alıyor musunuz? Özel muayenehaneye gittiğinizde, ‘amaaan aletle iki bakıverdin onu babam da yapar’ diye atarlanıyor musunuz? Üzerinize kıyafet aldığınızda ‘yürü git len, gitmiş Merter’den kot getirmiş bir de para istiyor’ diyor musunuz? Sigara alırken bakkala, ‘hem zehirliyorsun hem de para istiyorsun, manyak mısın sen’ diye sinirleniyor musunuz? Bunların hiçbirini yapmıyorsunuz. Ama sıra avukata geldiğinde neden yapılan işi küçümsüyor ve ücretini ödememek için bin türlü bahane ve saldırı argümanı geliştiriyorsunuz? ‘Amaaan tık tık iki dilekçe yazdın, ne parası’ düşünce kalıbı ne ara beyninizde buz tuttu da kırılamayacak hale geldi? Buz çekiciyle neler neler yapılıyorken, bu çekiç sizde neden işe yaramıyor? Ha, avukatın mesleki faaliyetini madem küçümsüyorsunuz, o zaman neden nefes nefese avukata geliyorsunuz? Madem ‘iki tık tık dilekçe’ yazıyoruz, yani bir halt etmiyoruz, siz de attırıversenize o iki tık tık’ı? Neden yapmıyorsunuz? İçinden çıkamadığınız için getirdiğiniz dava 7 yıl sürüyor. Şimdiye kadar hangi ürünü 7 yılda satın aldınız? Üzerinize bir gömlek satın almanız en fazla yarım saatinizi alıyorken, bir adamın/kadının sizin işinizle 7 yıl uğraşması ve işi bitirdiğinde de size ekonomik olarak bir getiri sağlaması veya özgürlüğünüzü veriyor oluşu neden bu kadar kıymetsiz gözünüzde? Benim çok mu hoşuma gidiyor 84 tane mirasçının mirasçılarının mirasçılarının mirasçılarını tek tek bulmak? Peki, yedi ceddinizi bulup miras meselenizi çözdüğümüzde ‘ne yaptı ki ya, iki yere yazı yazdı’ olurken, bir kişi bulunamadığında neden ‘kötü avukat’ oluveriyoruz? Ben bayramda bazı akrabalarımı aramayı dahi unuturken sizin soyağacınıza hâkim olmamın hiçbir kıymet-i harbiyesi yok mu? Mesela Meral’in kim olduğunu siz bile bilmezken, ‘Hah, O Meral var ya o Meral, senin büyük dayının kuzeninin eşinin üvey kızı’ diye saniyesinde cevap verir hale gelmiş olmamın hiç önemi yok mu? Yahu siz neden böyle yapıyorsunuz?
Üreticinin ürünü, x yerin ihmali/kusuru nedeniyle tarlada çürümüş. 27 kişi geldiniz. Masrafları ben yapayım, kazanırsak aldıkları tazminattan ben ücretimi alırmışım. Yahu şöyle kabataslak bir hesapladım da, ben bu 27 kişinin dava masrafını cebimden yaparsam zaten birkaç yıl çalışmama gerek yok. Direkt eve geçer yatarım, paşa paşa birkaç sene geçiririm. Ama yok, masraflar benden. Hem davayı kazanabileceğimiz ne malummuş. Ben sana garanti vermedim ki? Dava zaten uzun sürermiş. İyi de yargılamayı ben yapmıyorum ki? Zaten iki dilekçe yazacakmışım, ne vekâlet ücretiymiş. İyi de ben gıdasız yaşayan bir Terminatör değilim ki? Yahu siz niye böyle yapıyorsunuz?
Bir yıldır hiçbir şekilde ücretini alamadığın, ancak işini düzenli şekilde takip ettiğin adama ‘meseleyi’ hatırlatıyorsun, yüzü düşüyor. Sanki babasını öldürmesini istedim. Boşanma davası bitti bitiyor, hâlâ ‘hallederiz’le sıvışan adamdan hakkını istiyorsun, sana darılıyor. Sanki adama ben boşan dedim. İlginç ama ilk itirazda tutuklamasını kaldırdığın ve dava sonunda da beraat aldığın adamdan hiçbir şey almamışsın ve karşılığını istiyorsun, ‘zaten 10 gün hapis kaldık’ diye sana kızıyor. Sanki hapse ben soktum. Temyize bir gün kala (yumurta kapıya dayandığında) kan ter içinde büroya gelip, ‘aman bir temyiz yaz son günüymüş’ diye feveran eden insanın hiç hâkim olmadığınız 10 kiloluk dosyasının tamamını birkaç saat içinde inceleyip temyizi yetiştirdiğinizde ‘oh ne âlâ’, ücretini istediğinizde ‘iki yazı yazdın yahu ayıp’… Sanki temyizin son güne kalsın diye evine gelip dosyasını sakladım. Yahu siz niye böyle yapıyorsunuz?
Efendiler,
Ustalar bize nasihat ederken, en iyi avukatın ücretini tahsil edebilen avukat olduğunu söylerdi. Doğru. Siz isterseniz ağzınızla kuş tutun, en olmayacak şeyleri oldurun, hafiye gibi sağdan soldan delil toplayın, cezaevine gidip müvekkilinizle hukuki temelde görüşmeye çalışırken bir de psikoterapi yapın, yüzlerce içtihat tarayın, binlerce sayfa kitap okuyun, sayfalar dolusu savunmalar, beyanlar yazın, dahası yaptığınız bunca iş sonunda müvekkiliniz başta da belirttiğim gibi ekonomik veya özgürlük anlamında bir kazanç sağlasın veya en az hasarla bu badireyi atlatsın, ondan sonra ‘iki dilekçe yazdın ne parası ya?’… Avukat taş mı yesin kardeşim? Dosyaları mı kemirsin? Zımba tellerini çorba mı yapsın? Mübaşiri mi pişirsin? Yahu siz niye böyle yapıyorsunuz?
Mektubuma burada son verirken, herkese mahsus selam eder, son bir soru sormak isterim: Yahu siz niye böyle yapıyorsunuz?
http://haber.sol.org.tr/blog/diren-terazi/av-erdem-oktar/yahu-siz-niye-boyle-yapiyorsunuz-135579