Şirketlere ve özellikle basın kuruluşlarına kayyım tayini mülkiyet hakkı ile basın yayın faaliyeti için ağır bir müdahaledir. Koruma tedbirinin uygulanması sırasındaki kayyım yönetim eylemleri hiçbir zaman temel hakları zedelememelidir.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı üç kişilik bilirkişi heyeti raporuna dayanarak “Akın İpek’in ortaklığı bulunan, Koza Holding A.Ş. ve bağlı bulunduğu diğer şirketlerin, himmet adı altında toplanmış paraları, altın üretiminden kazanmış gibi göstererek, farklı isimler adı altında kurdukları paravan şirketler adına, çalıştıkları bankalar üzerinden kara para akladıkları, bunları, liderliğini Fetullah Gülen’in yaptığı FETÖ/PDY terör örgütüne aktarılmasını sağladıkları” iddiasına dayalı talep sonucu Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliğinin kararı ile 22 şirkete ve dolayısıyla basın yayın kuruluşlarına da kayyım atandı.
Basında yer aldı. 26 Ekim tarihinden itibaren göreve başlayan kayyım ilk iş olarak gazetecilerin çoğunu işten attı. Bugün gazetesinin yayınlanmış nüshasını “rezalet” olarak nitelendirdi. Ardından genel yayın yönetmenlerinin de işine son verdi.
Böyle bir uygulama aslında ilk… Kayyım basın yayın kuruluşunun yayınına müdahale etmekle şimdiye kadar karşılaşılmayan bir basın yayın yönetim biçimini uyguladı.
Uygulama basın yayın organlarına ve gazetecilere yapılan müdahaledir. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirler alır. Müdahalesi hak ihlalidir ve bu tür bir sınırlandırma ölçülülük ilkesine aykırıdır. İfade ve basın özgürlüğünün sınırlandırma ölçütlerinden birine dahi uymayan bu yönetim anlayışı ve uygulama açıkça basın üzerinde baskıdır. Süreli yayınların çıkarılması, yayım şartları, mali kaynakları ve gazetecilik mesleği ile ilgili esaslar kanunla düzenlenir. Bu kanuni düzenlemeler içinde kayyımın bu tür bir “yayına müdahale” yetkisi yoktur ve olamaz. Çünkü kanunla düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, mali ve teknik şartlar konulamaz (Anayasa Madde 29). Bu yüzden kayyımın yayına müdahalesi Anayasaya aykırıdır ve kanuni temeli olsa bile; kanun siyasal ve ekonomik sınırlandırma getiremeyeceğine göre, bu yetki basını engelleyici biçimde kullanılamaz.
Böyle bir ortamın yaratılması “uygulama” sorunu olarak görülebilir. Basın özgürlüğüne karşı bir “durum” ve müdahale bulunmadığı ve her şeyin kanuna uygun olduğu ileri sürülebilir. Hatta kanuna dayalı açıklamalar yapılabilir. Ama mevzuata uygun denilse bile; mevzuatın kendisi hak ihlaline neden oluyorsa veya mevzuatı hak ihlali için kullanırsanız o zaman ortada ne hukuk ne de kanun kalır. Karşılaşılan durum da budur aslında. Sürekli her şeyi “hâkim kararı var”, “kanun var” ve “kanunda yeri var” diye açıklarsınız ve hatta olup bitenler için “olay yargıya intikal etmiştir” derseniz eğer; hukuksuzluğa onay vermiş olursunuz.
Doğrudur(!) ve aslında ortada süren bir soruşturma vardır.
Devam eden bu soruşturma “gizli” yürüyor. Soruşturma da “kısıtlılık” kararı var. Yani, soruşturmayı Savcılık biliyor ve savcılığın bildiğini ve onun tarafından yapılacak işlemleri savunma “bilmiyor”. Böyle de denebilir. Soruşturmanın gizliliği yanında, kısıtlılık kararı ve üstüne üstlük kayyım atamasını sağlayan bir de hâkim kararı var.
Bütün bu “gizlilik” ve “kısıtlılık” içinde 1 Haziran 2005 yılından itibaren yürürlüğe girmiş olan Ceza Muhakemesi Kanunun 133. maddesi işletilmiş oldu ve ilk defa böyle uygulandı.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Şirket yönetimi için kayyım tayini” başlıklı 133. maddesi kapsamında verilen kararla birlikte Bugün, Millet gazeteleri ile Bugün TV ve Kanal Türk televizyonunun yayınına kayyımın olaylı bir şekilde bir çeşit “el koyması” yaşandı.
Suçun bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için gerekli olması halinde; soruşturma ve kovuşturma sürecinde, hâkim veya mahkeme, şirket işlerinin yürütülmesiyle ilgili olarak kayyım atayabilir (CMK Madde 133- 1). Maddede sayılan katalog suçlar için uygulanabilir.
Şirket yönetimi için kayyım atanması bir koruma tedbiridir. Geçicidir ve kayyım yüklendiği görevin kanuni sınırlarına uygun olarak davranmalıdır. Tüm işlemleri ölçülülük ilkesine uygun olmalıdır. Çünkü mülkiyet hakkına çok önemli bir kısıtlama getirilmiş olmaktadır. Keyfi davranmaması gereken kayyım “kanuni güvence” için vardır ve bu güvenceyi kendisi ortadan kaldıramaz.
CMK 133. üncü maddesine göre örneğin şirket sahibi katalogda sayılan suçlardan birinin şüphelisi olabilir. Ama bu durum şirkete hemen kayyım tayinini gerektirmez. Çünkü aynı zamanda katalog suçlar içinde sayılan suçun bu şirketin faaliyeti kapsamında işlenmiş olması gerekmektedir. Kayyım tayini için verilen kararın gerekçesinde mutlaka kuvvetli şüpheye uyan somut olgular dayanakları ile açıklanmalıdır. Bu dahi yeterli değildir ve ayrıca katalogda yer alan suçun şirketin faaliyeti kapsamında olduğuna dair somut olgular karar gerekçesinde gösterilebilmelidir. Daha da önemlisi kuvvetli suç şüphesi, suçun işlendiğine dair değil, işlenmekte olduğuna dair somut olguya dayanmalıdır. Bitmiş, tamamlanmış suç için kayyım atanmaz. Yani, soruşturma veya kovuşturma konusu suçla ilgili maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için ortada işlenmekte olan bir suç varsa ve gerekliyse kayyım tayin edilebilir. Aksi takdirde kayyım tayini hukuka ve kanuna aykırı olacaktır. Sulh Ceza Hâkimlikleri kolay kolay kayyım tayinine karar vermemelidirler.
Uygulama ise ortada. Devlet, basın ve haber alma hürriyetleri temin edeceği yerde temel hakların çekirdek özüne müdahale etmiştir ve bu nedenle basın özgürlüğü hakkını ihlal etmiş demektir.
Şirketlere ve özellikle basın kuruluşlarına kayyım tayini mülkiyet hakkı ile basın yayın faaliyeti için ağır bir müdahaledir. Koruma tedbirinin uygulanması sırasındaki kayyım yönetim eylemleri hiçbir zaman temel hakları zedelememelidir.
Bu kadar ağır bir koruma tedbiri ancak ve ancak sınırlı hallerde uygulanabilir. Uygulamada ölçülülük esastır. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulmaksızın ve yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde gösterilen nedenlerle ve ancak kanunla sınırlandırma yapılırsa hukuka uygun olur.
Aksi her uygulama demokratik hukuk devleti ilkelerini tartışmaya açar ve keyfiliğe açık her karar, her uygulama temel insan haklarının ihlali demektir. (Fİ/AS)
* Fotoğraf: Ahmet Dumanlı / AA