Salı akşamı tabii ki ekran başındaydım, Türkiye - İzlanda maçını izlemek için.
Söylemeye bile gerek yok ki, son anda Selçuk’un attığı golle maç kazanıp Fransa’daki finallere katılmamıza sevindim.
Fakat söylemem gerekir ki, maçı seyrederken öyle büyük bir futbol keyfi de almadım.
Yine de “Olsun! Kazanmanın bizatihi kendisi de güzel” dedim.
Ama sonra akşam ekranlara, dün sabah sütunlara yansıyan yorumlara bakınca iki soru sordum kendi kendime:
- Acaba aynı maçı mı izledik?
- Aynı olayı izlediysek, bu zafer çığlıkları ne oluyor?
Evet salı gecesi grup lideri İzlanda’yı Konya’da tek pozisyona bile girmeden yenerek Paris vizesini almıştık.
Ama kimse takımın oynadığı oyunun düzeyinden söz etmiyor, tek pozisyonumuz bile olmadığının altını çizmek gereğini duymuyordu.
Bu arada hakkı beraberlik olan maçı almak da, tek başına “en iyi üçüncü” olarak Paris’e gitmeye yeterli değildi.
Onun olabilmesi için bizim İzlanda’yı yenmemizin yanında, altı yıldır deplasmanda kazanmamış olan Kazakistan’ın, dış sahada Letonya’yı yenmesi de gerekiyordu.
Hatta bunlar da yetmiyordu. En iyi üçüncülüğün adayı olan C grubundaki Ukrayna’nın deplasmanda İspanya’ya yenilmesi de şarttı.
***
Birbirinden bağımsız bu olasılıkların hepsi gerçekleşti, adeta bir mucize oldu ve biz Avrupa Şampiyonası 2016 finallerine katılma hakkını elde ettik. Oysa grup maçları başladığında ortaya koyduğumuz futbol da göz önünde bulundurulduğunda, finallere katılabilmemiz, daha o zamandan mucizeye kalmıştı.
Bu husus herkes tarafından belirtiliyordu. Nitekim, maçtan sonra birçok yorumcu şu görüşte birleşmişti:
- Mucize gerçekleşti!
Bu nokta aydınlanınca yukarıdaki ikinci sorunun yanıtı da ortaya çıkıyor.
Herkesi bu kadar büyük sevince gark eden mucizenin gerçekleşmesiydi.
Yani, içtenlikle paylaşamadığım için yurtseverlik duygularımı bile sorgulamama neden olan genel coşkun sevincin nedeni “mucize” idi.
Mucize sözlükte şöyle anlatılıyor: Tabiat üstü sayılan, insan aklının almayacağı olay.
Mucizede akıl almazlık vardır, çünkü mucizede sebep-sonuç ilişkisi yoktur.
Oysa olağan yengilerde, zaferlerde, neden-sonuç ilişkisi vardır. Bi kısım nedenler bir araya gelince, kaçınılmaz sonuç ortaya çıkar. Zafer, nedenleri açıklanabilir bir sonuçtur.
***
Diyeceğim o ki, yenilgilerin ve bozgunların olduğu gibi yenginin, zaferin de çözümlenmesi mümkündür.
Yengilerin de çözümlenip nedenlerinin incelenmesi ve onların yinelenmelerinin koşulları saptandıktan ve bunların yaşama geçirilmesiyle de, yeni yengiler dolayısıyla yeni sevinçler mümkündür.
Ama insan aklının almayacağı mucizenin çözümlenmesi, mekanizmasının anlaşılması mümkün değildir.
Yani bir başarının tekrarı için ne yapılması gerektiğini bulmak mümkünken başarı mucizenin ürünüyse, bu imkânsızdır.
Yıllardır Almanlar futbolda zaferden zafere koşan bir ekolün sahibi durumundalar.
Bu süre içinde biz de arada büyük mucizeler yaratmaktayız.
Eğer Almanlar gibi, sebep-sonuç ilişkilerini irdeleyip gerekenleri yerine getirecek yetiye sahip olsak mucizelere gerek kalmayacak.
Ama belki de mucize yaratmak bize daha çekici geliyor. Onun için de her “mucize” bir ulusal şenlikle karşılanıyor.
Ama unutmamalıyız ki, mucizeyle sevinen toplumların sevinci de mucizeye kalmıştır.