Sermaye düzeni “olağan” dönemlerinde dahi demokratik değildir. Halkın iradesinin sandığa yansıdığı bir safsatadan ibarettir. Ama yine de oyunun belirlenen kurallarına “göz önünde” uyulur, sistem işletilir. Nasılsa, herhangi bir sapma olasılığı belirdiğinde “düzenin bekası” için işleyişe müdahale meşrudur! Olmadı, kuralları ihlal ederek (kuralları değiştirerek) oyuna devam edilir.
Peki, AKP iktidarı döneminde “demokrasi”nin kurallarına uyuldu mu? Soruyu, uyulan kuralı var mı diye de sorabiliriz. Yalnızca yargının nasıl araçsallaştırıldığını hatırlatıp geçeyim. Siyasi ve toplumsal yapı baştan sona yargı (ve emniyet) eli ile dizayn edilmiş, sistem bunun üzerinden işletilmişti. Bugünkü yapı, “kuralların ihlali” ile oluşturulmuştur.
Cumartesi günü Ankara’da yüzden fazla canımızı kaybettiğimiz terör saldırısı da bu sistemin en alçak yöntemlerinden biri. Ama bu sistemin bir yöntemidir!
Deniyor ki, “kime yarıyorsa, o yapmıştır”. Bir bakıma doğru. Ama bir bakıma. Bu tür saldırılarda tetiği çeken, bombayı tutan ortadadır. Ama o kadar. Onlardan asli faile ulaşmak ise hiç o kadar kolay değildir. Ortada birden fazla güç odağı ve iç içe geçmiş ilişkiler ağı bulunmaktadır. Saldırı dar bir hedefe yönelik olmaktan çok, bir dizayn faaliyetinin parçası olarak yapıldığından dolayı da siyasetin günlük aktörlerinden kime yaradığı o kadar kolay somutlanamaz.
Ancak, bir kere altını kalın kalın çizerek başa yazmalıyız. Bu katliamın birinci elden sorumlusu AKP iktidarıdır. Öyle, hükümet olduklarından, güvenlikten sorumlu olduklarından, güvenlik zafiyeti olduğundan dolayı falan değil. Doğrudan bir parçası olduğundan.
Ama bunu söyleyip de duramayız. Bir noktayı da hemen peşi sıra eklemeliyiz. Rejim şu anda havada durmakta ve bir türlü yerleştirilememektedir. Bunun böyle kalamayacağı, bir yerlere bağlanması gerektiği ise açıktır. İşte cumartesi günü patlayan bombalar ile bunda bir aşama kat edilmiştir. Gelinen yer, Erdoğan’ı da kapsar şekilde AKP iktidarının (bu hali ile) sona erdiğidir.
Buradan hemen sistemin aktörlerine ilişkin analizlere atlanması, onların konumuna bakılarak sonuca ulaşılması hatalı olacaktır. Rejimin yerleşmesi için mutlaka bir aktör değişikliği gerekmemektedir. Ya da hemen yarın gerekmemektedir. Önemli olan kat edilen aşama ve gelinen noktadır.
Ankara’da ki bomba Türkiye siyasetini bir yöne sokmak için atılmıştır. Bundan sonra, bunun aracı sermaye sınıfının ve emperyalizmin istediği bir koalisyon mu olur, seçim sonuçları ile yine yol alınamazsa (ya da seçimler yaptırılmazsa) darbe mi olur, sermaye sınıfının yönelimi açısından bunlar sonucu pek değiştirmeyecektir.
Düzen güçleri arasında, düzeninin yeniden yapılandırılması konusundaki mücadelenin sona erdiği söylenemez. Sermaye düzeni canlarımız üzerinden kendisini yeniden tesis etmektedir.
Araya bir not olarak gireyim: Bugüne kadar darbenin koşullarının olmamasının nedeni, gereken bağın, emperyalizm faktörünün kopuk olması idi. Zincirin o halkası (tekrar) eklenmiş görülüyor.
Peki, İkinci Cumhuriyet yerleşebilecek mi?
Bu soru başka bir soru ile doğrudan bağlantılıdır. Sol ne yapacak?
Başka bir yazının konusu olmakla birlikte şu kadarını söylemek gerekiyor, yeni dönemin solu bugünün siyasetlerinden şekillenmektedir. Eğer sağlıklı bir müdahale yapılamazsa sol içindeki “yetmez ama evet”çiler artacaktır.
Tüm bu oyunları bozabilecek yegane güç soldadır.
Solun elinde ise tek bir silah bulunmaktadır: Örgütlenmek; doğru ve bağımsız bir hatta örgütlenmek. Başkaca da bir silahımız yoktur.