YARSAV 2. OLAĞANÜSTÜ GENEL KURULU AÇILIŞ KONUŞMASI

~ 02.06.2015, Yeni Yaklaşımlar ~

YARSAV 2. OLAĞANÜSTÜ GENEL KURULU AÇILIŞ KONUŞMASI

Değerli Meslektaşlarım;

2014 HSYK seçim sürecini ve sonrasını değerlendirme, gelecek için ise yeni bir yol haritasını tartışma fırsatını sunma ve Tüzük değişikliği yapmak üzere bir araya gelmiş bulunuyoruz. Hepinize hoş geldiniz diyor, saygılar sunuyorum.

Bugün, Anayasal esaslara dayalı Türkiye Cumhuriyetinin ve devlet sisteminin çökertildiği ve devletin tüm kurum ve kurallarıyla iflas ettiği bir süreci yaşıyoruz.

Görev ve yetkilerini Anayasa’dan alan tüm erkler; yürütme organının tepesine önce demokratik ve Anayasal yollardan seçilerek gelmiş ancak şu an itibarıyla, yasama, yürütme ve yargı ile temsil olunan milli egemenliği mutlak biçimde kendisinde topladığı vehmi ile hareket eden siyasal kadro tarafından askıya alınmıştır.

Bugün yargı da; hem yapısı, hem işleyişi, hem de ürettiği adalet hizmeti ile toplumda karşılık bulduğu güven açısından yaşamsal bir krizin içindedir. İçeriği tamamen boşaltılan adalet kavramı üzerinden yoğun siyasal bir mücadelenin sıradan bir aracına dönüştü ve anayasal düzey tanınmış etkinlik ve ağırlığının devreden çıkarılmasıyla, teoride bilinen herhangi bir sisteme karşılık gelmeyen "Fiili Durum Rejimi"ne geçildi.

Hukukun evrensel ilkeleri ile uyumluluk kaygısını hiç taşımayan ve meşruluk değeri son derece zayıf olan yasalarla derme çatma oluşturulmuş, çoğu kez onları da ihmal eden bu fiili durumun yaratıcısı siyasi iktidar, bugün alenen ve herkesin gözüne sokarcasına, adeta bir güç gösterisi şeklinde, yargıya müdahale eşiğini çoktan gerilerde bırakarak uluslararası arenada kulaklarımızı kızartacak bir külhanilik ile “yargıya çökme”nin çabasına düşmüştür.

Siyasi iktidar ve cemaat ortaklığıyla son yıllarda yaşanan hukuksuzluklar, baskı, gözdağı ve intikam sarmalındaki trajediler, yargının artık acil müdahale gerektiren derin kriz halini toplumun hemen her kesimine gösterdi. Son bir buçuk yıllık süreçte ise, düne kadar iktidarı birlikte kullanan ve yargının yönetimine egemen olan hükümet ve cemaatin, ölçüsüz ve gidişatına bakıldığında çılgınca denilecek bir gözükaralıkla savaşına tanık olduk ve oluyoruz. Tarafların; yargı darbesi, yeni vesayet, milli irade, vatan hainliği, demokratik meşruiyet, rüşvet, yolsuzluk vb. kavramları adeta bir kurşun olarak birbirlerine karşı kullandıkları bu savaş, son olaylarla birlikte artık iyice çığırından çıktı. Yargının araçsallaştırılması suretiyle, ittifak günlerinde iç düşman olarak görülen “ötekiler”in başarıyla sindirilip tüm muhaliflerin kamuoyunca bilinen yargı süreçleri aracılığıyla susturulmasından sonra, bu defa sıra kimin daha güçlü olduğunun ortaya çıkarılmasına, adeta bir final maçı ile şampiyonun belirlenmesine gelmiş gibi görünüyor. Ancak, ülkeyi ve sistemi kilitleyen ve işlemez hale getirenlerin birbirlerine düşmesiyle ortaya çıkan sayısız hukuksuzluklarla boyalı tablo, tüm pespayeliği, kirliliği ile toplumu ürkütüyor.

İşte böyle bir ortamda, 12 Ekim 2014’te, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 10 asıl 6 yedek üyesinin belirlenmesine yönelik, adli ve idari yargıdan toplam 13.993 yargıç ve savcı meslektaşımızın seçmen olarak yer aldığı seçimler yapıldı.

Biz, HSYK seçim sürecinin başında; ilke ve değerlerimize dayalı olarak, meşru yargı örgütleri dışında hiçbir odakla birlikte irade geliştirmeyeceğimizi ve hareket etmeyeceğimizi belirtmiştik. Bu seçim stratejimiz çerçevesinde, hedef ve duyarlılıklarımız bakımından "ortaklık" paydası kurduğumuz Yargıçlar Sendikası ile birlikte, HSYK seçim sürecini (yargı dışı tüm odaklardan) bağımsız olarak yürütme kararı aldık. Bize yöneltilen teklif ve tehditleri değerlendirmeye dahi almadık. Yakıştırılan türlü birliktelikleri, ucuz seçim taktik ve manevraları olarak, meslektaşlarımızın hukukla iç içe vicdanlarının takdirine bıraktık. Bir meslek örgütünün, meslek temsilcilerinin seçimle belirlendiği bir süreçte, ilke ve düşüncelerini ifade etme ve bunları desteklediği adaylarla somutlaştırma hakkından feragat edemeyeceği gerçeğini, neye ve kime yaradığı spekülasyonuna feda edemezdik ve etmedik.

Bu süreçte; katılımcı demokrasinin gereklerini harfiyen ve sonuna kadar yerine getirdik. Desteklenecek adayların, olabildiğince geniş, katılımcı bir düzlemde belirlenmesine büyük özen gösterdik. Adayları, ilkeleri ve seçim sonrasına ilişkin somut önerileri belirleme amacıyla yaptığımız bölgesel toplantılar sonucunda, bu toplantılara katılan, katılamayıp görüşlerini bildiren tüm yargı mensuplarının görüşlerini irdeleyip değerlendirdik. Bölge ve ülke düzeyinde temayül yoklamaları, anketler yaptık. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, liyakat, dürüstlük gibi temel değerlerde ve Tüzüklerimizde yer alan ilkelerde uyuşmayı esas kabul ettik. Bu şekilde ismi öne çıkan yaklaşık 40 kadar meslektaşlarımızın Yönetim Kurullarımızda tartışılıp değerlendirilmesi sonucunda, aday olan 11 adli yargı ve 3 idari yargı adayının desteklenmesine karar verdik.

Aday belirleme sürecinde benimsediğimiz demokratik doğrunun kanıtı olarak, desteklediğimiz ve meslek kamuoyunda ilk günden itibaren heyecan uyandıran adaylar, kısıtlı maddi olanakları ve zamanlarına karşın, insanüstü bir çaba ve özveri ile tüm meslektaşlarımıza gerek bizzat ziyaretlerle gerekse sosyal medya araçları üzerinden düşünce paylaşımı ve mesajlarla ulaştılar. Bu vesile ile bir kez daha aday arkadaşlarımıza özverili çabalarından dolayı teşekkürlerimi sunuyorum.

Ancak seçim sonuçlarına göre kabul etmek gerekir ki, söz ve davranışlarla adaylarımıza yöneltilen ilgi ve takdir, oya dönüşmemiştir. Yanlarında yer almadığımız iki tarafın; ortamı kutuplaştırdığı, diğerinin kazanması durumunda felaket senaryolarının yaşama geçeceği propagandası ile korkuyu hakim kıldığı, panik havası içinde herkesin güçlü olan bir tarafı tercihe itildiği, demokratik özgür iradenin ortaya çıkmasına elverişli olmayan anormal seçim zemininde başka bir tablonun ortaya çıkması da mümkün gözükmemektedir. 2010 ve 2014 seçimlerinin ortak noktası, yürütmenin forması ve armasını taşıyanların belirgin üstünlük kurmalarıdır. Değerler ve ilkeler değil yargı dışı aktörler belirleyici olmuştur. Siyasal iktidar ve başka iktidar odaklarının etki ve baskılarına karşı direnç gösterebilmek üzere özel üye kompozisyonu öngörülen ve bu nedenle ağırlıklı kısmını meslektaşlarımızın seçimle belirlemesi benimsenen HSYK, hükümet cemaat sarkacına asılmıştır. Seçim sonuçları, meslek sosyolojisi ve meslektaş psikolojisi açısından bilim adamlarının da katkı sağlayacağı çok yönlü değerlendirmeyi hak etmektedir.

Bizim açımızdan baktığımızda; yapılabilecek ilk tespit, gelinen süreçteki HSYK uygulamalarının da teyidiyle, doğru, kararlı ve ilkeli bir duruş sergilediğimizdir. Seçim sürecinin tamamı kamuoyu önünde açık bir şekilde yürütülmüştür. Seçim sonuçlarına göre, kurumsal olarak hükümet veya cemaat ile işbirliği içinde olmadığımız, meslek tabanına dayanmaya çalıştığımız ortaya çıkmıştır.

Ancak seçim sürecinde aday belirleme konusunda özenli olma çabamıza ve bu konu herkesin onayından geçmesine karşın hem cemaatin gelenekselleşmiş klasik ikircikli ve kendisine de kaybettiren tavrı, hem de cemaatin kendisini öne çıkaran desteğine örgütümüzün etik ve değerlerine aykırı olarak izin veren aday konusu örgütümüz açısından ağrılı ve sancılı olmuştur. Cemaat tarafından desteklendiği düşünülen listede, bir grup bağımsız adı altındaki adayla birlikte YARSAV ve Yargıçlar Sendikası listesinde bulunan bir adayın da yer alması, bizim o süreçteki ilkesel duruşumuza büyük zarar vermiş ve kısıtlı olanaklarımızla gerçekleştirdiğimiz olağanüstü gayret ve çalışmalarımızı boşa çıkarmış, kurumsal kimliğimize büyük darbe vurmuştur. Hâlâ açıklamakta zorlandığımız bu tabloda en kötü ihtimal, bu adayımızın cemaat yapılanması içerisinde olduğu ihtimalidir. Tüm gösterdiğimiz özene karşın böyle bir sızmayı önleyememiş olmamız yönetimimiz açısından büyük bir hatadır. Ancak böylesi flu ve her şeyin birbirine girdiği bir dönemde yapılan seçim çalışmalarında ortaya çıkan ve toplam 14 adayımızdan yalnızca bir kişi için geçerli olan bu durumun, cemaatin hareket tarzı ve 12 yıl birlikte olduktan sonra siyasi iktidarın bile “aldatılmışız, kandırılmışız” sözleriyle birlikte değerlendirildiğinde, hiç istememekle birlikte anlaşılabilir bir hata olduğunu düşünüyoruz. Seçimin hemen sonrasında bu durumu sorguladığımızda, aday arkadaşımız, herhangi bir bilgisinin olmadığı, bu soruyu planı yapanlara ve oy verenlere sormamız gerektiği şeklinde tatminkâr bir yanıt vermemiş, sorunu kendi açısından üyelikten istifa ederek çözmüştür. Bu arkadaşımızın seçimden hemen sonra YARSAV’dan istifa ederek gösterdiği isabetli tavrını seçim öncesinde göstermesini beklememizin hakkımız olduğunu düşünüyorum.

Tüm bu süreçte YARSAV’ın en çok uğraştığı sorun Cemaat gerçeğinden olumsuz bir şekilde etkilenmesidir. Belirsizlik ve gizemlilik örtüsü altında başlı başına bir sorun oluşturan yargıdaki cemaat olgusu, aynı zamanda önümüzdeki tüm sorunların çözümlenmesinde önemli bir engel oluşturmaktadır. Bunun temel nedeni şeffaf olmaması, bir yandan olgusal varlığını herkese hissettirmesi, kitlesel tavır ve eylem sergilemesi diğer yandan yaptıklarının sonuçları ortaya çıktığında bunun sorumluluğundan kaçmak için açıklık sergilememesidir. Bu yapının kurduğu ilişki modern anlamda sorunlu bir ilişkidir, çünkü açık bir iletişim kurmamakta ve bu kapalılığı manipulatif manevralarla kendi hesabına kazanca dönüştürme uyanıklığı sergilemektedir.

Kapalı olan her şey kokuşmaya, en başta kendi içinde bozulmaya, etrafına zarar vermeye ve onu zehirlemeye yatkındır. Bu yapının üzerindeki gizemi ortadan kaldırıp açık iletişim kanalları olan bir aktöre dönüşmesinin zorunlu olduğunu düşünüyoruz. Herkesi zan altında bırakan bu takiyyecilik yargıda uygar bir zeminin oluşmasını sabote etmektedir.

YARSAV, Tüzüğünde de belirttiği gibi; demokrasiyi, insan haklarını, yargı bağımsızlığını ve evrensel hukuk ilkelerini esas alan bir anlayış içerisinde faaliyet yürüten bir meslek örgütüdür ve bu ilkeleri benimseyen ve bu ilkelerin hayata geçirilmesi ve devamlılığı konusunda mücadele etmeyi öngören tüm meslektaşlarımıza açıktır. Şimdiye kadar yargıç savcı kimliğini taşıyan herkesi bünyemizde barındırdık. Ancak üyelerimizden beklentimiz de Tüzüğümüzde yazan ilke ve değerlerimize sonuna kadar sahip çıkmalarıdır. Düşünün, diğer meslektaşlarının yanında YARSAV üyesi olduğunu söylemekten çekinen meslektaşlarımız var. Seçim sonuçları gösterdi ki, kendi üyelerimizden bile yeterli desteği alamadık. Örgütlü mücadele gönüllülük ve cesaret gerektirir. Böyle bir üye profili ile örgütlü mücadele olanaksızdır. Artık YARSAV üyesi olduğu halde ilkelerimize aykırı hareket edenlere tahammülümüz kalmamıştır. Bundan sonra kimsenin iyi niyetimizi suiistimal etmesine müsaade etmeyeceğiz. Nicelik değil nitelik önceliğimizdir. Üye yapımızı gözden geçiriyoruz. Belki daha az ama daha içten, aynı ilkeler etrafında kenetlenen bir topluluk olarak yolumuza devam edeceğiz.

Ancak bizler kimileri gibi medyum, kâhin ya da niyet okuyucusu değiliz. Bu nedenle üyelerimizin, derneğimizin ilkelerine uymayan söylem ve eylemleri olmuş ise ancak o zaman hukuku önceleyen ve demokratik bir dernekte olması gereken şekli ile, ilgili denetim ve disiplin mekanizmaları işletilmektedir. Nitekim YARSAV üyesi olmasına rağmen farklı yapıların desteğinde seçime giren aday meslektaşları üyelikten çıkardığımız gibi, seçim sürecinde YARSAV ilkeleri ile bağdaşmayan tavır ve beyanlarda bulunan üyelerin de ihracına karar vererek içsel temizliğimizi gerçekleştirmeye başladık.

Öte yandan hem şikâyet edip hem de katkı ve katılım sağlamamak uzlaşmaz bir çelişkidir ve aynı zamanda kolaycılıktır. Varlığınız ve katkınızla örgüt iklimini belirleyin. YARSAV’dan, iyi niyetli çabalarımıza karşılık göremedik diyenler varsa dinlemeye ve özür dileyip telafi etmeye hazırız. Göreceli bir iyiyi yapmanın değil birlikte en iyiyi yapmanın arayışı içindeyiz. Derneğimiz kurulduğundan bu yana aranızda bulunan bir arkadaşınız olarak ifade etmeliyim ki, dünya görüşümüzün köşe taşları olan katılım, emek, işbirliği ve paylaşım kültürümüzü zenginleştirmedikçe gelişmeleri etkileyen ve belirleyen olamayız.

Tekrar seçim sürecine dönersek, seçimin adaleti konusunda, siyasi iktidarın Yargıda Birlik Platformu olarak kurduğu yapının desteklediği (doğal olarak siyasi iktidarın onayından geçen) adaylar lehine yürütmenin tüm olanaklarının seferber edilmesi karşısında ve geçen seçimde de aynı olgunun varlığı göz önüne alındığında, daha da kötüye gidişin olduğu açıktır. Başsavcı ve komisyon başkanlarının tüm ekipmanıyla seferber olduğu, zayıf kalınan yerlerde mülki amirlerin devreye girdiği, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Adalet Bakanı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Adalet Bakanı Basın Müşaviri ve bilumum yandaş medyanın açıkça sahada olduğu bu seçimin, Hükümet temsilcilerine "kazandık" sevinci yaşatması, bağımlı HSYK tablosunu değiştirmediğinin göstergesidir.

Evet, seçime girerken "Ne cemaat ne hükümet" dedik ve aynı duruşumuzu koruyoruz. HSYK, yargı dışı odakların kontrol ve yönlendirmesi altında olamaz. Ülkemizde kötü niyetle asitlenmiş "seçmen-millet iradesi" ve "demokratik meşruiyet" kavramları üzerinden, bu seçimden de benzer bir çıkarımda bulunularak, toplumsal mühendisliğe ve gizli ajandalara hizmet eden yapı olarak kullanılamaz. Olumsuz 2010 tecrübesinin acı ve telafisi çok zor sonuçlarını halen yaşamakta iken, üzülerek ifade ediyorum ki, zaman yine bizi haklı çıkarmış ve HSYK, belirtmiş olduğumuz bu acı, ürkütücü ve bir o kadar da korkutucu tespitin doğruluğunu seçim sonrası ilk yedi aylık faaliyet ve kararlarıyla tüm kamuoyuna göstermiştir. Yürütmenin, yargısal faaliyetlere dönük en nazik taleplerine dahi gözünü ve kulağını, yargı bağımsızlığı adına kapatması, evrensel hukuku da içine alan mevzuat ve vicdanına göre karar vermesi gerektiğine inandığımız ve savunduğumuz bir HSYK anlayışından, yürütmenin emir ve talimatlarını istenilen süratte yerine getiremediği için yürütmeden tüm kamuoyu huzurunda özür dileyen bir HSYK anlayışına evrilinmiştir. Seçimden bu yana ortaya konulan uygulamalar ve kararlar; HSYK seçimi ile birlikte sağdan hizaya sokulan yargının, siyasal iktidara tekmil vermeye hazır hale getirildiğini ve bu uygulamalarıyla görevlerini hakkıyla ifa ettiklerini kendilerine bu mizansende rol verenleri bile şaşırtacak derecede ortaya koymaktadır.

Mesleğimiz ve meslektaşlarımız adına en incitici olanı da, bu gerçeğin özgür demokratik bütün dünyaca bilinmesi ve uluslararası toplantılarda ülkemiz yargıçlarına acınası gözlerle bakılmasıdır. Bunu ne ülkemiz, ne mesleğimiz ne de meslektaşlarımız hak etmektedir. 2010 ve 2014 seçimlerinde siyasi iktidar ve uzantısı yürütmenin rüzgârına kapılan herkes de yargının bu günkü tablosu karşısında şimdiden pişmanlık duymaya başlamışlarsa da maalesef onlar adına telafi şansı ortadan kalkmıştır. Siyasi iktidarın yargıyı tamamen kontrolü altına aldığı bu tabloda, meslektaşlarımızın sözde bağımsızlar ve birlikçiler ile beraber ezici çoğunluğunun, bahaneleri farklı farklı da olsa payı bulunmaktadır. YARSAV ve Yargıçlar Sendikası her geçen gün ağırlaşan faturanın muhatabı değildir. Üzülerek belirtiyorum ki, faturayı hem kurumsal anlamda yargı hem de toplumumuz ödeyecektir. Gerçek sorumluların hesap vermeleri ve bedelini ödemeleri konusunda takipçi olacağız. Bu yol açıcıların pişkinlikle, utanmazlıkla yeniden meslek kamuoyunu meşgul etmelerine izin vermeme kararlılığındayız.

Bizim açımızdan seçim sürecinde yalın ve iliklerimize kadar duyumsadığımız bir gerçek te yalnız kaldığımız, yalnız bırakıldığımızdır. Şu anda içinde bulunduğumuz resim, aslında durumu ortaya koymaktadır. Söylemlerimize kimse itiraz etmezken ve özel ortamlarda herkes hak verip desteklerken kamusal boyutta açıktan herhangi bir destek görmedik. Adeta bir erken uyarı işlevi üstlenerek yargı ile ilgili gelişmeler adına dile getirdiğimiz tehlikeler, birer birer gerçekleşmiştir. Hukuk ayaklar altına alınarak İlhan Cihaner üzerinden açılan fiili yol, meslektaşlarımızın tümünü tehdit eden otoyola dönüşmüştür. Geçmişten bu yana uyardığımız tehlikeler yaşama geçerek herkes tarafından görünür hale gelince hatta sürecin zararı birçoğumuza etki edince etrafımız kalabalıklaşmaya başladı. Ancak geç kalındı. Hukuk düzenini dengede tutan tüm kurum ve kurallar altüst edildikten ve iktidar temerküzü zirveye ulaştıktan sonra karşı koymanın sonuç alma gücü gittikçe zayıflamaktadır. Yargıç ve cumhuriyet savcıları üstlendikleri görevin ve yürüttükleri hizmetin önem ve özelliğine bağlı olarak mutlak sahip olmaları gereken teminatı kaybetmişlerdir. Yargıç güvencesi ve toplumsal güven sarmalı alçalan bir seyir ile dibe doğru yol almaktadır ve sistemin çökmesi yakındır. Meslektaşlarımız, bu korunmasız halleri ile kamu görevlileri içinde her türlü baskı ve tehlikeye en açık meslek sınıfı haline gelmişlerdir. Bu boyutu ile olumsuz olan mevcut tablonun bir farkındalık oluşturarak yargı bağımsızlığı açısından bir bilinç sıçraması oluşturması en büyük umudumuzdur. Dibe vurduk. Çıkışımızın evrensel doğrular üzerinde demokratik, toplumsal güçlerin oydaşması ile sağlanması gerekmektedir. Geçtiğimiz günlerde diğer demokratik kitle örgütleri ile oluşturduğumuz platform bu anlamda iyi bir ilk adım olma özelliği taşımaktadır. Bu umudu değerlendirme adına hem özen gösteriyoruz hem de acele etmiyoruz. Neler yapılabileceği noktasında tartışmalara ve katkılarınıza sonuna kadar açığız.

Faşizan ve otoriter eğilimlere karşı örgütlü mücadeleden başka yol yoktur. Dünyanın her yerinde örgütlü mücadele suretiyle yürütmenin müdahalelerine karşı konulmakta, hâkim ve savcılar bakımından kullanılabilecek başka yöntem de bulunmamaktadır.

Sormak isterim: Bizimle birlikte yürümeyenler, örgütsel mücadelenin dışında duranlar, işe karışmayanlar açısından meslekteki durum ideal, huzurlu bir ortam mıdır, ben hukuk neyse gereğini yaparım diyebiliyorlar mı? Bir Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bile devir teslim töreninde “birilerini rahatsız etmeden umarım görevini yaparsın” diyerek görevini devrettiği bir ortamda hukuk kurallarına göre mi yoksa “birilerinin beklentisine” göre mi karar vereceklerdir? İşte bu endişeleri giderebilmenin tek yolu örgütlü mücadeledir.

Şimdi önümüzde sorun olarak gözüken, çözümü gereken ve kesintisiz çaba isteyen bir dolu ajandamız var. Başta yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, yargıç güvencesi, yargıda iş yükü ve yargı mensuplarının özlük hakları olmak üzere birçok kronik sorunun normale dönüşmesine izin vermeden çözümü adına sürekli gündem oluşturmak zorundayız. Bugün burada örgütüne sahip çıkan sizlerin, birlikte çizeceğimiz yol haritamızda bizi desteklemenizi ve getireceğiniz öneri ve eleştirilerinizle yolumuzu açmanızı diliyorum. Birlikte güçlüyüz. Hep söylediğimiz gibi, “Biz” varsak eğer hukukun üstün kılındığı aydınlık yarınlar için umut ta var demektir.

Bugün meslektaşlarımızın her şeyden öncelikli ihtiyaç duyduğu şey, adına karar verdikleri milletine, her türlü baskıya rağmen direnen, hukuk ve vicdanları dışında hiçbir güce biat etmeyen cesur yargıç ve savcıların mevcut olduğunu göstermek ve kararlı bir sesle birlikte hareket ederek bu gece karanlığı içindeki sis bulutundan el ele vererek kurtulabileceğimiz mesajını vermektir.

Ülkemizin yargı bağımsızlığı anlamında bataklığa saplandığı bu günlerde, Avrupa ve Uluslararası Yargıçlar Birliği üyesi olan YARSAV, evrensel hukuk ilkeleri bağlamındaki duruşu ve mücadelesi ile uluslararası muhatapları nezdinde saygınlığı her geçen gün artan, sesine kulak verilen, sözüne itibar edilen tek mercii haline gelmiştir. Bu durumu kısa süre önce katıldığımız Polonya ve Yunanistan’daki toplantılarda yaşayarak bizzat müşahede ettik.

Buradan ülkemiz ve uluslararası kamuoyuna tüm gücümüzle haykırarak ifade ediyoruz ki; varlık nedenimiz ve ilkelerimiz, mücadelemizin daha güçlü ve daha kararlı olarak devamına bizi mecbur kılmaktadır. Hem gelecekteki kuşaklar hem de uygar dünyada asgari saygınlık görebilmek için, demokratik her türlü yolu kullanarak bir karşı koyuş ve doğruyu haykırışa devam edeceğiz.

YARSAV artık toplumsal bir değerdir. Değer boşluğunun yaşandığı, gücün ve ahlakı tamamen dışlayan, her türlü sahtekârlıkla elde etmenin yüceltildiği bu uğursuz dönemin karamsarlık rüzgârına kapılmayacağız. Haklı olmanın onurunu taşıyacak ve açık açık göstereceğiz, utansınlar ve kenara çekilsinler diye. Cumhuriyete alternatif olma iddiasındaki, asla masumiyetleri olmayan çocuk zekâlıların, ülkenin altını üstüne getiren müsamereleri bitti. Toparlanma döneminin öncesindeyiz. Genel Kurulumuzun; önümüzdeki süreçte enerjisine ve yol göstericiliğine ihtiyaç duyulacak örgütümüze güç katması dileklerimle ve ülkemiz yargısının gittikçe kararan ufkunun aydınlanmasına katkı sağlayacağı inancıyla, hepinize yürekten teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum.
Murat ARSLAN
YARSAV Başkanı

Hits: 1068