” Adliyenin güvenlik sorununu çözmek Baro yöneticilerinin görevi değildir. Ancak iddia edilen sorunun çözümüne katkı sunma konusunda niyetleri varsa çözüm önermeleri, haklarını korumak üzere seçildikleri avukatları ‘makul şüpheli’ olarak önkabul içeren bir protokola imza atmak olmamalıdır.”
Bu yazıda tartışmak istediğim Avukatların aranmasının yasal olarak mümkün olup olmadığı değildir. Bilindiği üzere mevcut düzenlemeler, gerek avukatların gerekse hakim ve savcıların adliye girişlerinde aranmalarına müsaade etmemektedir. Bu konuda çokça yazı yazıldı, sanırım durumu tam özetlemesi nedeniyle Sayın Prof.Dr.Ersan Şen tarafından avukatların aranamayacağına ilişkin kaleme aldığı makalede yer verdiği ”…2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 9. maddesi önleme aramasını, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 116 ila 122. maddeleri adli aramayı düzenlemiştir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Tanımlar” başlıklı 6. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendi avukatı, “yargı görevini yapan”, yani “yargı mensubu” olarak tanımlamıştır. 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 1. maddesinde avukatlığın mahiyeti; kamu hizmeti, serbest meslek ve yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı özgürce temsil etmek olarak ifade edilmiştir. Avukatlık Kanunu’nun 2. maddesine göre avukatlığın amacı, hukuki sorunların çözümünde adalete hizmet ve temsil ettiği kişinin hakkını korumaktır. Gerek CMK m.130’da ve gerekse “özel kanun” niteliği taşıyan Avukatlık Kanunu m.58’de, avukatların bürolarının, konutlarının ve üzerleri ile eşyasının aranması konusunda genel arama hükümlerinden ayrı hükümlere yer verilmiştir. Bu yöntem, Anayasa m.13 ve 20/2’ye de uygundur. Kanun koyucu, taşıdığı sıfat ve ifa ettiği görev nedeniyle avukatların aranmasını özel olarak düzenlemiştir. Avukatın adli aramasını öngören CMK m.130’un yanında Avukatlık Kanunu m.58, adli ve önleme aramaları konusunda herhangi bir fark gözetmeyip, tartışma konumuz olan avukatların üzerleri ve dolayısıyla yanlarında taşıdıkları eşyanın nasıl aranacağını ortaya koymuştur…58. maddenin 1. fıkrasının son cümlesi net olup, avukatın üzerinin ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında aranamayacağını emretmektedir. Bu hüküm bir kanun hükmü olup, genelge veya talimatla değiştirilemez. Kanunun gözardı edilmesine yönelik her türlü genelge veya talimat “kanunsuz emir” niteliğini taşır. Anayasa m.137’ye göre kanunsuz emrin verilmesi ve yerine getirilmesi suç olup, TCK m.24’de düzenlenen “amirin emri” adlı hukuka uygunluk sebebi de sayılamaz. Nitekim “Haksız arama” başlıklı TCK m.120’de, hukuka aykırı olarak bir kimsenin üstünü veya eşyasını arayan kamu görevlisine 3 aydan 1 yıla kadar hapis cezası verileceği ifade edilmiştir….”makalesi (‘http://www.haber7.com/yazarlar/prof-dr-ersan-sen/1337742-avukatin- aranmasi’) hukuki durumu açıklamaya yeterlidir.
Ayrıca Danıştay 8. Dairesi’nin 12.11.2010 tarih, 2010/5626 E. ve 2010/6024 K. sayılı karar özetine göre,”…Avukat olan davacının, avukatlık kimliğini ibraz etmesine rağmen kolluk kuvvetleri tarafından üzerinin aranması nedeniyle manevi zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır. Avukatlık Kanunu uyarınca ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatların üzeri aranamaz. Suçüstü hali olmadan müvekkili önünde kolluk kuvvetlerince üzeri aranan davacının meslek onurunun zedelendiği açıktır.
Davalı İdarenin bu eylemde hizmet kusurunun bulunduğuna, davacının manevi zararının karşılanmasına, haksız zenginleşmesine de yol açılmamasını sağlamak üzere takdiren manevi zararın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı İdare tarafından davacıya ödenmesine ve fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmesi hukuka uygundur…” değerlendirmesi hukuki durumu izah etmeye yetmektedir.
Avukatların adliye girişlerinde uğradığı baskı ve şiddetin kaynağında, Türkiye Barolar Birliği
(TBB), İstanbul Barosu ve baro eski başkanlarından sayın Turgut Kazan’ın hukuken aksi düzenlemeler olmasına karşın Avukatların aranmasını ‘kelime oyunlarıyla’ mümkün kılacak tutum almasında yatmaktadır. TBB Başkanı Sayın Metin Feyzioğlu’nun bu konuda almış olduğu tutumun, tüm baroları bu yolda davranmaya yol açacak bir içerik taşıması sebebiyle derhal istifasını isteme konusunun tartışılması gerektiği kanaatindeyim. Bu konu ayrı bir yazı konusu olup öncelikle İstanbul Barosu ve baro başkanı Sayın Ümit Kocasakal’a ilişkin eleştirilerime yer vermek istiyorum.
İstanbul Barosunun web sayfasında yayınladığı ‘Avukatları Adliye Girişinde Aranmayacağı ancak taranacağına’ ilişkin TBB Başkanının açıklamalarıyla uyumlu İstanbul Cumhuriyet Başsavcısıyla imzaladığı protokola uygun açıklama avukatlar için vahim bir geleceğe işaret etmektedir.
Açıklamanın ilgili bölümü şöyledir ‘…a) Avukat meslektaşlarımız girişte çipli-akıllı kimlik kartlarını okuturken çantalarını x-ray cihazına bırakacaklardır. Alınan teknik bilgiler ışığında bu uygulamada çantanın içindeki evrakların görülmesi veya okunması da fiilen ve teknik olarak söz konusu değildir. Dolayısıyla bu uygulama hukuken ve fiilen bir arama değildir…’ Bu açıklamaya göre teknik cihazlarla yapılan arama sayılmamaktadır. Ceza Hukuku alanında Akademik bir kariyerin de sahibi olan Baro Başkanı Ümit Kocasakal’ın 2559 Sayılı PVSK.nunda yer verilen ‘Önleme araması’ başlıklı maddenin son fıkrasında yer verilen,
Madde 9- (Değişik: 2/6/2007-5681/3 md.)
‘….Polis, tehlikenin önlenmesi veya bertaraf edilmesi amacıyla güvenliğini sağladığı bina ve tesislere gelenlerin; herhangi bir emir veya karar olmasına bakılmaksızın, üstünü, aracını ve eşyasını teknik cihazlarla, gerektiğinde el ile kontrol etmeye ve aramaya yetkilidir…’ hükmünü bilmediği düşünülemez. İlgili madde açıkça teknik cihazlarla yapılan işlemin 2559 Sayılı Kanunun 9. Maddesine göre ‘arama’ olduğuna yer vermektedir. TBB başkanı ile İstanbul Baro Başkanının peşine takılan İstanbul Barosu eski Başkanı sayın Turgut Kazan da bu tutuma eklemlenmekte ve avukatlara ilişkin düzenlemeleri yok sayarak avukatların aranmasını söz konusu denetimin ‘arama’ olmayıp ‘tarama’ olduğunu savunmaktadır. Bu yaklaşıma göre doğrudan ortam veya uzaktan cihazla veya telefonun dinlenmesini “dinleme” sayıp saymadığını merak etmekteyim. Her iki durumun da dinleme sayılacağı / sayıldığı gerçeği bizi ister elle ve isterse cihazla yapılsın, avukatların üzerinde veya yanında bulunan çantasının kontrolünü öngören tüm yöntemler 2559/9 maddesindeki düzenleme doğrultusunda ‘arama’ olarak değerlendirilmelidir.
Bu güvenlikçi yaklaşımın İstanbul Adliyesi Başsavcılığı ile İstanbul Emniyet Müdürü’nün güvenlik sorununa ilişkin çözümünün baro başkanlarınca görev olarak üstlenilmesi anlamına geldiğini ifade etmem gerekir. Adliyenin güvenlik sorunun çözmek baro yöneticilerinin sorunu olmayıp ancak böylesi bir konuda sorunun çözümüne katkı sunma konusunda hevesleri varsa çözüm önermeleri, haklarını korumak üzere seçildikleri avukatların ‘makul şüpheli’ olarak kabulünü içeren bir protokola imza atmak olmamalıydı. (Baro açıklaması. ‘Mesleğimizin ve meslektaşlarımızın haksız ithamlarla karşı karşıya kalmaması bakımından bu şekilde sorun Kanuna ve meslek onuruna uygun, sorumluluk ve eşitlik temelinde çözülmüş olacaktır’.)
Baro açıklamasında ”… b) Çantanın x-ray cihazından geçişi esnasında, içinde silah veya benzeri şüpheli bir cisim bulunduğu yönünde bir kuşku ortaya çıkması halinde dahi çantada bir arama yapılmayacak ancak meslektaşımız bu cismi göstermeye davet edilecektir. Bu yapılmadığı takdirde içeri girilemeyecektir…’
c) Çantasını x-ray cihazına bırakmak istemeyen meslektaşımız, sadece silah, patlayıcı ve benzeri ağır metallere müdahaleyi gerektirir tepki verecek surette ayarlanan duyarlı kapıdan çantası ile birlikte geçecektir. Bu geçiş sırasında çanta uyarı verdiğinde gene çanta aranamayacak ancak, bu uyarıyı verebilecek olan cismin tanıtılması/gösterilmesi istenecek, bunun reddedilmesi halinde giriş yapılamayacaktır.
4) Avukat meslektaşlarımız girişte çipli-akıllı kimlik kartlarını okuttuktan sonra sadece silah, patlayıcı ve benzeri ağır metallere müdahaleyi gerektirir tepki verecek surette ayarlanan duyarlı kapıdan geçecektir. Bu geçiş sırasında duyarlı kapının uyarı vermesi halinde hiçbir şekilde elle üstü aranamayacak, dedektör taramasına da tabi tutulmayacak sadece bu uyarıyı verebilecek cismin tanıtılması istenecek, bu yapılmadığı takdirde içeri giriş mümkün olmayacaktır…” görüşüne yer vermektedir.
İstanbul Barosu Yönetiminin bu açıklaması açıkça ‘mesleki faaliyetin engellenmesi’ içeriğini taşımaktadır. Ülkemizde ilk defa karşılaşmadığımız bir tutum olan bu davranışın adı, niyetleri ne olursa olsun ‘iktidarla işbirliği’ olarak tarif edilir.(avukatların aranması konusunda) Hakim ve Savcılara ilişkin kısa bir değerlendirme yaparak yazının asıl konusu olan bu protokolun imzalanmasına ilişkin gerek yöntem gerekse nedenleri ve itirazlarıma değinmek istiyorum.
İstanbul Barosu açıklamasında, kendi üyelerini mesleki faaliyetten meneden hukuki düzenlemelere aykırı ve avukatları ‘makul şüpheli’ gören tutumlarını meşrulaştırmak için, bu hukuk dışılığa Hakim ve Savcıların da tabi olacağına yer vererek kendilerini aklama çabasına girmişlerdir.
İstanbul Barosu web sitesindeki ”… Hakim ve savcıların adliyeye girişi aynı prosedüre tabi olacaktır. Nitekim bu uygulama başlamıştır…” açıklaması yetki ve görevlerini aşan, iktidarın yargıyı zapturapt altına alma çabasına verilmiş bir destek anlamındadır.
Açıklamaya konu olan hukuki durumu ele alacak olursak, 2802 sayılı Kanunun ‘Silah edinme’ başlıklı Madde 112 /A- (Ek: 2/12/2014-6572/30 md.) düzenlemesinde ”…Hâkim ve savcılar, Emniyet Genel Müdürlüğünce 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun ek 8 inci maddesi uyarınca temin edilen yerli veya ithal tabancaları, anılan maddedeki şartlar uyarınca bedeli mukabilinde zatî silah olarak satın alabilirler…” hakim ve savcıların bu zati silahlarını 6136 sayılı Kanunun ek 1/3 düzenlemesinde yer verilen ”…Ek Madde 1 – (Ek:30/6/1970-1308/7 md.; Değişik: 22/11/1990-3684/2 md.) A) Duruşmalarda, mahkeme salonlarında, hastanelerin psikiyatri bölümlerinde, akıl hastanelerinde, ceza ve tutukevleri ile her türlü ıslah ve infaz kurumlarında veya bunların eklentilerinde,…… (A) ve (B) bentlerinde sayılan yerlerde 7 nci maddenin 1,2,3 ve 4 numaralı bentlerinde belirtilen, kişiler ile bu yerlerin güvenliği için görevli bulunan polis ve jandarma personeli, (C) bendinde sayılan yerlerde ise yalnız bu yerlerin güvenliği ile görevli bulunan polis, jandarma ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Muhafız Taburu personeli silahlarını taşıyabilirler…” düzenlemesi aynı kanunun 7.maddesindeki düzenleme ”… – (Değişik: 23/06/1981-2478/3 md.) Ateşli silahları ancak;…. 2. Özel kanunlarına göre silah taşıma yetkisine sahip bulunanlar,…4. B) -b) Hakim, C. Savcısı ve C. Savcı yardımcısı ile bu meslekten sayılanlardan,….Taşıyabilirler veya mesken ya da iş yerinde bulundurabilirler…” düzenlemeleri açıkça hakim ve savcılara duruşma salonunda dahi silah taşıma hakkı vermekte iken, hakim ve savcıları da adliyede aratma/taratma merakının umar ve dilerim ki sadece makul şüpheli haline getirmeye çabaladıkları avukatları iktidarın baskısına ve denetimine boyun eğdirme amacıyla sınırlıdır.
Zira yer verdiğim bu düzenlemeler karşısında hakim ve savcıların aranabileceğini ileri sürmek hukuken doğru olmamakla birlikte, bu düzenlemeler olmasaydı dahi aranmalarına karşı çıkmak gerekirdi. Bu nedenle avukatların arama/tarama karşısında bu hukuk dışılığı eşitleme çabası içine girip hakimlerin savcıların da aranması yönünde taleplerin, savunulması boyun eğilen yasa dışılığa başkaca yargı çalışanlarını katma çabası dışında bir anlam taşımayacaktır.
AVUKATLARIN ADLİYE GİRİŞİNDE ARANMASI GÜVENLİK NEDENİYLE MİDİR?
Avukatların aranmasında asıl amacın avukatların itibarsızlaştırma hedefi yatmaktadır. İktidarın toplumu gittikçe baskı ve şiddetle yönetme isteğinin en belirgin örneği ‘iç güvenlik paketi’ diye topluma sunulan yasal düzenlemedir. Bu düzenlemeyle artık keyfi gözaltı, taciz, tecavüz ve işkence vakaları yakın geçmişe göre oldukça yoğunlaşacaktır. Bu düzenleme ile Gezi süreci gerici iktidarı korku veren bu sürecin tekrarlanma ihtimalinin yanı sıra Kürt illerinde yakın tarihte yaşanan yoğun şiddet içeren kitlesel olaylar karşısında, görevlendirecekleri devlet güçlerine güvence sağlama hedeflemektedir.
Bir başka sebepse, adliye baskınında rehin alınan Cumhuriyet Savcısı’nın ve örgüt üyesi iki eylemcinin ölümüyle sonuçlanan operasyona ilişkin başta otopsi raporunun içeriği ve operasyon neden yapıldı sorularının sorulmasının üstünün örtülme çabasıdır. Öte yandan Baro Başkanının arabuluculuk sonrasında önümüze sunulan protokolun imzalanmasıyla dikkat ve ilginin operasyondan uzaklaştırılması ve operasyonun üstünün örtülmesine yönelik olması mıdır? Şimdilik bilmiyoruz.
Anladığımız artan devlet şiddeti karşısında durabilecek ve sorumlularını yargıya götürüp, teşhis ve teşhir edebilecek meslek mensubu olan avukatların toplumdaki itibarını sarsmayı güvenilirliğini yok etmeyi hedefleyen bir operasyonun parçası olan ‘avukatların aranmasının’ TBB ve İstanbul Barosunca avukatlara dayatılmasıdır.
Avukatları ‘makul şüpheli’ sayan bu hukuk dışı tutuma girmeden önce beklerdim ki, baro yönetiminin avukatları toplayarak tartışıp ortak bir karar çıkarsın. Bu kadar geniş kitleye ulaşmak sorun derseniz, ikili bir yolla bu konu çözülebilirdi. Baro sayfasında avukatların bu konuya ilişkin görüş ve eylem önerileri ile oylama yapabilecekleri bir çalışma yapılabilirdi. Baro yönetiminin iktidarca görevden alınma istemi ve yargılanma tehdidi altında kaldığı zaman kullandığı grupları bir araya getirerek ortak tavır almamızı sağlayan yöntem bu aşamada da uygun bir yöntem olurdu.
Kaldı ki, Polisin Baro Başkanı sayın Ümit Kocasakal’a yönelik adliyedeki saldırgan davranışı karşısında Baro yöneticisi Mehmet Durakoğlu’nu arayıp Baro Başkanının baro gruplarına ve avukatlara haber vermeden adliyeye gitmesinin doğru olmadığını Baro Başkanını adliyeden kimsenin çıkartamayacağını, bu gibi durumlarda yanında yer alacağımızı, geçmiş olsun dileklerimizle ilettik.
Ancak, biz ortak tavır beklerken ertesi gün Baro Yönetiminin Başsavcı ve yardımcılarıyla ortak toplantı yaptığını gördük.
Baro yönetimine soruyorum; Meslek örgütümüzün üyeleriyle konuşmak yerine hemen Başsavcısıyla görüşme yapıp avukatların aranmasına ilişkin hukuk dışı içerikte bir protokol imzalamanızın sebebini açıklayabilir misiniz?
Sorularımız var ve cevabını bekliyoruz.
-Başsavcıyla hemen protokol imzalamanızın sebebi, iktidarın sizle paylaştığı bizim bilmediğimiz bir durumun varlığımıdır?
Yada mesleki bir gerekçeyle düşünürsek,
-Avukatlar içinde gerçekten makul şüpheliler olduğuna inandırıldınız da o nedenle mi kimseye danışmadan karar aldınız?
-Ya da bilmediğimiz başkaca sebepler mi var?
Hukuk dışı protokolu imzalamanızdan sonra web sitesindeki yer verdiğiniz a ”… b) Çantanın x-ray cihazından geçişi esnasında, içinde silah veya benzeri şüpheli bir cisim bulunduğu yönünde bir kuşku ortaya çıkması halinde dahi çantada bir arama yapılmayacak ancak meslektaşımız bu cismi göstermeye davet edilecektir. Bu yapılmadığı takdirde içeri girilemeyecektir….” açıklamasıyla güvenlik görevlilerinin avukatları adliyeye almamalarını kabul etmenizin hukuki ve siyasi karşılığının anlamını biliyor musunuz?
Baro yönetimi olarak meslek mensuplarının adliyeye girmesinin özel güvenlik görevlilerince engelleneceğini içeren bir metne imza atmanızın gerçek sebebini mutlaka öğreneceğiz. Özel güvenlik, şimdilik sizin imzaladığınız yasalara aykırı protokola dayanarak tutanak düzenlemekte ve bu tutanakları Başsavcılığa ilettiklerini ve Başsavcılığın da bu tutanakların bir suretini Baroya gönderdiklerini söylemektedir. Bu durumda, protokola aykırı davranan avukatları Başsavcılıkla birlikte fişliyor musunuz?
Bu tutanakların iletilmesinden sonrasında başsavcılık bu avukatlar hakkında ne gibi işlemler yapacak?
Bu konuda protkolunuzda açıklanmamış hükümler var mı?
Başsavcılık hakkında tutanak düzenlenen avukatları fişleyecek mi?
Ya da makul şüpheli haline getirdiğiniz avukatlar adliyede meydana gelecek herhangi bir olayın soruşturmasının şüphelisi mi olacak?
Ayrıca siz protokola uymayan avukatlar hakkında disiplin işlemi mi yapacaksınız?
Siz neye imza attığınızın farkında mısınız?
Sizden Orhan Apaydın olmanızı bekleyen yok. Ancak Baro tarihine, ‘kadın avukatlara ötmeyen sütyen kullanılması tavsiye edilmesine neden olan yönetim’ olarak geçmekte olduğunuzu birinin söylemesi gerekmektedir..
Sayın Ümit Kocasakal, aldığınız karar avukatlar tarafından tepkiyle karşılanırken, Tayyip Erdoğan’dan bu eleştirileri göğüslemenizi sağlayacak arabulucuğunuzla ilgili gelen sataşma emin olun sizin avukatların aranmasındaki işbirliği nedeniyle sunulmuş elvermeden başka bir anlam taşımamaktadır. Politik dayanışmanızın hikmet-i sebebi devletin bekaasıysa ortada bekasını düşüneceğiniz 1923 yılında kurulmuş bir devlet yok. Size el verenler bekaasını düşündüğünüz 1923 yılında kurulan devleti yıkmaya çalışanlardır. Devlet kurumlarıyla vardır, yıkılması hedeflenen bir şekilde kırık dökükte olsa ayakta kalan tek kurum olan Yargı kurumudur . Yolsuzluk operasyonları sonrasında bu kurumun da iktidarın güvenliği açısından süratle tahrip edildiğini görmekteyiz. Bu durum sizin el verdiğiniz, 2023 yılındaki açıklanacak devletin inşa sürecidir aynı zamanda.
ARABULUCULUK ve CUMHURİYET SAVCISININ REHİN ALINMASI OLAYI
Lafı uzatmadan hemen ifade etmeliyim, savcı Mehmet Selim Kiraz’ın rehin alınması eylemini yanlış bulmaktayım. Bu eylemin ne öldürülen Berkin Elvan dosyasına yararı olmuş ne de toplumda demokratikleşmeye katkısı olmuştur . Esasen bu tür eylemlerin toplumsal gelişmeye katkısı olmayacaktır. Diler ve umarım yaşanan can kayıplarıyla hepimizi üzen bu tür eylemler bir kez daha tekrarlanmaz.
Ayrıca Gezi sürecine ilişkin müvekkilim Burak Ünveren’in dosyası, öldürülen Cumhuriyet Savcısı Mehmet Kiraz’da bulunmaktaydı ve savcının atanmasının akabinde soruşturma dosyası ilerleme kat etmişti. Son derece kibar ve çalışkan bir savcıydı. Gezi sürecindeki dosyalar üzerinde ciddi bir çaba içine girmişti. Bu demek değildir ki bu tutum içinde olmayan savcının odasının basılması onaylansın. Adliyedeki sorunların çözümünün yolu bu değildir.
Ancak rehin alan eylemcilerin niyetinin savcıyı öldürmek olduğu hususu tartışmalıdır. Eğer öyle olsaydı ilk verdikleri süreyi eylemciler uzatmazdı. Esasen medyaya yansıyan konuşmalardan bu anlaşılmaktaydı. Sorun şu ki bu gibi durumlarda arabulucunun işlevi mesaj iletmekle sınırlı değildir. Burada artık iki taraf vardır ve arabulucular genellikle tarafların baskısı ve istekleri karşısında pasifize olurlar.
Arabulucunun öngöreceği ilk husus, tarafların her zaman aksiyon içine girebileceği olmalıdır. Tarafların isteği ve Başsavcılığın talebi üzerine arabulucu olarak tanımlanan Baro Başkanı sayın Ümit Kocasakal’ın bu durumu engellemeye yönelik girişimlerde bulunması gerekirdi. Bunun için gerek örgütün harekete geçmesinin gerekse devletin operasyon girişiminin üç insanın ölümüyle sonuçlanacağı gerçeğini kamuoyu önünde paylaşıp öncelikle bu yoldaki girişimlerin önünü almaya çalışması gerekirdi. Ayrıca Adliyede görev yapan savcı ve hakimlerin adliyeyi boşaltıp evlerine gitmeleri hem insanlık hemde mesleki dayanışma açısından kabul edilemez bir hataydı. Arabulucu bu kararın operasyon için hazırlık olduğunu bilmeliydi. Öte yandan devletin bildirdiği Berkin Elvan’ın soruşturma süreci içinde şüpheli olarak bildirdiği üç ismin kamuoyuna açıklanmasında, avukatların yanlarında emniyet müdürünün de bulunma talebinin devlet gelenekleri ve alışkanlığı içinde olmadığı, şart koşulması halinde de sonucun operasyon olacağı öngörülmeliydi.
Üç insanın ölümüyle sonuçlanan polis operasyonuyla biten rehin alma eyleminde arabulucu olarak bulunan Baro Başkanı’nın, operasyonun hemen akabinde adliye önünde bu eylemini kınayan kısa açıklaması dışında bir değerlendirmesini duymadık. Operasyonun hemen ertesinde avukatların aranmasına ilişkin protokol imzalayarak tartışmayı avukatların makul şüpheli olmasına yol açma yerine, protokolu imzalamayarak operasyon yapılmaması halinde üç insanında hayatta olup olmayacağı gerçeğini tartışmaya başlayabilseydik maddi gerçeği daha iyi öğrenebilirdik.
Baro yönetimince arama/tarama yolunda atılan adımdan ilerleyen iktidar, artık avukatları da tutuklamaya başladı. Baro seçimlerinde yüksek sesle dile getirdiğimiz Sulh Ceza Hakimliklerine ilişkin eleştirilere kulaklarını kapatan Baro Yönetiminin yaptığı ‘tuz koktu’ açıklamasında ”… Meslektaşımızın maruz bırakıldığı haksızlığın takipçisi olurken, bu haksızlığın son günlerde oluşturulmaya çalışılan itibarsızlaştırma stratejilerinin bir parçası olup olmadığını da gözleyeceğiz. Ama asıl önemlisi, yeni aldığı biçimle Sulh Ceza Hakimliklerinin ivedi olarak yeniden değerlendirilmesini de gündeme getireceğiz…” açıklamasında ivedi olarak değerlendirmesi için ‘atı alan Üsküdarı geçti’ sözünü hatırlatmak isterim. İstanbul Barosu genel Kurulunda Sulh Ceza Mahkemelerinin toplumu adeta esir alabilecek içerikte bir düzenleme olduğu konusunda yaptığımız konuşmada bu düzenlemeye karşı derhal karşı çıkılmasına yer verdiğimizi hatırlatmakla yetiniyorum.
Sayın Ümit Kocasakal, laiklik iddianızı toplumsal mücadele alanına taşıyacak hiçbir girişiminiz olmadı. Keza Sulh Ceza hakimlikleri üzerine yeni yaptığınız ‘tuz koktu’ lafı dışında girişiminiz yok. İç güvenlik paketi altında yapılan düzenlemeler için ortada bir mücadeleniz yok.Önümüz 1 Mayıs, yargı kararları ortada ve Taksim yine keyfi kararla halka kapalı tutuluyor. Gezi sürecinde öldürülen ve organ kaybedenlerin soruşturma ve kovuşturmalarında yeteri kadar etkin olmadınız. Baronun aktif olarak yer alması gereken toplumsal müdahalelerden uzak durmaktasınız.
Dünyanın en fazla üyesi olan İstanbul Barosu’ndan beklenen özgürlük ve insan hakları mücadelesinin yanında yer almasıdır. Diktatörlük heveslilerin baskı yasalarına, gericiliğe karşı, demokrasi mücadelesinin bayrağını taşıması gereken baronun, varlık sebebi olan avukatlara adliyelere girmeyi men eden bir tutum içinde olması kabul edilemez.
Arama/tarama kararına karşı direnen avukatların mücadelede ilk görmek istedikleri hangi gruptan seçildiğine bakılmaksızın meslek örgütünün yanlarında olmasıdır Ne acıdır ki,avukatların mücadele etmek zorunda kaldıkları güvenlikçilerin elinde yasal düzenlemelere aykırı Baronun imzası bulunan protokol bulunmaktadır. Avukatlar bu sorunu aşarlar. Bu süreç ulusal ve uluslararası mahkemelere, tazminatlara konu olur ve tarihe bu yolla da geçebilirsiniz.
Sevgili Baro yönetimi, Sayın Ümit Kocasakal hukuken hiçbir değeri olmayan bu protokoldan imzanızı çekip olmanız gereken yere, avukatların yanına gelin. 24/04/2015
Av. Ayhan Erdoğan
http://adaletvesosyalizm.com/avukatlar-makul-supheli-midir/