Ha bu da bağa ders olsun!

~ 03.03.2015, Yeni Yaklaşımlar ~

Genelde yetki belgeli, “tek kullanımlık” avukatlar, duruşmaya dosyadan bihaber girer bizim ülkemizde. Hâkim de kendisiyle aynı durumda olduğundan pek sıkıntı çıkmaz. Karşı tarafın zavallı avukatı dosyayı anlatmak için bir taraflarını yırtsa da, “Sonra yazılı beyanda bulunursunuz avukat bey/hanım” duvarından öteye geçemez.

Geçen hafta bir avukat arkadaşın ricasını kıramayıp yetki belgesiyle yine bir duruşmaya girmek zorunda kaldım. Dosyaya sunulan dilekçeleri, duruşma tutanaklarını falan istediysem de, yarım yamalak duruşma bilgileri ve yetki belgesini zar zor kendime göndertebildim. Sanırsınız karşı tarafın avukatı, o yüzden bilgi saklıyor!  Sağ olsun arkadaşım gerekli belgeler yerine akıl vermeyi tercih etti: “Abi, ‘önceki beyanlarımızı tekrar ederiz’ der geçersin. Hâkim birkaç aya emekli olacakmış zaten, pek ilgilenmiyor dosyayla.

Ben yine de temkinli bir avukat olduğumdan duruşmaya yarım saat erken gidip dosyayı okumaya karar verdim. Ancak gittiğimde ne göreyim, bizim arkadaş duruşma saatini de yanlış vermiş. Duruşmaya ancak mübaşir adımızı okurken yetişebildim. Duruşma salonuna girerken dikkat ettim, karşı tarafın avukatının elinde de sadece yetki belgesi var, dosya yok. Ben biraz rahatladım tabii. Demek ki eşit güçlerin savaşı olacak. Ya da güçsüzlüğün! O davalı tarafına geçer geçmez, ben de davacı koltuğuna kuruldum.

Hikâyenin bundan sonrası tam bir felaket. Bizim, birkaç aya emekli olacak dediğimiz hâkim, meğer çoktan emekli olmuş. Onun yerine icra mahkemesine bir ağır ceza hâkimini atamışlar. Daha doğrusu atalamışlar! İktidara muhalif hâkimlerin alt mahkemelere sürüldüğünü duymuştum da, icra mahkemesi nedir yahu? Bildiğiniz, tam oyunu bitiriyorum derken bilgisayar resetlenmiş.

Hâkim ağır cezadan olunca işler yavaş yavaş karışmaya başladı tabii. Davacı taraf olmam sebebiyle, öncelikle sorularını bana yöneltti: 

- Beyanınız avukat bey? 
+ Eski dilekçelerimizi tekrar ediyorum.
- Eski dilekçelerinizde ne demiştiniz? 
+ Davamızın kabulünü talep etmiştik.
- Sebep? 
+ Haklı olduğumuzdan.
- Haklı olduğunuz sonucuna nereden vardınız? 
+ Dosyadan.

Diyalog, dosya hakkındaki bilgisizliğimin etkisiyle “balta kesti, suya düştü, inek içti” şeklini alınca hâkim dayanamayıp sırıtmaya başladı. O sırıtınca, onun arkasından karşı tarafın avukatı. Ancak sıranın sırıtık avukata geçmesi pek uzun sürmedi.

- Siz ne diyorsunuz avukat bey? 
+ Biz de eski dilekçelerimizi tekrar ediyoruz.
- Ama dosyaya hiç dilekçe sunmamışsınız ki.

İşte tam bu noktada, biz dosyadan ne kadar bihabersek, hâkimin de bir o kadar dosyaya hâkim olduğunu anladık. Hâkimin sırıtışı gülmeye dönünce, ben de bir yandan gülerek yardırdım:

Daha dosyada dilekçeleri yok, bir de onu tekrar ediyorlarmış.” Hâkim tekrar avukata dönünce, ellerimle kibar bir şekilde “koyduk mu çocuğu” işareti yapmayı da ihmal etmedim. Avukat bozulsa da devam etmek zorunda kaldı.

+ O zaman davanın reddini talep ediyoruz.
- Sebep? 
+ Haksız olduğu için.
- Neden haksız olduğunu düşünüyorsunuz? 
+ Haklı olmadığından.

Ben yine burada yırtık dondan çıkar gibi lafa girdim: “Böyle açıklama mı olur hâkim bey, allasen.” Sanki benim cevaplarımın farkı vardı. Duruşma değil, bildiğiniz ilkokul üçüncü sınıf sene sonu müsameresi! Ancak ben tam “kazandık davayı” diye düşünürken hiç olmayacak bir şey oldu. Karşı tarafın avukatı, “Şirketimiz Fiti Fiti A.Ş...” ifadesiyle yeni bir cümle denemesi yapınca hâkim bir an irkildi. Meğerse diğer avukat davacı, bizse davalı vekili değil miymişiz? Bilgi eksikliğimiz, duruşmaya geç kalma stresiyle birleşince kendimize en yakın (ve de yanlış) olan koltuklara oturuvermişiz anlayacağınız. Hâkim yer değiştirtip tekrar başladı sorguya. Taze davacı, karşı taraf vekilinden başladı:

- Şimdi ne diyeceksiniz?
+ Haklı davamızın kabulünü talep ediyoruz tabii ki hâkim bey.

Bu cevabı alınca hâkim bu kez kahkaha atmaya başladı. Bildiğiniz gözünden yaş geliyor. Sabah eğlencesi olduk adama iyi mi! Çok üstelemeyip bana döndü sonra. Anladım ki, asıl benim ne diyeceğimi merak ediyor. O esnada karşı taraf avukatının elleriyle yaptığı nezaketsiz hareketi dudaklarından dökülen fısıltı şeklindeki “haşırt the blackboard” lafı ile tamamladığını gördüm. Terbiyesiz adam işte, meslektaşa yapılacak hareket mi bu! Hâkim sordu:

- Siz ne diyorsunuz avukat bey? 
+ Önceki beyanla... (Burada beyanımızın falan olmadığını hatırlayarak) Davanın reddini talep ediyoruz.
- Sebep? 
+ (Buna ne cevap verilir ki?) Dava haksız olduğundan.
- Biraz önce dava çok haklıydı ama? 
+ (Yüzsüzce Dursun’un, aşağıda çalışan Temel’i minareye çağırdığı esnada aşağı inip karısını “öptüğü”, sonra da vallahi buradan böyle gözükmüyormuş dedirttiği müstehcen fıkraya atıf yaparak) Karşı masadan öyle görünmüyordu ama bu tarafa geçince hakikaten davanın haksız olduğu anlaşılıyor.

Hâkim bildiğiniz dinlene dinlene dövdü bizi. Sorular biraz daha devam etse, iki avukat birbirimize sarılıp salya sümük ağlayacaktık da, acıyıp durdu. “Velileriniz gelsin” der gibi, bir sonraki duruşmaya dosyanın asıl avukatlarını çağırmamızı tembihledi.

Hani Temel’e darağacında son sözünü sormuşlar, “Ha bu da bağa ders olsun” demiş ya; ben de duruşma çıkışı, iş işten geçip rezil olduktan sonra, bir daha yetki belgesi ile bilmediğim dosyanın duruşmasına girmeye tövbe ettim. Ancak aradan iki dakika geçti geçmedi, bizim avukat arkadaşlardan bir diğeri aradı: “Abi geçen gün senin duruşmaya girmiştim ya, bu sefer de benim sana işim düştü. Haftaya salı günü Kartal Adliyesi’nde olacaksan bir duruşmaya girmeni rica edecektim.” Arkadaş, nasıl bir batağa düşmüşüz biz! Mafyadan beter anasını satayım; giriş var, çıkış yok! Bir kere bulaştın mı bu işlere, imkân yok kendini kurtaramıyorsun.  Bugün günlerden salı. Bilin bakalım neredeyim?

 

Av. Ozan Gülhan

 

Solhaber

Hits: 6362