19 Şubat 2015
Ali ER
İç Güvenlik kavramını birkaç kelimeye sığdırmak gerekirse; bireyin yaşam alanlarında öngörülebilir ve öngörebilir olmasıdır. Garantisi, evrensel insan hakları, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığına dayanan demokratik anayasal düzendir. Ancak Türkiye’de artarak devam eden “şahsa ve keyfe özel” yasal ve anayasal düzenlemeler ile fiili uygulamalar nedeniyle iç güvenlik başta olmak üzere Türkiye, ekonomiden uluslararası ilişkilere kadar her açıdan “öngörülebilirliğini” kaybediyor. Bu bağlamda iç ve dış güvenlik ile toplumsal barış artan risklerle karşı karşıya. Tek muktedirin iki dudağının arasına bağlanmaya çalışılan yasama ve yargı erklerinin fren denge görevi ise gün geçtikçe anlamını yitiriyor. Bu durum Türkiye’yi yönetilebilir olmaktan çıkardığı gibi kaos içindeki Irak, Suriye veya Afganistan gibi “Başarısız/Kırılgan” devletler ailesine süratle yaklaştırıyor.
Bu nedenle Türkiye’de keyfileşen yönetim anlayışı, başlı başına demokrasi ve hukukun üstünlüğüne yönelik risk hatta tehdit olarak öne çıkıyor. Türkiye’de istikrar ve güvenlik için yeni “iç güvenlik” yasalarına değil özgürlüklere, hukukun üstünlüğüne, yargı bağımsızlığına özetle; evrensel demokrasi ve hukuk ilkelerini kendine yol gösterici gören iktidara acilen ihtiyaç var. Bu bakımdan yaklaşan 7 Haziran seçimlerinde Halkımıza büyük sorumluluk düşüyor. Çünkü Genel seçimlere giden Türkiye’de alelacele dayatılan iç güvenlik yasa tasarı adeta özgürlük, hukukun üstünlüğü ve demokrasi taleplerine karşı baskıcı bir yönetim hazırlığının en somut göstergesi. İç güvenlik yasa tasarısının, kâğıt üstünde de olsa Anayasal güvence altında olan temel insan hakları, demokrasi ve özgürlükler ile evrensel hukuk ilkelerini hiçe sayan bir anlayışla hazırlandığı ayan beyan ortada. AKP’nin “Biz” ve “Onlar” söylemleri ile toplum içinde keskinleşen safların sinir uçlarını tetikleme ve toplumsal barışı dinamitleme potansiyeline sahip bu tasarıya anlaşılabilir demokratik gerekçeler bulmak mümkün değil. Bu yasa tasarısı ile bırakın iç güvenliğin güçlendirilmesini, başlı başına iç güvenliğimize tehdit olabilecek riskleri içeriyor.
Bayram değil seyran değil iç güvenlik yasa tasarısı hangi ihtiyaçtan ortaya çıktı? Bunu anlamadan yasa tasarısının ayrıntıları ile didişmek hiç de anlamlı değil. Çünkü yok Molotof kokteyli atanlar ya da yüzünü kapatan gösterici tartışmaları, asıl tasarının dayandığı stratejiyi örtmekten başka işe yaramaz, hazırlayanların tam da istedikleri bu. Çünkü mevcut yasalarda her türlü terör ve şiddet içeren eyleme karşı “yetki”, dün olduğu gibi bugün de güvenlik güçlerinin elinde fazlasıyla var. Bunu uygulamak için iktidarın elini kolunu bağlayan da yok; Yeter ki demokratik sınırlar içinde gerekli siyasi iradeyi göstersin.
O halde Hükümetin iç güvenlik yasa tasarısı üzerindeki ısrarının arkasında yatan zorunluluk nedir?
Adı herkesçe bilinen ancak içerik ve boyutlarını kamuoyunda kimsenin bilmediği çözüm sürecinde gelinen aşamada masada kalan son seçeneklerin halk kesimlerince sindirilmesinin güçlüğü olsa gerek. Çözüm sürecinin esir aldığı iktidarın köşeye sıkıştığı ve halk arasında infiale yol açabilecek pazarlığın sonuçlarını baskı ile önlemeye hazırlandığı anlaşılıyor. Masada verilen sözlerin Nevruz’da açıklanması halinde toplum içinde doğabilecek demokratik tepkilere karşı önleyici tedbirler için yasal kılıf hazırlamak aceleciliği yüksek bir olasılık. Özetle bu yasa tasarısı terör örgütleri veya terör eylemlerine karşı değil demokratik tepkilerini barışçıl eylemelerde duyurmaya çalışan geniş Halk kesimlerine karşı “Demir Ökçe” yasası olduğunu şimdiden kayda geçirmekte yarar var. İktidarın muhaliflerini nasıl ezebileceğini anlamayanlara Jack London’ın muhteşem eserini bir kez daha okumalarını önermekten başka çare yok…
Eğer AKP iktidarının niyeti; iç güvenliği çağdaş demokratik değerler ve ilkelerle sağlamak olsa bu yasada getirilmek istenenleri telaffuz dahi etmemesi gerekir. AKP’nin ilk yıllarında dillerinden düşürmedikleri 90 yılların “Güvenlikçi” politikaları hortlatmalarının hiç de gereği yok; üstelik konvansiyonel güvenlik risk ve tehditlerin kabuk değiştirdiği bu günlerde.
Günümüzde güvenlik; Terör ve siber saldırılar başta olmak her türlü iç ve dış askeri, ekonomik, sosyo-kültürel risk ve tehditlerle doğal afetlere karşı topyekûn önlemler ve mücadeledir. Ulaştırmadan ekonomiye ve haberleşmeye, sınırlarımızdan şehirlerimize, sanat ve kültürel hayatımıza kadar milli güç unsurlarının topyekûn güvenliği esastır. Ancak AKP iktidarı bunun farkında dahi değil. AKP için güvenlik riski denince siber saldırılardan, terör örgütlerinden önce medya ve demokratik halk hareketleri öne çıkıyor. Güvenlik tek muktedirin hırsına esir edildiği gibi, bilgi ve kurumsal hafıza ile akıl ve bilim buzdolabına kaldırılmış görünüyor. Bu bağlamda Türkiye’de, yolsuzluk, organize suç örgütleri, terörizm, siber saldırılar, göçler, uyuşturucu ve insan ticareti, enerjide tek kaynağa yönelen bağımlılık, doğal afet olasılığı gibi sorunlar acil önlem bekleyen ancak AKP iktidarlarınca göz ardı edilen güvenlik sorunlarıdır. Buna karşılık ifade özgülüğü başta olmak üzere bireysel hak ve özgürlükler ile halkın demokratik tepkilerini önleyici tedbirlerle baskılayacak yasal çerçeve iç güvenlik yasa tasarısıyla dayatılmaktadır. Güvenlik adına demokrasi ve özgürlükler tehdit edilmektedir. Oysa çağdaş demokratik yönetimlerde;
· Güvenlik hiçbir kişiye, parti veya gruba endeksli olmamalı,
· Herkes için güvenlik, hukuk ve demokrasinin garantisi altında vazgeçilmez bir hak olmalı,
· Güvenlik hukukun üstünlüğüne tabi ve garantisi altında olmalı,
· Güvenlik adına hiçbir kişi, kurum veya grup yasama ve yargı denetimden kaçırılmamalı,
· Güvenlik tedbirleri hiçbir hal ve şartta hukukun üstünlüğü, bireysel hak ve özgürlükler aleyhine kullanılmamalı,
· Güvenlik güçleri evrensel hukuk ve insan haklarını tehdit edebilecek hiçbir silah, teçhizat, olanak ve yetki ile donatılmamalıdır.
Ancak söz konusu yasa tasarısında adeta bu ilkelerin tersi ne ise o getirilmektedir. Eğer AKP iktidarı samimi ise; evrensel insan hakları ve hukukun üstünlüğüne saygılı, demokratik hak ve özgürlükleri eşit yurttaş temelinde garanti eden, halka sosyal adalet içinde gönençli bir gelecek ve güçlü bir ekonomi sunan, uyuşturucudan, bulaşıcı her türlü hastalıktan, suç örgütlerinden arınmış sosyal ve doğal çevrede güvenlik asıl hedefi olmalıdır. Çünkü güvenlik temel hak ve özgürlüklerin aleyhine kullanılamayacağı gibi, bireysel hak ve özgürlüklere, bağımsız ve tarafsız yargıya, hukukun üstünlüğüne erişimi kolaylaştıran ve önünü açan en önemli halka hizmet kapısıdır. Topyekûn güvenlik; özgürlüklerin de istikralı ekonominin ve yatırımların da garantisidir. En önemlisi geçmişinden, kimliğinden ve kültüründen gurur duyan, geleceğine huzur ve güvenle bakan barışla taçlanmış birlik ve dirlik içinde toplumsal düzenin habercisidir.