15 Şubat: Neydi, ne oldu, nereye gidiyor?

~ 17.02.2015, Yeni Yaklaşımlar ~

Memleketin pek çok yerinde protestolar ve eylemlerle karşılanan Öcalan’ın tutsak kılınıp Türkiye’ye getirildiği gün olan 15 Şubat 1999 tarihinin yıl dönümü sürecinde, sürece farklı bir cepheden bakmak için Kurdewari ekibi olarak, soL yazarı ve Komünist Parti Merkez Komite üyesi Aydemir Güler ile söyleştik.

Aydemir Güler ile bu sürecin nasıl geliştiğini uluslararası boyutunu ve çözüm sürecine nasıl yansıdığına dair yaptığımız söyleşide sürece sınıf perspektifinden bakıldığında nasıl ele alındığını konuştuk.

Şubat neydi, komünistler ne dedi, bugün nereye oturuyor?


Öcalan'ın yakalanıp Türkiye'ye getirilmesinde Uluslararası ağların nasıl bir etkisi var sizce? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi çok ciddi bir yatırımdır. Kendisi zaten daha sonra görüşlerde anlattı; yakalandığında ortada Türk olmadığını, İmralı’ya yerleştirilmesine bile, Norveçlilere varana kadar yabancıların nezaret ettiğini… Biz o günlerde yayınlarımızda operasyonun Amerikan yapımı olduğunun altını çizmiştik. Bu tip operasyonlarda İsrail’in çok deneyimli olduğu ayrıca not edilmeli…

Öcalan’ın Suriye’den çıkartılması, herhangi bir ülke tarafından bir türlü kabul edilmemesi, en sonunda İtalya’yı da terk etmek zorunda kalması… Türk dışişleri bütün bunları kendisinin yaptığını zannetti. Ne büyük zavallılık! Ne akıl almaz kendini bilmezlik! Aynı rüzgâra Ecevit’in katıldığını sonra yapılan söyleşilerde görebiliyorsunuz.

O zaman da inanmadım; Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin aynı anda Rusya’dan İtalya’ya, İskandinav ülkelerinden Ortadoğu’ya, Afrika’ya herkesi baskılayabilecek bir kudrete sahip olabilmesi teorik olarak mümkün değildir.

Dışişleri yönetici ve personeli havaya girmiş, bu masala üstleri de inanmış olabilir. Ama başlangıç noktasında kuvvetli bir işaretin, daha doğrusu icazetin alınmaması olasılığı sıfır. Ankara’ya bir biçimde Öcalan’sız döneme yeşil ışık yakıldığı gösterilmiş olmalı. Bu ışığı görünce gaza basmamak herhangi burjuva iktidarı için olanaksızdı.

1970’lerde başbakan olduğunda kontrgerillayı bir türlü anlamadığını söyleyen bir Ecevit’ten söz ediyoruz. Ecevit sonraları “Amerikalılar neden bize Öcalan’ı verdi” de dedi!

Öcalan'ın İmralı ile başlayan süreci Kürt Siyasal Hareketini nasıl etkiledi?
Kürt hareketi zorunlu bir geri çekilme yaşadı önce. Öcalan çok önemli bir lider. Leyla Zana Kürt büyüklerini sıralamış, Öcalan’ı Barzani ve Talabani’nin yanına yerleştirmişti... Barzani aşirettir. Talabani de geleneksel Kürt egemen güçlerinin damga vurduğu bir alanın siyasetçisidir. Daha önceki Kürt isyanlarının tamamı geleneksel yapıların, aşiret reislerinin, şeyhlerin öncülüğünde. Öcalan, Kürtlerin uluslaşma sürecine soldan girmiş, okumuş bir yoksul köylü çocuğu. Geniş kitlelerin Öcalan’la kendileri arasında başka bir bağ hissetmeleri anlaşılır bir durum.

Tabii ki, anlamak ile benimsemek başka şeyler. Kurulan bağın niteliği doğulu ve köylü karakterlidir, Türkiye ve Kürt siyaseti 1960’larda yaşadığı işçi sınıfı ve sosyalizm buluşmasına oranla, kültürel anlamda gerilemiştir.

Parantezi kapatayım; bu kuvvette bir liderliğin yakalanması başlı başına bir faktördür.

Üstelik Öcalan’ın kalibresi yüksek bir siyasetçi olduğunu da görmek gerek. Bulmacayı erken bir aşamada çözdü, senaryoyu doğru okudu. Yakalanması bir Batı yatırımıydı. Öyle ki, Batı onu teslim ederken idam edilmeme şartını da getirmişti. Bölgede Kürt statükosunun değiştirmesi artık emperyal bir yasa haline geliyordu. Öcalan, önceleri AB süreci üstünden verilerini biriktirdiği bu okumayı yaptı ve bu değişime uyumlu bir teorik, ideolojik, kültürel, siyasal ve organizasyonel yapı kurmayı denedi. Amerikan yatırımı Kürt ulusal hareketine başka bir randevu verilmesi anlamına da geliyordu. Değişmeli ve verilen adrese gelmeliydiler. Bakın, bu bir komplo değil. Siyasi mücadele.

ABD 2003’e kadar Ortadoğu’da yine en önemli aktördü belki. Ama Sovyet mirası Rus etkisi sürüyordu. Fransa’nın, İngiltere’nin geleneği vardı. Almanya topa girebiliyordu. Özellikle Türkiye’nin AB vizyonunun Kürt problematiğiyle entegre olması bir Alman kazanımıdır. Yerel aktörler de yine Soğuk Savaş dengelerinin mirasçısıydı… ABD’nin bu kaotik durumu Irak’ı işgal ederek sarstığını söyleyebiliriz. O zamanki Kürt-Amerikan ittifakı bir rastlantı değildi. Ancak Barzani etkisi Kürdistan’ın güneyiyle sınırlıydı ve daha fazlasına Kuzeyde Apo hegemonyası geçit vermiyordu.

ABD kirli bir siyasetle sahaya indi. ‘99 yatırımının getirisi daha yeni yeni alınıyor. Amerikalılar ancak 2015 başlarında “Kobanê sayesinde sahaya yeniden indik” diyebildiler. Neye dayanarak devreye yeniden aktif oyuncu olarak dahil olduklarını da açıkça söylüyorlar: PYD işbirliği. Öcalan’ın hapis yıllarında kurmaya çalıştığı yapı da yeni yeni ürün veriyor.

Operasyonun Türkiye’nin bir kriz dönemine denk geldiğini hatırlayalım. 90’lı yıllarda her seçim başka sonuç verdi. 1999 Nisan seçimlerinde DSP ve MHP’nin yükselmesi Apo’nun hapsinden feyz aldı. İstikrar değil, geçici olduğu çok belli bir nefeslenme. Üstelik Birinci Cumhuriyetin çökertilmesi planına ciddi bir Kürt enerjisi kanalize oldu bu yolla. Kriz Ankara’nın elindekinin bir saatli bomba mı, bir koz mu olduğunu anlayamadan birkaç yılı geçirmesine de neden oldu. Sonra AKP’nin Türkiye’yi değiştirme, emperyalizmin bu süreci destekleme, Kürt hareketinin giderek inisiyatif geliştirme dönemi açıldı.

15 Şubat 1999 Sürecinde tavrınız ne olmuştu?
Sosyalist İktidar Partisi, Öcalan’ın yakalanıp teslim edilmesini ilk dakikadan başlayarak bir emperyalist manipülasyon olarak yorumladı. Kürt siyasetinin şoku atlatmadığı koşullarda idam cezasının kaldırılmasını talep edecek ölçüde cüretli davrandık. Daha doğrusu ilkeli! Komünistler idam cezasına karşı çıkacaktı elbette. Ne Kürt düşmanlığı karşısında kafayı kuma gömebilirdik, ne de idam cezasının kaldırılmasının emperyalistlerin koşulu olduğunu görmezden gelebilirdik.

Diğer yandan komünist hareket olarak, Kürt ulusal hareketiyle Türkiye sosyalist hareketinin gündem ortaklığını sağlamak için uğraşıyorduk. Böyle radikal bir sonuç çıkartabilecek güçte değildik.

Bir de 1995’te SİP’in henüz seçime katılma yeterliliğinin olmadığı koşullarda HADEP ve başka partilerle kurulan bir seçim ittifakı deneyimi vardı: Emek Barış Özgürlük Bloğu. Blok devam edemedi ve Kürt ulusalcılığıyla sosyalizm arasındaki ilişki giderek bir tabiyet ilişkisine dönüştü.  Bu bir tercihtir ve liberalleşme, Batı etkisi gibi gelişmelerle tamamen uyumludur.

Öcalan'ın bugün özgür bırakılması için sürdürülen çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yeni değil ki… Kürt hareketi bunu erken bir aşamada strateji haline getirdi. Başlangıçta mahkûmlarla dayanışma genel konseptinin içine yerleşebilir. Ama sonra “Öcalan’ın tecriti”ne karşı mücadele ve kampanya stratejik nitelik kazanır. Bu da konuşuluyor eski avukat görüşlerinde. Kavramı, terminolojiyi belirliyorlar.

Lideri esir edilen bir hareket elbette bunu gündeminin merkezi noktalarından biri haline getirir. Bu kadarı doğal. Ama yürütülen kampanya liderlik konumunun devamı, Öcalan kültünün siyasete enerji aktarması demekti aynı zamanda. Sadece bir görev değildi. Hareketin Öcalan tarafından yönetilmesi de bir tercihtir.

O kadar işlevsel ki! Öcalan bir rehine; ama dokunulmazlığı olan bir rehine. Tutanı da karşısındakini de kısıtlıyor bu durum. Sonra önderlikle egemen güçler blokunun bütün unsurları diyalog kurabiliyor. Tam iletişim var. Özgürlük vaadi hep canlı, dolayısıyla başlı başına bir motivasyon. Ama gerçekleşmemesinin hep sağlam nedenleri var.

Özgürlük için süregiden çalışmalar bir politik bağlamın parçası.

Bugün Çözüm süreci üzerinden masaya yatırılan tartışmalardan biri Öcalan'ın serbest bırakılması ya da ev hapsi gibi başlıklar... Bunu çözüm süreci üzerinden nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnsani tecrit hapsine de karşı çıkarız, siyasal suç kavramına da. Mahkeme akan kanla hesaplaşmak anlamına asla gelmedi. Mahkeme siyasetin bir aracıdır, bu karar da baştan verilmiş bir karardı. “İdam edilmeyecek, hapiste tutulacak.” Bu kadar basit! Böyle bir mahkemeyi nasıl adil ve meşru kabul edebiliriz ki?

Şimdi, “çözüm sürecinin” 2015 raundunda işler karışık. Şu an itibariyle AKP’nin artık yakın geçmişin Erdoğan merkezli yapısını sürdürmekte zorlandığı görülüyor. Başka yanları bir yana, bu yönde bir gelişme karşısında çözüm süreci falan işleyemez. Zaten Erdoğan’ın, tıkanıklıkları şiddetle çözme politikasının kendisi masaya yatırılıyor gibi görünüyor. Yani Mart sonlarında önemli adımlar atılması bekleniyorsa da, ortalığı sis basıyor!

Tasarlanan adımların içinde Öcalan’ın koşullarının en azından iyileştirilmesi yer almak zorundaydı. Bu çizgi devam edecek mi, bir şey söylemek güç hakikaten. Süreç her zaman olduğu gibi inişli çıkışlı gidecektir.

Ancak demokratik çözüm kavramının bile Batı imali olduğunu söylemeliyiz. Kürt statükosunun farklılaşması ve Kürt dinamiğinin ABD ile uyumlu bir işleve oturması… Çözüm lafzının asıl içeriği budur. Böyleyse, sürecin hızlanıp yavaşlaması mümkündür, ama ABD orada dururken mutlak tıkanma, iptal vb olmaz, olamaz. Eğer gün gelir AKP bu süreci taşıyamazsa, başkasına taşıtırız diye bakıyorlar.

Sürecin ilkesi bölgenin Amerikan merkezli yeniden yapılandırılmasıdır. Kürt sorununun demokratik çözümü bunun şifreli adı. Dolayısıyla hem süreç deniyor, hem çatışma yaşanıyor, kan akıyor… Bu ikisi arasında herhangi bir çelişki yok. Tam tersine emperyalist yeniden yapılandırma programları temel enerjisini halkların birbirine düşmesinden alır.

Bu koşullarda aynı anda hem Türk hem Kürt kimliğiyle barışık, ikisini birden içselleştiren bir akım, barışın tek güvencesidir. Sınıfsal olarak bu, Diyarbakır’da ve İzmit’te, Hakkari’de ve Sinop’ta çıkarları ortak olan işçi sınıfından başkası değildir. Yani sosyalizm…

 

 

solhaber

Hits: 1079