3-4 kişilik kadrolarla dönen hukuk fakülteleri var. Profesörü olmayan fakülteler var. Sadece misafir öğretim üyesi ile dönen fakülteler var. Sadece avukatların ders verdiği fakülteler var.
Anıl EMRE
Türkiye'nin ileri gelen dört hukuk fakültesinin dekanlarıyla hukukçu yetiştirmenin zorluklarını tartışıyor, çözüm için yol haritası çiziyoruz. Koç Üniversitesi'nden Prof. Dr. Bertil Emrah Oder, İstanbul Üniversitesi'nden Prof. Dr. Adem Sözüer, Bilgi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Turgut Tarhanlı ve Ankara Üniversitesi'nden Prof. Dr. Arzu Oğuz bugünkü konuklarımız. Ancak avukatlar yetişip mesleğe adım attıklarında da onları başka sorunlar bekliyor. Avukatlığın güncel sorunlarını, bu konuda en çok mesai harcayan isimlerin başında gelen İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal ile masaya yatırıyoruz.
"ÖZGÜRLÜKTEN MAHRUMİYETİN TELAFİSİ YOK"
Türkiye'de hukuk eğitimine akıl almaz bir talep var. Fakülte sayısı 100'ü geçmesine rağmen hala yenileri kuruluyor. Ülke genelinde 50 bine yakın hukuk öğrencisi olmasına rağmen her yıl binlerce genç, hukuk okuyabilmek için birbiriyle yarışıyor. Prof. Oder'e göre bu müthiş ilginin altında gençlerdeki idealizm ve 'hukuki konuların kamuoyunda daha çok tartışılır olmasından doğan farkındalık' yatıyor. Prof. Oğuz ise avukatlığın vaat ettiği saygınlığa işaret ediyor. Tabii işin bir de ekonomik boyutu var. Prof. Tarhanlı çarpıcı bir karşılaştırma yapıyor: "Türkiye'de genç işsizliği ortalama yüzde 20'lere yakın seyrediyor. Hukuk mezunlarının işsizlik oranı ise yüzde 4'ler civarında. Dolayısıyla hayatı idame ettirebilme ve iyi bir gelir elde etme imkanı gençleri hukuka yöneltiyor." Prof. Sözüer de sadece hukuk fakültesinden mezun olunduğu zaman doğrudan bir mesleğe başlanabildiğinin altını çiziyor. Ancak hukuk okumanın kolay yoldan meslek sahibi olma yöntemi haline dönüşmeye başladığı görüşünde ve tepkili: "Bazı üniversitelerin hukuk bölümlerinin puanları o kadar düşük ki, aileler 'Git bir hukuk diploman olsun' diye yollayabiliyor. Dünyanın başka hiçbir yerinde bunu göremezsiniz. Ancak en yüksek puanlı gençler hukuk seçebilir. Türkiye'de bunun tam tersi olmaya başladı." Türkiye'de bir 'hukuk fakültesi enflasyonu' yaşandığı tespitinde bulunan Prof. Sözüer, içinde bulunulan durumu bir 'yangın' olarak tanımlıyor: "Bu yangını söndürmeden hiçbir şeyi çözemezsiniz. Çok fazla hukuk fakültesi var ve bunlar arasında nitelik açısından uçurum var. Mezunlarımız avukatlık yapmak istediklerinde diplomaları, 2 kasa 1 masadan oluşan hukuk fakültelerinin diplomalarıyla aynı tutuluyor."
PROF. DR. BERTIL EMRAH ODER: Anayasa hukuku profesörü. Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda BM'ye danışmanlık yaptı. TBMM Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu çalışmalarına katkıda bulundu.
TİCARETİN AVUKATLARI KONUŞTU
Yangından yükselen dumanlar YÖK tarafından da görülmüş olacak ki, bu yıldan itibaren hukuk fakültelerine taban puan getirileceği, üniversiteye giriş sınavlarında bu puanın altında başarı gösteren adayların Türkiye'deki hiçbir hukuk fakültesine kabul edilemeyeceği açıklandı. Bu düzenleme sorunun çözümünde önemli bir adım ancak dekanların sunduğu çözüm önerileri bunun çok ötesine geçiyor. Dekanlarda, nispeten düşük maliyetine karşılık yüksek getirisi olması sebebiyle gereğinden fazla üniversitenin hukuk fakültesi açma yoluna gittiği görüşü hakim. Dolayısıyla, yazdıkları çözüm reçetelerinin ilk sırasında, yeni hukuk fakültesi açılmasına uzun süre ara verilmesi yer alıyor.
'PROFESÖRÜ OLMAYAN HUKUK FAKÜLTELERİ VAR'
Mevcut fakültelerin büyük kısmının da ciddi altyapı değişiklikleri gerçekleştirmeleri gerektiği görüşü hakim. Burada çözülmesi gereken en önemli problem nitelikli öğretim üyesi eksikliği. Prof. Oder, fakülte sayısı artırılırken mevcut nitelikli öğretim üyesi sayısının hesaba katılmadığı görüşünde. Diğer bir deyişle, fakülte sayısı çok ancak buralarda eğitim veren yetişmiş, nitelikli öğretim üyesi sayısı az. Prof. Sözüer, durumun vahametini şu sözlerle açıklıyor: "3-4 kişilik kadrolarla dönen hukuk fakülteleri var. Profesörü olmayan fakülteler var. Sadece misafir öğretim üyesi ile dönen fakülteler var. Sadece avukatların ders verdiği fakülteler var. Bunlar kabul edilemez. Hukuk fakültesi ne dershanedir ne de meslek lisesi." Hatta İstanbul Üniversitesi hocalarının bir kısmının bu üniversitelerin bazılarında ders vermesinde fayda görüyor: "Onlar da hukuk fakültesi diploması veriyor. Oraya giden öğrenciler de bizim çocuklarımız. İyi yetişmeleri gerekiyor." Prof. Tarhanlı'ya göre çözüm, genç öğretim üyesi adaylarına yatırım yapmak: "Bu, sadece bir maliyet kalemi olarak görülmemeli. Bu, Türkiye akademik hayatına ciddi bir katkı." Prof. Oğuz ise bugün artık hukuk fakültelerinde önceliğin öğretim üyesi yetiştirmeye verilmesi gerektiğini belirtiyor: "Lisans eğitiminin nispeten arka planda kalması ve kontenjanların mümkün olduğunca azaltılması, buna karşılık yüksek lisans ve doktora eğitimine ağırlık verilerek öğretim elemanı yetiştirmeye öncelik verilmesi gerekiyor."
PROF. DR. ADEM SÖZÜER: Ceza hukuku profesörü. Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nun hazırlanması sürecinde TBMM Adalet Komisyonu'nda görev yaptı.
8 BİN KİŞİLİK HUKUK FAKÜLTESİ
Prof. Oğuz'un değindiği yüksek kontenjan sorunu devlet üniversiteleri açısından ciddi bir handikap haline gelmiş durumda. Karşılaştırma yaparsak, Koç Üniversitesi'nin kontenjanları 80'in üzerine çıkmıyor. Bilgi Üniversitesi'nin 200 öğrencilik kontenjanı var ama 70 kişiden fazlası aynı anda derse girmiyor. Sayının sınırlı tutulması her öğrencinin öğretim üyeleriyle bire bir etkileşimini sağlıyor. Devlet üniversitelerindeki sayılar ise dudak uçuklatıyor. İstanbul Üniversitesi'nin bu yılki kontenjanı bin 200 kişi. hukuk fakültesine kayıtlı yaklaşık 8 bin öğrenci var, her yıl bin mezun veriliyor. Ankara Üniversitesi'nin yıllık kontenjanı 800 kişi, öğrenci sayısı 4 binden fazla. Bu üniversitelerde çoğu zaman bir öğrenci dersini aldığı hocasıyla bir kez bile tanışmadan mezun olabiliyor.
PROF. DR. ARZU OĞUZ: Karşılaştırmalı hukuk alanında uzmanlaştı. Fikri mülkiyet hakları konusunda çalışmaları bulunuyor.
'AVUKATLIK BU KADAR KOLAY OLMAMALI'
Dekanlar, gereğinden fazla hukuk fakültesinin ve buralardaki nitelikli kadro eksikliğinin sonucunda, nicelik olarak yüksek ama nitelik olarak zayıf hukukçuların yetiştiği konusunda hemfikir. Bu sorunun önüne geçmek için çizdikleri reçetedeki önemli unsurlardan biri de mesleğe girişte bir çeşit eleme sisteminin mevcut olması. Hukuk okumuş olmanın doğrudan avukat olabilmek anlamına gelmemesi gerektiğini savunan Prof. Tarhanlı'nın "Avukatlık hizmetinin yerine getirilmesi bu kadar kolay olmamalı" görüşüne tüm dekanlar katılıyor. Gerçekten de avukat adayları özellikle Batı'da çok zorlu sınavlardan ve iddialı fakülte sonrası eğitimlerden geçerken, Türkiye'de hiçbir sınavdan geçmeden, yalnızca süre doldurmaktan ibaret stajlarla avukatlığa hak kazanabiliyor. Avukat olabilmek için merkezi, objektif ve ciddi bir sınavdan geçilmesi gerektiği konusunda tüm dekanlar hemfikir. 4 yıl olan hukuk eğitiminin 1 veya 2 yıl uzatılması ve staj sisteminin daha verimli hale getirilmesi, dekanlardan gelen başkaca çözüm önerileri.
PROF. DR. TURGUT TARHANLI: İnsan hakları hukukunda Türkiye'nin önde gelen uzmanlarından. Çoğunluk ve azınlık politikaları üzerine araştırmaları yayımlandı.
KOCASAKAL: KÜRSÜNÜN ÜSTÜNDE OTURMAK ÜSTÜN OLMAK DEĞİLDİR
GENÇ hukukçuların yetişmesinde yaşanan sorunlar bu şekilde. Peki ya mesleğe adım attıktan sonrası? İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal ile avukatların güncel sorunlarını masaya yatırıyoruz. Prof. Tarhanlı avukatların işsizlik oranının genele göre düşük olduğunu söylüyor ancak Kocasakal'a göre işsiz avukat sayısı hızla artıyor: "O kadar çok mezun veriliyor ki, işsiz gençler yerine bir şekilde hukuk fakültesini bitirmiş, avukat olmuş ama işsiz konumundaki insanlar sorununu tartışıyoruz." Çözüm dekanların reçetelerinde yatıyor, daha az sayıda fakülte, az sayıda kontenjan, nitelikli eğitim ve sınav sistemi. Ancak Kocasakal'a göre avukatlar için sorun iş bulmakla da bitmiyor, bu sefer de asgari ücretle çalıştırılıyorlar: "Gencecik yeni avukat olmuş bir arkadaşımız hangi sermayeyle ofis açacak, nereden müvekkil bulacak? Sistem sizi otomatikman belirli bir konuma gelmiş bir avukatın yanında çalışmaya zorluyor. Avukat sayısı da bu kadar çok olunca bu sefer hak edilenden daha düşük ücretler söz konusu oluyor." Peki avukatların ücretlerini zorunlu bir tarifeye oturtmak mümkün olmuyor mu? "Biz, bu avukatlara ödenecek asgari bir miktar saptanması için İstanbul Barosu olarak bu konuda bir yönerge hazırladık. Türkiye Barolar Birliği'nde de kabul edildi ancak Danıştay bunun yürütmesini durdurdu. Burada kanuni düzenleme gerekiyor."
'AĞIR CEZA HAKİMİ AVUKAT OLDU 'HAKİMLERİ ANLAMIYORUM' DEDİ'
Kocasakal'a göre bir başka önemli sorun ise hakim ve savcıların avukata yukarıdan bakışı: "Bunu bütün hakim ve savcılar için söylemiyorum. Ama genele baktığınızda, fakültede aynı sıralarda oturduğumuzu unutarak kürsünün üstünde oturmayı üstün olmak zannediyorlar. Bu çok yanlış. Unutmasınlar ki hepimiz aynı gemideyiz. Ben söylemiyorum, Türk Ceza Kanunu, "Yargı görevi yapan deyiminden, hakim, cumhuriyet savcısı ve avukat anlaşılır" diyor. Aynı onlar gibi biz de yargı görevi yapanız. Yargılamanın kurucu unsuruyuz ve aslında vatandaşın yargıdaki sesiyiz. Ama hakim ve savcılar avukatı sorun çıkaran, oyun bozan, fazlalık gibi görebiliyor." Kocasakal, hakim ve savcılara empati öneriyor: "Onlar da bir gün emekli olup avukatlık yapmaya başladıklarında işler değişiyor. Meşhur bir ağır ceza başkanı vardı, yıllarca hakimlik yaptı, son derece sert bir insandı. Emekli oldu ve avukatlık yapmaya başladı. Bir gün yolda karşılaştık, 'Ya hocam ben bu hakimleri anlamıyorum' dedi. 'Hayrola niye efendim?' diye sordum. 'Hocam okumuyorlar dilekçeleri' dedi. Şöyle bir gülümsedim. 'Hocam biz de mi öyleydik yoksa?' diye sordu. 'Yorum yok efendim' dedim. O statüye göre psikoloji değişiyor."
Doç. Dr. Ümit KOCASAKAL
'HOCAM CEZAEVİ BOŞTU TUTUKLADIM DOLDURDUM'
Kocasakal, çok genç yaşlarda hakim veya savcı olunmasının önüne geçilirse, bu sorunun hallolabileceği görüşünde: "Avrupa'da bazı ülkelerde ancak belli bir süre avukatlık yapanlar hakim olabiliyor. Fransa'da 15 yıl örneğin. Belki de bu sistemi düşünmek lazım. Çünkü mezun olunuyor, birisi bir anda, daha adliyenin tozunu yutmadan hakim veya savcı olup kendini kürsüde buluyor; biri avukat oluyor, bir anda bir ayrışma, kastlaşma meydana geliyor." Aynı görüşteki Prof. Sözüer çok çarpıcı bir örnek veriyor: "'Öğrencilerimin bazıları hakim olup Anadolu'ya gidiyor. Düşünün 22-23 yaşında. Geçenlerde beni ziyarete gelen, hakimlik yapmaya başlamış bir öğrencime 'Neler yapıyorsun?' diye sordum, 'Hocam gittiğimde cezaevi boştu, tutukladım birçok insanı doldurdum' dedi."
AVUKATLARIN SAYGINLIĞI
Avukatların bir saygınlık sorunu yaşayıp yaşamadıklarını sorduğumda Kocasakal; 'müvekkillerin bakış açısından olumsuz bir algının söz konusu' olabileceğini belirtiyor, ancak yine de toplum nezdinde mesleğin itibarını koruduğu görüşünde. Her meslek içerisinde mesleğe yakışmayan tutumlar sergileyenler olabileceği, ancak bundan ötürü mesleği icra edenlerin genelini sorumlu tutmanın 'çok büyük bir haksızlık' olacağı görüşünde: " Bir insan hukuk fakültesi mezunu olsaydı ve hukuku bilseydi kendisini nasıl savunacak idiyse bunu yapamadığı için avukat onun yerine yapıyor. Avukatın konumu bu. Ve burada yalan söylemek gibi şeylere yer yok. Dolayısıyla tüm avukatlar yalancıdır algısı çok yanlış." Baro olarak önlerine gelen bu gibi durumlarda gereğini zaten yaptıklarını belirtiyor ancak avukatlardan da bir ricası var: "Unutmasınlar ki her avukat birer kanaat önderidir. Dolayısıyla oturmasına, kalkmasına, konuşmasına, giyim ve kuşamına mutlaka dikkat etmelidir. Çünkü bu bir itibar mesleğidir."
'FAKÜLTEDE ÖĞRETİLEN MEZUN OLANA KADAR DEĞİŞİYOR'
Kocasakal'a göre avukatlık mesleğinin önündeki en büyük engellerden biri de kanunların büyük bir sıklıkla değişmesi: "Mevzuat o kadar sık değişiyor ki takip edemez hale geldik. Bu artık hukuk güvenliğini zedeliyor. Hukuk bir gelenek meselesidir. Tabii ki gerektiği zaman değişiklikler olur ama bunlar siyasi saiklerle değil, objektif ve toplumsal ihtiyaçlara göre olmalıdır." Bu durumun fakültede öğretilenle uygulama arasında farklar oluşmasına yol açtığını belirtiyor: "Fakültede öğrenciye bir konuyu anlatıyorsunuz, bir mezun oluyor ki kanun değişmiş taban tabana zıt hale gelmiş. Bunun yaratacağı olumsuzlukları giderebilmek için baro olarak meslek içi eğitime çok önem veriyoruz, daha da geliştireceğiz." Meslek içi eğitim ihtiyacını doğuran sadece mevzuat değişiklikleri değil. Yazı dizimiz boyunca gözlemlediğimiz üzere, gelişen ticari hayat ve teknoloji sebebiyle avukatın rolü sürekli geliştiği ve kabuk değiştirdiği için, meslek içi eğitim hukukçular açısından olmazsa olmaz. Mesleğe dair kanayan yaralardan bir tanesi de stajyer avukatlara dair. Türkiye'de hakim ve savcılar staj sırasında ücret alabilirken, stajyer avukatlar alamıyor. Profesyonel yaşamlarının henüz başındaki bu gençlerin hayatlarını nasıl idame ettirmelerinin beklendiğini Kocasakal'a sorduğumda, yasaları işaret ediyor: "Staj yaparken para kazanılamaması durumu maalesef kanundan kaynaklanıyor. Herkes hayatını idame ettirmeye çalışıyor. Bu anlamda tabii ki stajyer genç arkadaşlarımıza bir katkının yapılması gerektiğini düşünüyorum."
'BU MESLEK HİÇBİR ZAMAN ÖLMEYECEKTİR'
Avukatlık yapmanın gerçekten zor olduğu bir ülkede yaşadığımız aşikar. Özellikle bir döneme hukuk ihlalleriyle damga vuran Ergenekon, Balyoz ve benzeri yargılama süreçlerinden sonra, genç hukukçulardan mesleklerine dair sorgulamaya gidenler çoğalıyor, mesleğini ne kadar iyi ifa ederse etsin sonuca etki edemeyeceğini düşünen ve meslekten soğuyan gençlerin sayısı artıyor. Bu sorgulamanın haklı olup olmadığını sorduğumda, Kocasakal gençlere hak veriyor, ancak umutsuz olmamalarını öğütlüyor: "Türkiye'de avukatlık yapmak çok zor. Savunmanız duvara çarpar gibi size dönüyorsa, karşı taraf sizi hiç dinlemeden kararını veriyorsa, bu sorgulamaya gidilmesi son derece doğaldır. Sorgulamakta haksızlar demiyorum ama lütfen hiç kimse böyle düşünmesin. Bu süreç gösterdi ki iyi ki avukatlar var deniyor. Karamsar olmasın genç arkadaşlarımız." İhtiyacın çok üzerinde olan avukat sayısından ötürü mesleklerinin geleceğine dair umutsuzluğa kapılan genç avukatlara ise, çalışkan oldukları sürece endişe edecek birşeyleri olmadığını söylüyor: "Ne olursa olsun, dünya durdukça, iki kişi kalsa bile bunlar arasında çekişme, uyuşmazlık kaçınılmazdır. Ve dünya geliştikçe sürekli yeni uyuşmazlık alanları ortaya çıkacaktır. Bu meslek hiçbir zaman ölmeyecektir. Her zaman nitelikli hukukçuya ihtiyaç olacaktır. Bu konuştuğumuz sorunlar halledilemez değil. Çok fazla avukat olması şevklerini kırmasın. İş ortamı zaten ayıklamayı yapıyor. Dosyasına çok iyi hazırlanan, başarılı avukat her zaman öne çıkar."