“Gelecek yıl için dilekler” faslını kapattık. Artık şimdiki zamanı kurmakla uğraşıyoruz...
2015'in 2014 kadar berbat olabileceğine asla inanmam. Yani bana sorarsanız, yeni yıla ayağımızı dibe vurup yükselerek, doğal bir avantajla başladık. Bu kadarıyla tatmin olmayı tavsiye etmediğim için bu tasvire kimse züğürt tesellisi demesin. Bu kadarı yetmez.
2014'ün berbatlığı üç düzlemde de karşılık buluyor.
Birincisi dış dinamik. Emperyalizm 2013'te çarptığı Suriye duvarının etrafından dolanmak için kuvvetli bir atak örgütledi. Erken buldumcuk olmaya ve “Batı batıyor” türküsünü söylemek gibi tuhaflıklara yer yok. Emperyalizm Ukrayna'da belli bir denge kurdu önce. Ardından IŞİD'le bölgeyi yakmaya başladı. IŞİD ortaçağdan kalma bir manyaklık değil, Ortadoğu'nun belli başlı bütün aktörlerini Amerikan eksenini yeniden gözden geçirmeye zorlayan bir politik sürecin adı oldu.
İkincisi iç dinamik. AKP iki seçim kazandı. Bu başarıların mutlak anlamlara yorulmaması gerektiğini çok anlattık. Erdoğan'ın fiili başkanlık rejimine uzanmasıyla uçurum kenarından yarı beline kadar sarkması bir ve aynı şeydir, dedik. Ama gerici diktatörlük bir yıl önceki sallantıdan durumu idare ederek çıkmayı becermiştir.
Üçüncüsüyse politik öznenin kendisi. Solun TKP'nin başını çektiği toparlanma ve açılım süreci 2014'te kesintiye uğradı. 2011 seçimlerinden az sonra başlayan gelişme, sosyalizmin kemalist/sosyal-demokrasinin ve Kürt ulusalcılığının çatısı altında (da) yürütülebileceği yolundaki saçma durumun ve sosyalist hareket açısından tasfiyeci tezin baskılanmasına ve işçi sınıfı sosyalizmine alan açılmasına dayanmıştır. TKP'nin geçici likidasyonu bu kazanıma büyük darbe inmesi anlamına geldi.
Demek ki, ayağımızı dibe vurup yukarı çıkacağız. ABD ve AB ve NATO, Batı Avrupa demokrasisinin kurtarıcısı, bölge halklarının islamcı teröre karşı savunucusu değil savaş kışkırtıcısıdır. Hırsız, katil, yobaz... Bu suç sıfatlarının bir rejimin erdemleri olarak sınıflandırılması olsa olsa bir saçmalık, bir akıl tutulmasıdır.
Son olarak, birkaç gün önce soL portalda şunu yazmıştım: “Sol, kemalizm ve Kürt ulusal kurtuluşçuluğu karşısındaki komplekslerini aşmalıdır. Haziran Hareketi bunu sağlamalıdır. Biz laikliği de savunuyoruz, herkesin kendi anadilinde eğitim hakkını da. Biriyle kemalist diğeriyle Kürt tabanına sempatik görünmek için değil. İkisi birden halk aydınlanmasının ayrılmaz parçası oldukları için.”
2011'e geri mi döndük? Eğer Haziran direnişi yaşanmasaydı ve bir halk aydınlanması bizim müktesebatımız arasına kaydolmasaydı yamacın dibine kadar geri yuvarlanmış olabilirdik. Hayır, durum bu değil.
Eğer yaşadığımız öznel gerilemeyi telafi etmenin kanalı olarak yeni bir siyasi hareket ilan edilmiş olmasaydı, halk aydınlanması bir bilinmezliğe denk düşüyor olurdu. Durum bu da değil.
Dünya zor bir dönemden geçiyor. Bize ayağımızı vurduk, yeniden yükselişe geçiyoruz dedirten şeylerin bize uzak ve bir anlamda dışsal olması mümkün değil. Eskiden, rüzgarın bizden yana estiği çağda bu mümkün olabilirdi. İçinde yaşadığımız dönemde biz önce ve esasen kendimize güvenmek durumundayız. 2015'e ilişkin söylediklerimize bunu da ekleyelim: Biz kendimize güvenmeliyiz; güveniyoruz...
Anti-emperyalizm IŞİD öncesine oranla daha güç. Ehveni şerciler çoğaldı ne de olsa! Sonra Kürt siyasetlerinin 2003 ezberleri, emperyalizmi aklama türküleri çok güçlü bir ivme kazandı. Hal böyle olmakla birlikte, bunlara pabuç bırakmayacak bir siyasal gelenek var.
AKP bir önceki dönemde ulusalcı ve Kürtçü muhalefetlerini birbirlerine karşı idare etmeyi beceriyordu. Şimdi Kürt hareketine ve Gülencilere karşı ulusalcılarla, Gülencilere ve ulusalcılara karşı da Kürt hareketiyle aktif ittifak egzersizleri yapıyor! Milliyetçilikle yurtseverliğin, liberalizmle özgürlükçülüğün karışmaması yakıcı önem kazanmış bulunuyor... Durum böyledir, ama bizim geleneğimiz, likidasyon falan dinlememiş, bu tablonun üstüne çıkmayı başarmıştır.
“Özne” dediğimiz partidir ve parti yeniden ayağa kalkmış bulunuyor. Halk aydınlanmasının, halkın örgütlenmesinin, ilkeli bir çerçevenin güvenceleri partisiz oluşturulamaz. 2015'in yalnızca ilk ayları, bu güvenceleri oluşturacak biçimde öznenin kendini konumlandırmasına sahne olacak.
Dedik ya, kendimize güveniyoruz.