Barış sürecinin çirkin bir oyuna döndüğünü görmek için ne gerekiyor?
Hükümetle HDP arasında çiçek teatisinin gerçekleştiği ve süreç goygoycularının “barışa ve çözüme hiç bu kadar yakın olmamıştık” dedikleri gün kan aktı. Televizyon ekranlarına molotofla ateş alan polis aracının merkeze oturtulduğu “şiddet” görüntüleri ve “ha çözüldü ha çözülecek” mesajları neredeyse peş peşe akıyordu.
Öcalan'ın son planı, belli ki iki tarafın müzakere masasına konmuştu. O masadan HDP'nin Kandil ziyareti de çıktı. Ama bu arada Davutoğlu gerginlik ayarını Cemaat-PKK işbirliği teziyle ortaya yaptı.
Kuşkusuz HDP'nin ve aklı başında herkesin itiraz etmesi gereken yeni güvenlik paketinin araya sıkıştırılması rastlantı değil, bir AKP zamanlamasıdır. AKP yeni diktatörlük adımını Kürt hareketinin ve onunla bağlantılı sol ve liberal kamuoyunun cepheden karşıya alamayacağını düşündüğü bir momente yerleştiriyor. Tahmininde haklıdır.
“Cepheden karşıya almak” yani çizgiyi buradan çekmek. Gündem ve mücadele başlığını çizginin berisini ötesini belirleyen bir önemle işlemek... Kürt hareketinin bunu yapabileceğini hiç zannetmiyorum. Kaldı ki, memleket, çözüm sürecine “yaklaşırken” sokaklarda alevlerin yükselmesine ve kan akmasına alıştırıldı! Yine olur... diktatörlüğe gidiş protesto edilirken, diğer yandan çözüm planının yeni maddeleri tartışılır.
Üstelik hükümet açısından çözüm tartışmasının riskli maddeleri hep olacaktır. Riskin siyaset katında baskıcı düzenlemelerle, sokakta da kanla telafi edilmesi mümkündür.
Bu bir AKP inisiyatifi. AKP son dönemde Kürt sorununda kendi payına pozisyonunu güçlendirmiş bulunuyor.
Kürt hareketinin hangi saiklerle, bu güçlenmenin neresine yerleştiğini niyet okuma usulüyle tartışacak değilim. En azından bu aşamada... Ama birkaç objektif not düşebilirim.
Birincisi, pozisyon güçlendirmenin omurgası gericileşmedir. Eğitim Şurası, Osmanlıca delirmesi, güvenlik paketi... AKP 2015 yılını büyük bir atakla açmaya kararlı görünüyor.
İkincisi, bedelli askerliğin bir demokratik aksesuar olarak işlev kazanması söz konusu olmamıştır. Bedellerin “savunma sanayi”ne akacak olması işin özü, yani önemli olan düzenlemenin ekonomisi. Atakları, AKP'ye beraberinde yalnızlaşmayı getirebiliyor. AKP burjuvaziyi satın alıyor!
Üçüncüsü, 17 Aralık beklentisi ancak böyle bir kampanyayla baskılanabilirdi. Son olarak Dink cinayetinin Cemaate yıkılacağı anlaşıldı. Hakikatin tetikçilikle ilgili yarısı budur. Diğer yarısı ise politiktir ve Dink'in öldürülmesinin Erdoğan-Gülen ittifakının eseri olduğu örtülmek istenmektedir.
Dört; AKP Kandil'i “çözümü istemeyen taraf” olmaya ittirmekte ve Kürt hareketinin içindeki fayları tetiklemeye uğraşmaktadır. Kürt siyasetinin bu başlıkta donanımlı olmadığı açıkça görülüyor...
Beş: İçinde bulunduğumuz günlerde çözümün eşiğinde olduğumuz, buna bir af ve demokratikleşmenin eşlik edeceği, barışın her şeyin önünde olduğu yolundaki edebiyata prim verilmesi sol açısından konu dışıdır. Sol bu çirkin süreçten uzak durmakla yetinmemeli, sözünü hiç sakınmadığı bir konuma yerleşmelidir.
Yeri gelmişken; “barışa karşı mı çıkıyorsun” demagojisinin karşısında kaçak güreşmenin zamanı doldu. Ortada barış falan yok!
Bu çözüm sürecinin çirkin bir oyuna dönüştüğünü görmek için çıplak gerçekler yetmez. Zaten çıplak gerçek diye bir şey yoktur ve yaşananlar bin bir manipülasyon, çarpıtma, karartmadan geçerek yansıtılır.
Çıplak gerçek yoktur, solun açığa çıkartması gerekenler vardır. Oyunu görünür kılmanın önkoşulu sosyalizmin sesini yükseltebilmemiz...
solhaber