Siyasi iktidarın “çıkarlarına ters düşen” yasaları uygulamadığı, sonrasında kendi keyfi uygulamalarını yasalaştırdığı bir ülkede yaşıyoruz. AKP iktidarı boyunca yaşanan hukuksuzluklar artık köşe yazısı konusu olmaktan çıkıp, ciltler dolusu ansiklopedileri dolduracak külliyata ulaştı. Siyasi iktidarın her projesi/uygulaması bir yandan hukuksuzluk yaratırken diğer yandan bu uygulamalar mecliste “yeni yasalar” kılıfıyla meşrulaştırılmaya ve “yasal” hale getirilmeye çalışılıyor.
Haziran direnişiyle birlikte ezberleri bozulan iktidar bir türlü “sindiremediği” ve “bastıramadığı” toplumsal muhalefet karşısında sokakta daha fazla şiddete ve bu şiddeti “yasallaştırmak” için yeni paketlere ve reformlara sarılıyor. Geçtiğimiz hafta TBMM’ne sunulan ve iç güvenlik paketi olarak adlandırılan yasa tasarısı sonuçları ve uygulamaları açısından yeni olmayan, ancak bu uygulamaların yasallaşması anlamında birçok “yenilik” getiriyor.
Siyasi-ekonomik kriz beklentilerinin arttığı ve seçim arifesine girdiğimiz şu günlerde yol kazalarıyla karşılaşmak istemeyen siyasi iktidarın, yurttaş hakları/hukuk/adalet gibi kendisine ayak bağı olarak gördüğü düzenlemeleri by-pass etmek için yarattığı ve yaratacağı fiili durumlara yasal kılıf arayışı ise şaşırtıcı gelmiyor.
AKP iktidarı boyunca yürütülen soruşturmalar, operasyonlar ve açılan davalarda bütün işlemlerin polisler tarafından yürütüldüğü, savcıların çoğu zaman sadece onay merci olarak işlev gördüğü bilinen bir gerçeklik. Polis fezlekelerinin sadece başlığını iddianame olarak değiştirerek açılan davalar istisna değil her dosyada karşılaştığımız “olağan” uygulamalar haline getirilmiş durumda. İç güvenlik paketiyle birlikte, fiili durumların yasallaşması süreci tamamlanmış olacak.
İç güvenlik reformu temel olarak Ceza Muhakemesi Kanunu, Polis Vazife ve Salahiyat Kanunu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkındaki Kanun ile İl İdaresi Kanununda yapılacak değişiklikleri öngörüyor. Öne çıkan değişiklikler arasında polislere savcıya bilgi vermeksizin/talimat almaksızın kişileri 48 saat gözaltına alma, kişilerin araçlarında arama yapma, boyalı su sıkma, silah kullanmanın alanının genişlemesi gibi yeni yetkiler yer alıyor. Bu düzenlemeler dışında havai fişek, demir bilye ve sapan, taşınması yasak silahlar arasına ekleniyor, eylemler sırasında yüz kapatmak ve taş atmak, suç sayılan afiş-döviz taşımak ve slogan atma eylemlerinin cezalarında ise artış öngörülüyor.
Polislere verilen yetkilerin birçoğunda yeni bir durum bulunmuyor. Hali hazırda yasada sayılmayan ancak polislerce bugüne kadar birçoğunu fiilen kullandığı yetkilerin yasada düzenlenmesi olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Tasarıdaki en önemli değişiklik ise savcı talimatı olmaksızın polislere 48 saate kadar gözaltı yetkisi veren düzenleme olarak öne çıkıyor.
Uygulamada ve sonuçları itibariyle “şekli” bile olsa gözaltı kararının savcılık makamı tarafından veriliyor olmasının hukuksal düzenlemeler ile hak ve özgürlükler açısından büyük önemi bulunuyor. Savcılık kurumu nihayetinde adalet mekanizmasının sacayaklarından biri olmakla birlikte, yetkilerinin ve verdikleri kararların dayanağı adalettir, en azından böyle olması gerekmektedir. Kolluk kuvvetleri/polis ise adli mekanizmanın değil siyasi iktidara bağlı idari mekanizmanın bir parçasıdır. Bunun doğal sonucu olarak da yetki ve kararlarının dayanağı adalet değil doğrudan siyasettir.
Buradan hareketle mevcut durumda adalet mekanizmasının elinde olan (gözaltı kararı, araçlarda yapılacak aramalar vb.) yetkilerin alınarak, idari mekanizmanın uzantısı olan polislere verilecek olması salt bu sebeple bile kabul edilemez niteliktedir. Hak ve özgürlüklerin, hukuk/adalet ekseninden çıkartılarak idari uygulamaların alanında tanımlamak her ne kadar “yasal” olsa bile hiçbir şekilde “adil” sonuçlar doğurmayacaktır.
Konuyla bağlantılı bir diğer düzenleme ise İl İdaresi Kanunda yapılması öngörülen “Vali, lüzumu halinde kolluk amir ve memurlarının suçun aydınlatılması, suç faillerinin bulunması için gereken acele tedbirlerin alınması hususunda doğrudan emir verebilir” şeklindeki maddedir. Bu düzenlemeyle birlikte savcılık kurumunun soruşturma yetkisinin valiliklere devredilmesinin zemini ve yasal dayanağının sağlanması amaçlandığı açıkça görülmektedir. Tasarıdaki düzenlemeyi, geçtiğimiz aylarda valilerin kendilerini meclis yerine koyarak OHAL ilan ederek sokağa çıkma yasağı ilan etmesiyle bir arada düşündüğümüzde hakim ve savcıların neredeyse tüm yetkilerinin Valilikler tarafından kullanılmaya başlayacağı yeni bir dönemin altyapısı hazırlanıyor.
Geçtiğimiz hafta yürürlüğe giren yargı paketi ve meclise sunulan iç güvenlik reformu tasarısı bir arada düşünüldüğünde siyasi iktidar bir yandan yargı mekanizmasının içinde yaptığı yapısal değişikliklerle istemediği ve aleyhine sonuç doğuracak kararların çıkmasını engellemeye, muhalif hakim-savcıları ve sendikalarını davalarla sindirmeye, bir dönem iktidarı paylaştığı ancak şimdilerle düşman ilan ettiği kesimleri ise tasfiye etmeye çalışmaktadır. Diğer yandan ise adalet mekanizmasını önemsizleştirip/işlevsizleştirirken bunun karşısında idari mekanizmaları güçlendirmek için yeni yetkilerle donatan bir stratejiyi hayata geçirmeye çabalamaktadır.
Bütün bu çabalarla keyfiliğin ve hukuk tanımazlığın yeni bir aşamaya evrilmesi amaçlanmaktadır. Siyasi iktidarın bugüne kadarki projelerinin ciddi bir meşruluk kaynağı ve bizatihi uygulayıcısı olan adalet mekanizmalarının yerini ve işlevini önümüzdeki dönem daha fazla Valilerin ve polislerin yerine getireceğini göstermektedir. Ortaya çıkacak tabloyu ise faşizmin yasallaşması ya da “yasal faşizm” olarak tanımlamak ise eksikli olsa da yanlış olmayacaktır.
Özgür Urfa
http://adaletvesosyalizm.com/makale.php?pageheader=ic-guvenlik-reformu-valiye-polise-savci-koltugu&pageID=133