(İleri – Haber Merkezi) Türkiye AKP gericiliğinin en karanlık ve saldırgan dönemlerinden birini yaşıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her gün bir yenisine tanık olduğumuz skandal açıklamaları, toplumda öfkeyi ve kurtuluş arayışını somutlaştırırken, çevre yağmasından kadınlara yönelik şiddete kadar çok çeşitli başlıklarda mücadele dinamikleri kendisini gösteriyor.
Halkın Türkiye Komünist Partisi de bu mücadelelerin içerisinde aktif bir konum sergilemeye çalışan öznelerden biri. HTKP Merkez Komitesi Üyesi Bilgütay Hakkı Durna ile ülkenin içinden geçtiği günleri, halkın mücadele ettiği başlıklar konusundaki değerlendirmelerini, Birleşik Haziran Hareketi’nin kuruluş çalışmalarını ve HTKP’nin bu süreçteki rolünü konuştuk.
-Genel kanı son aylarda AKP rejiminin halka yönelik saldırılarını yoğunlaştırdığı yönünde. HTKP olarak bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Değerlendirmemizin geneli bu sözlerle örtüşüyor. AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan büyük bir halk korkusuyla yaşamak zorunda. Özellikle 2013 yılındaki Haziran Direnişi bu korkuları geri dönülmez biçimde açığa çıkarttı. Dolayısıyla, Haziran Direnişi günlerinde ne yaptıysa, o günden bugüne kadar da aynı yolu izlemektedir. Yani halkın meşru taleplerini, hak arayışlarını şiddetle bastırmak, karşı çıkanları baskı ve tehditle, cezalarla etkisizleştirmek, bu da olmuyorsa katletmek. Fakat bu kadar açık baskı ve şiddete karşın halkın mücadele isteğini, adalet arayışını yok edememiş olduğunu görmek, AKP ve Erdoğan açısından korkunun en büyük kaynağı. Siyaseten ele geçirebileceği neredeyse her noktayı ele geçirdiler, devlet içindeki her türlü direnci kırdılar, ama halkı sindiremediler. Bir anlamda, AKP ve Erdoğan bastıramadıkları halk mücadelesinin kendi sonlarını getireceğini sezmiş durumdalar ve bu nedenle ‘can havliyle’ saldırmak gereği duyuyorlar. Şimdiye kadar görünen ise ne yaparlarsa yapsınlar başarılı olamayacakları.
-Erdoğan’ın son günlerdeki açıklamaları, örneğin kadınların erkeklerle eşit olamayacağını iddia eden sözleri ya da daha dün esnafın gerektiğinde asker ve polis olduğu yönündeki sözleri nasıl bir stratejinin ürünü?
-Aslında bu kadar muktedir ve üstten konuşmasına bakıp, “artık kendini tamamen güvende hissediyor” sonucuna da varılabilir. Oysa biz, yukarıda da belirttiğim gibi, Erdoğan’ın tüm bu açıklamalarında halktan duyduğu korkuyu görebiliyoruz. Bu saldırgan, kibirli, hukuk ve meşruiyet tanımayan üslubun ardında, çok büyük bir korku var. Emperyalizmle ilişkileri bir türlü istediği rotaya oturtamayan, bölgede üstlendiği politik misyonlar konusunda iflasa sürüklenen, ülkenin yarıya yakın bir kesimi karşısında egemenliğini kabul ettiremeyen, yolsuzluğa ve hukuksuzluğa battığı artık sağır sultan tarafından dahi duyulan bir hükümet ve onun temsilcisi var karşımızda. Böylesi bir kişinin bir ülkeyi yönetebilmesinin tek koşulu açık bir diktatörlük ya da faşist rejimdir. AKP’nin gericiliğin, baskının, şiddetin ve hukuksuzluğun gazına basması da bundandır. Bu tarz, açıkçası “fıtrat”larına da en uygunudur, çünkü Türkiye’de siyasal İslamcı politik çizgi tarihinin her döneminde devlet şiddetinin ve baskısının savunucusu, özgürlüklerin ve eşitliğin düşmanı olmuştur. Dolayısıyla bugün AKP’nin ülkeyi adım adım faşist bir rejime götüren uygulamaları, bir yanıyla da kendi doğalarına en uygun tarzın işaretidir. Bunu yıllarca göremeyen ya da gördüğü halde aksi yönde davrananlar, halkı kandıranlar oldu. Şimdilerde kiminin hali acınası, kimileri ise saray kapısında ihsan dilenmeye devam ediyorlar hala.
-Yayınlarınızda ve çalışmalarınızda Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde gerçekleşen direniş ve mücadele gündemlerine geniş yer veriyorsunuz. HTKP bu direniş ve mücadelelere nasıl yaklaşıyor?
-Haziran Direnişi’nden sonra solda birçok kesim “Haziran’ın tekrar yaşanmasının mümkün olmadığı” yönünde görüş bildirdi. Eğer kast edilen 2013 Haziran’ında yaşananların birebir aynısının tekrarlanmasıysa, bu elbette doğrudur. Ancak bizim açımızdan değerlendirmenin en önemli boyutu, Haziran Direnişi’nde kendisini açığa vuran toplumsal dinamiklerin hala canlı olmasıdır. Haziran Direnişi’ne karakterini veren, çok geniş halk kesimlerinin baskıya karşı özgürlükçü, gericileşmeye karşı laik, çevre ve kent yağmasına karşı kamucu bir tepkiyle sokağa dökülmesiydi ve bugün parça parça da olsa ülkenin çok geniş bir kesiminde bu dinamiklerin canlılığını koruduğunu düşünüyoruz. Soma, Validebağ, Yeşilbahar, Yırca, Vanlı işçiler, Ermenek, Yatağan gibi hemen akla gelen örnekler kastımızı anlatmak açısından yeterli. Kuşkusuz, bu saydıklarımızın hiçbiri Haziran Direnişi ile eş tutulacak etkiye ve kapsayıcılığa sahip değildir. Ancak şu an için önemli olan, bir araya geldiklerinde bir “Yeni Haziran” yaratabilecek güçte olan dinamiklerin hala hareket halinde olmasıdır. Bize göre, kitlesel eylemler tarzındaki bir muhalefet şimdilik geriye çekilse de, halkımız, AKP’nin saldırıları karşısında güç ve öfke biriktirmeye devam ediyor. Önemli olan bu enerjinin kaybolmamasını ve en uygun anda bir araya gelerek iktidarın karşısına dikilmesini sağlamaktır.
-Birleşik Haziran Hareketi gündemi tam da burada devreye giriyor herhalde. HTKP bu sürecin en başından beri içinde yer aldı, hatta BHH kuruluşunun lokomotif öznelerinden biri oldu. Hedeflenen nedir?
-Biz belirli bir süredir, Türkiye’de AKP karşıtı mücadeleyi bir araya getirecek, farklı yerelliklerdeki ve ölçeklerdeki direniş unsurlarını buluşturacak, sonuçta AKP karşıtı halk muhalefetini hem siyasal hem de örgütsel olarak toparlayıp yönlendirebilecek bir cephe tarzının gerekliliğini vurguluyorduk. Benzer bir gerekliliğin başka arkadaşlarımız tarafından da saptandığı ve kimi denemelerde bulunulduğu da biliniyor. Sosyalist hareketin farklı özneleri tarafından ortaklaşılan bu saptamanın ardından bir araya gelmek, bu açıdan gayet doğal. Henüz yolun çok başındayız, tartışmamız ve hayata geçirmemiz gereken bir çok görev bizi bekliyor. Ancak daha ilk adımlarda aldığımız tepki, doğru yolda olduğumuz yönünde. Haziran Hareketi’nin temas ettiği her kesimde heyecan yaratıyor olması, kurmaya çalıştığımız mücadele örgütünün gerçek bir ihtiyaca karşılık geldiğinin en güzel kanıtı. Biz de esas olarak bu noktayı kıymetli ve önemli gördük ve kısır tartışmalardan, hesaplaşmalardan uzak durarak, Haziran Hareketi’nin sosyalist örgütler arasındaki bir tür “güçbirliği protokolü”ne indirgenmesine izin vermeden, halkın AKP karşıtı mücadelesinin gerçek ve birleşik bir cephesi olarak inşa etmeyi önümüze koyarak sürecin aktif unsurlarından olduk.
-HTKP, TKP içindeki görüş ayrılıklarının bir ayrışmaya varması ile birlikte kuruldu. Bugün sürecin dördüncü ayı geride kalmış durumda. Geçen zamanda HTKP’nin siyasal ve örgütsel performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Bu soru, belki de her toplantımızda kendimize samimiyetle sorduğumuz ve yanıtını her seferinde daha güçlü biçimde verebildiğimize inandığımız bir soru. Evet, HTKP bir süredir devam eden tartışmaların TKP içinde bir ayrışmayı gündeme getirmesiyle kuruldu. Bugün HTKP’nin kuruluşunu ve mücadelesini sırtlanan bizler TKP içinde bir iddianın da temsilcisi ve sahibiydik. Şimdi de sürdürücüsüyüz. O iddia da TKP’nin yürüttüğü mücadelenin halkla buluşması idi. Türkiye’de sosyalizmin ve devrim mücadelesinin kitleselleşip toplumsallaşması için gerekli koşulların bulunduğunu düşünüyoruz. Böyle tarif edince birilerinin buna karşı çıktığını düşünmek zor oluyor elbette; ancak parti içindeki tarz ve alışkanlıklar, özellikle de bu türden eleştiri ve önerilerin dile getirilmesi karşısında gösterilen tepkiler, daha genel olarak Türkiye’nin mücadele başlıkları hakkındaki değerlendirmeler, bizim iddialarımızın diğer arkadaşlarımız tarafından paylaşılmadığını açık biçimde gözler önüne serdi. Sonuç, kuşkusuz, bizim açımızdan istenir bir biçimde gerçekleşmedi, çünkü HTKP üyelerinin her biri partinin yaşadığı kriz döneminde ayrışma ihtimalini bertaraf etmek için özverili biçimde çaba harcadı. Ama olmadı. Sonuçta HTKP kendi yolunu açtı ve o yoldan yürüyor. O günden bugüne de, ülkenin her köşesindeki mücadele dinamiklerine, küçümsemeden, burun kıvırmadan, küçük hesaplar peşinde koşmadan, tüm enerjimiz ve gücümüzle dahil olmaya, her noktada halkın direncini güçlendirmeye uğraşıyoruz. Partimizin hızla örgütlenmesi, yeni yoldaşlara kavuşması, temas kurduğu kesimler nezdindeki saygınlığının ve güvenilirliğinin artması emeklerimizin karşılık bulduğunu gösteriyor. Tabi HTKP’nin aradan geçen dört ayda kazandıkları arasında en önemlisi, yola çıkarken önüne koyduğu iddiaların ve saptadığı ihtiyaçların birer birer doğrulanmasıdır. Başta da söylediğim gibi, bu soru HTKP’nin günlük pratiğinin vazgeçilmez sorusudur. Her HTKP üyesi kendisine sürekli bu soruyu sormak ve her defasında daha güçlü biçimde yanıtlamak üzere konsantre olmuş durumdadır. Çünkü şu ana kadar başardığımızı düşündüğümüz hiçbir şey bizim için, devrimi ve sosyalizmi güncel bir ihtiyaç olarak arayan bir komünist parti için yeterli değildir.
-Son olarak ayrışma sürecinin geldiği nokta hakkında bilgilendirmeniz mümkün mü? Kamuoyunun da bildiği üzere, iki siyasal irade tarafından bir protokol imzalanmıştı. Bu protokolün hayata geçmesinde kimi sorunlar yaşandığı da biliniyor. Gelinen nokta nedir?
-Ayrışma sürecinin bizim açımızdan en önemli noktası, bunun bir an önce tamamlanması ve HTKP’nin siyasal mücadelesine başka hiçbir meşguliyet olmadan yoğunlaşmasıdır. Tüm çabamız da bu yöndedir. Şu anda esas tartışma konusu, TKP’nin tüm üyeleri tarafından yaratılan değerlerin ve varlıkların korunması, TKP mirasının, eşit sahipleri olarak iki siyasal irade tarafından eşitlik ilkesine uygun olarak paylaşılmasıdır. Kimse TKP’nin yıllara yayılan mücadelesi ve üyelerinin büyük fedakarlıkları ile yaratılmış değerlerinin “oldu bitti”lerle birilerine kalacağını zannetmemeli. HTKP, Türkiye solunda ender görülen bir gelişmişlikle yaşanan bu ayrışmanın mimarıdır. Aksi halde, aradan geçen dört aya rağmen, her iki tarafın temsilcilerinin altına imza atmak suretiyle kalıcılaştırdığı bir protokolün uygulanmamasının makul bir açıklaması olamaz. Süreç içerisinde KP temsilcilerinden protokolün bazı maddeleriyle ilgili yeni düzenlemeler yapılması yönünde talepler geldi. HTKP olarak bunların hepsini, bir iyi niyet göstergesi olarak kabul ettik, görüşmeye açık olduk. Ancak bir yandan bu görüşmeler sürdürülürken, öte yandan protokolün kadük olduğu, protokolde imza altına alınan maddelerin “aslında öyle olmadığı” yönünde gerçekle bağdaşmayan söylemlerle karşılaştık. Örneğin TKP’nin merkezi yayın organlarından olan Gelenek ve Komünist’in her iki irade tarafından başına ya da sonuna getirilecek bir ek isimle yayınlanabileceği protokolde açık bir biçimde imza altına alınmış olmasına rağmen, KP her iki dergiyi de eksiz biçimde yayınlamış, bununla da kalmayıp kamuoyuna ve kendi üyelerine protokolde böyle yazmadığı, TKP’nin yayın “paketi”nin tümünün KP’de kaldığı yönünde demeç verebilmişlerdir. Ya da ısrarla TKP’nin ve NHKM’nin borçlarının ödenmesi konusunda HTKP’nin üzerine düşeni yapmadığı gibi söylemler duyuyoruz. Bunlar da doğru değildir. Bütün mali yükümlülükleri üstlenmeye hazırdık ve hala hazırız. Bu başlıkta, arkadaşların “NHKM bizimdir” yaklaşımı, dolayısıyla “sizden NHKM için para almayız” sözü nedeniyle görüşmelerde yol alınamadı. Dikkatinizi çekmek istediğim nokta, bu tür açıklamalar yapılırken bir yandan da görüşmeler sürüyordu. Biz görüşmelerin sağlıklı yürüyebilmesi için ve yaptıkları açıklamaların biraz da kendi içlerine yönelik olduğunu düşünerek, bu demeçlerin çok da fazla üzerinde durmadık. Ancak bugün gelinen noktada aslında başka bir şey daha ortaya çıktı. Zaman kazanma, zamana yayarak hak iddia etme durumuyla karşılaştık. Yeni bir ek protokol önerisi vardı. Yine aynı şekilde bu konuda da makul olan tutumuz kabul görmedi. Ne ana protokol uygulanıyor ne de ek protokol önerilerine yaptığımız makul yaklaşımlarımız kabul görüyor. Biz bu tür bir siyasetin yabancısıyız, ortada imzalanmış bir protokol var ve devrimcilerin halka olduğu kadar, birbirlerine verdikleri sözü de tutacaklarına inanırız. Gelinen noktada, yukarıda örneklerini verdiğimiz davranış tarzının bir sonucu olarak bir tıkanma ile karşı karşıyayız. Partimiz bu tıkanmanın bir an önce aşılması, ayrışma sürecinin TKP mirasının eşit sahipleri olarak iki siyasi irade arasındaki eşit ve adil paylaşımla sonuçlandırılması ve her iki iradenin de siyasete ve devrimci görevlere yoğunlaşması gerektiği konusunda elinden geleni yapmaya kararlıdır, hazırdır. Aynı hassasiyeti tüm tarafların göstereceğini, bir kez daha umuyoruz.