Dün gazeteler, Cumhuriyetin 91. yılını kutlayan manşetlerle çıktılar. Sosyal medyada internet ortamında iletiler yayımlandı. Ondan bir hafta önce Cumhuriyet haftası dolayısıyla CHP Ka-dıköy İlçe Örgütü’nün daveti üzerine yaptığım “91. Yılda Cumhuriyetimiz” başlıklı konuşmaya şöyle başladım:
-Aslında bugün yaşadığımız Cumhuriyet ile 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet aynı Cumhuriyet değil.
Gerçekten de, dün Cumhurbaşbakan Tayyip Erdoğan’ın, Çankaya’dan Ak Saray’a alınmış olan törenisonandaertelemeseydi,Ak Saray’da kutlanan, Atatürk Cumhuriyetinin 91. yılı değil de, İkinci Cumhuriyet’in 1. yıldönümü olacaktı.
Aslında Cumhuriyetin değişmesi zaman al-mış, dönüşümün en büyük virajı, Tayyipçiler ile aralarında 2. Cumhuriyetçilerin de bulunduğu “yetmez ama evet”çilerin el ele kotardıkları 12 Eylül 2010 referandumu ile gerçekleşmiştir...
Tarihe gömülen, Aydınlanma Cumhuriyeti ile bu zulmet Cumhuriyeti aynı cumhuriyetler değildir.
Saltanat’tan Cumhuriyet’e geçişle yetinmeyip aynı zamanda demokrasiye yönelmeyi amaç-lamış olan ve bunun hiç değilse çok partililik yönünü ilanının 27. yılında, demokratik iktidar değişimi ile yaşama geçiren, aydınlanmacı, bağımsızlıkçı, laik, çağdaş, devrimci, antiem-peryalist Cumhuriyet’in ne aydınlanmacı, ne çağdaş, ne laik, ne demokrasiyi amaçlayan yönü kalmış olan, bugünkü Tayyibizm egemen rejimle hiçbir ilgisi yok.
***
Bu gerçeği görerek, dün Cumhuriyet Bayramı’nı falan kutlamadım.
Çünkü bütün kurumları yok edilmiş olan bir Cumhuriyeti kutlamanın kendini aldatmaktan öte bir anlamı olmayacaktı.
Kurucusu olan CHP’nin dahi kimi değerlerini yadsıdığı ya da hiç değilse açıkça benimse-mekten kaçındığı Cumhuriyet’in hâlâ yaşadı-ğını sanmak, gerçeklere göz kapayıp hayaller âlemine sığınmaktır.
Gerçeği göremeyince, değişmesi gerekeni değiştirmek de olanaksızlaşır.
İşte bu yüzdendir ki, ben dün Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamadım.
Ama bayrağımı yine astım.
Bayrağı kutlama simgesi olarak değil, 29 Ekim 1923’ü anımsamak için astım oraya.
Cumhuriyeti ve kazanımlarını anımsamak zorundayız.
Çünkü teker teker elimizden kaçmış olan bu kazanımları tekrar elde edeceğiz.
Cumhuriyet kavramını devrim ile dünyaya yaymış olan Fransa’da da öyle olmuştu.
İlk Cumhuriyet’in ilanının (1792) üzerinden 15 yıl bile geçmeden 1804’te, cumhuriyet ta-rihe karışmış, hele hele 1815 itibarıyla krallığa dönülmüştü bile. Fransa’da cumhuriyetin geri dönülmez biçimde kurulması için aradan yüzyıl geçmesi gerekecekti (1870).
Kimsenin kuşkusu olmasın ki, bizde de cumhu-riyetin kazanımları üzerine yenileri de eklenerek, geri dönülmez şekilde yerleşecektir.
***
İlk bakışta güvence ile “Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” görüşü çelişir gibi geliyor insana.
Ama öyle değil!
Gerçekten de, bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Zaten toplumların yaşamında çareyi eskide aramak, geçmişe dönmeye çalışmak kadar saçma bir davranış ve gerçekleşmesi olanaksız özlem yok.
Eskiden edinilmiş kazanımlardan geriye düş-mek tabii ki hayıflanılacak ve eleştirilecek bir durum. Ama bunun çaresi eskiye dönüş değil.
Yitirilen eski kazanımların yeniden elde edil-mesinin yolu, hem bugünden hem de eskisinden daha ileri bir düzeni kurmaktır.
Yeniden çağdaş, aydınlanmacı, devrimci, halkçı, laik bir Cumhuriyeti ayakları üzerine dikmek artık yeterli değil. Zaten 21. yüzyılın çağdaş cumhuriyeti yüz yıl öncekinden daha toplumcu, daha çoğulcu olabilmek zorunda, devrimciliğin anlamı da bu.
Evet, 29 Ekim 2014’ü, çağdaş, laik, çoğulcu, sapına kadar demokratik yeni bir Cumhuriyeti kuracağımız inancı içinde yaşadım.
91. yılını idrak ettiğimiz, 29 Ekim 1923 ise bu inancın yaşama geçirilmesinin mümkün oldu-ğunun canlı kanıtıydı.