Egosu dağları aşmış vaziyette, 'Nice büyük davaları ben kazandım, küçüklerle hiç uğraşmadım bile' dercesine ortalıkta ve burnu havada dolaşan, bir savunma avukatıdır Hank Palmer (Robert Downey Jr.).
Böyle tepeden bakması hoş değildir ama, övünmesi de boşuna değildir yani; nefret ettiği kasabasını genç yaşta terk ettikten sonra, iyi bir hukuk eğitimi almış, sonrasında yerleştiği ve yeni bir hayat kurduğu büyük şehirde başarılı bir avukat olmuştur..
Annesinin ölümü üzerine, işlerini bırakıp kasabasına dönmek zorunda kalan Avukat'ın, oraya giderken ki planı, anneciğini öteki tarafa yolcu ettikten sonra en kısa zamanda ve bir an önce geri dönmektir..
Oysa eskimiş belki ama, giderek daha da çetrefilleşmiş o kökler, buna izin verecek gibi görünmemektedir..
Hank'ın, doğduğu yere olan nefretinin en önemli kaynağı gibi görünen, sert mizaçlı, otoriter zihniyetli babası Joseph Palmer'ın (Robert Duvall) başının derde girmesiyle, ilk engel ortaya çıkar..
Kasabanın en kıdemli yargıcı olan babası, cenaze töreni akşamı yaptığı bir trafik kazasında, kasaba ahalisinden, pek de tekin olmayan bir adamın ölümüne neden olmuştur..
Dışardan pek fark ettirmese de, karısının aldatması sonucu 'mutlu ve çocuklu' evliliğini sona erdirmek zorunda kalmış 'yaralı' bir adam olan Hank, şimdi de mazisi yaralarla zedeli, 'eski' kan bağlarına dolanmaktadır..
Yeni rahmetli olmuş bir anne, adam öldürmekle suçlanan ve aynı zamanda ağır hasta olan bir baba ve de iki erkek kardeş..
Onun 'parlak beyzbolcu' geleceğini bizzat karartmış olmakla hep Hank'in suçlandığı, ağabey Glen (Vincent D'Onofrio) ve zeka geriliğinden dolayı hep çocuk kalmış, küçük kardeş Dale (Jeremy Strong)..
Üstelik bir de, geride ve unutulmaya bırakılmış, ama hep 'dipdiri' kalmış 'eski sevgili' Samantha (Vera Farmiga) gibi bir güzellik de ayrıca devreye girer ki, yakışıklı avukatımıza "Kolay gelsin birader" diyoruz..
Pek az şey geçip gider, pek az şey unutulur
Arkadaşlar.. biliyorsunuz, insanın kayıtsız şartsız 'kötü' olduğunu -işin daha da tuhafı- bunun farkında olmadığı gibi, bu özelliğinin çok değerli bir şey olduğunu falan da sandığını, daha önceki derslerimizde işlemiştik..
Burada bir kez daha görüyoruz ki, 'ölümlü' olmanın ya da ölüme çok yaklaşmış olmanın bilincindeki bir insan bile, her zamanki huyundan, inadından, hırsından ve kötülüğünden zerre geri adım atmayacaktır..
Üstelik bunun sonuçlarını, kendisinin salaklığının bir getirisi olarak görmeyerek, prensip sahibi, tutarlı biri olduğunun göstergesi falan da zannedecektir..
Aslında yok birbirimizden farkımız da burada Baba'dan bahsediyorum tabii..
Ne kadar okumuş yazmış olursa olsun- kendi babasından gördüğü ve toplumca da doğruluğu ve faydası onaylanmış bir 'baskıcı' geleneğin yılmaz bekçiliğini sürdüren, çocuklarını da ona göre yetiştiren bu baba, bize hiç de yabancı değildir..
Orası ABD bile olsa fark etmez, yani dünyanın her yerinde aynıdır seven belki ama, sevgisini göstermeyen, çocuklarıyla olan iletişimi kopuk bu babalar..
Onların yanında bacak bacak üstüne atılamaz, sigara neyin içilemez, sözleri emirdir, tartışılamaz..
Bize hatırlatılmak istenen asıl 'hayati' gerçek, şu aslında:
Kaçarak uzaklaştığın yere yıllar sonra döndüysen eğer, seni etkileyen, seni -iyi ya da kötü- törpüleyen ve yargılayan anılara, insanlara da dönmüş olursun..
Ve tanık olursun ki, geride bırakarak öldürdüğünü sandığın her şey ya da herkes, yeniden canlanmaya başlar; koparttığını sandığın ilişkiler, seni yeniden hatırlarken, hatta bazısı, tam da bıraktığın yerden devam etmek için hallenmeye başlar..
Neden?.
Çünkü oradaki hayat, senin açından kesintiye uğramış, hatta sona ermiş gibi görünse de, geride kalanlara göre, aradan geçen yıllar dışında aslında pek az şey geçip gitmiş; pek az şey unutulmuştur..
Senin, iyi ya da kötü olarak sakladığın ve zaman zaman hatırladığın anılar, onlara göre, hâlâ devam eden bir yaşantının -daha dün gibi- yaşanmış bir kısmıdır..
Robert Downey Jr.'ı zıpırlaştırmak
Bundan önce hep komedi çeken, bir önceki filmi The Change-Up (2011) ile bu türün vasat bir örneğini sergilediğini hatırladığımız yönetmen David Dobkin, bu filmle birlikte, dramada daha başarılı olabileceğinin sinyalini veriyor sanki..
Yalnız bunu yaparken, şu komedi kalıplarını unutması artık şart ama..
Filmin en önemli hatası, anlamsız bir biçimde, 'komedi' olma çabası..
Burada, bir tür olarak, komediden bahsediyorum yalnız; dramın içine -tıpkı gerçek hayatta da olduğu gibi- yerleştirilmiş mizahtan değil..
O zaman elbette bi problem olmazdı..
Ancak, türün formüllerini kullanarak, tam bir komedi gibi başlayıp devam eden filmin, süreç içinde -sanki bunu unutmuşcasına- ağır ve gerçekçi bir drama dönüşmesi, hatta bi ara coşup natüralizme dahi meyletmesi, sonra bir başka sahnede yeniden komik olmaya çabalamasıydı tuhaf olan..
Öte yandan, 'Kadroda Robert Downey Jr. varken, onun yerleşmiş olan imajını kullanalım, mümkün olduğu kadar zıpırlaştırmaya çalışalım' kaygısı, filme pek bi şey kazandırmamış bence..
Asıl ilginç olacak ve filme değer katacak şeyin, tam tersi bir çalışma yapılarak, bu yetenekli oyuncuyu, mevcut imajının zıddı bir karakter içine sokmak olduğunu düşünmek, bu kadar zor mu allasen..
İlla şimdi rahatımı bozup, ta Hollywood'a kadar giderek, bunlara ders mi vermem gerek..
A vallahi bıktım ayol!.
The Judge / Yargıç
Yönetmen: David Dobkin
Senaryo: Nick Schenk, Bill Dubuque
Oyuncular: Robert Downey Jr., Robert Duvall, Vera Farmiga, Vincent D'Onofrio, Jeremy Strong
Yapım: ABD, 2014, 141'
3.5 / 5
http://numanserteli.blogspot.com.tr/2014/10/the-judge-baba-yargc-ogul-avukat-sank.html