Ekonomide “Kötü para iyi parayı kovar” derler.
Açıklaması da şöyle: insanlar iyi parayı kendilerine saklarken ödemelerini hep ellerindeki kötü yani değeri düşük parayla yaparlar. İyi paralar bir yerlerde saklanırken piyasadaki alışverişler hep kötü parayla yapıldığı için de piyasaya kötü para hakim olur.
Ekonomi için geçerli olan bu benzetme siyaset için de geçerli mi acaba?
“İyiler” siyaset yapmaktan çekindiği ya da o düzene ayak uyduramadığı için ortalık gerçekten hep kötü siyasetçilere mi kalır?
Siyasetin toplumdaki itibarını araştırırsanız; maalesef genelde çok da önerilecek bir iş olmadığının düşünüldüğünü görüyorsunuz.
Baktığınızda; “Başka işin mi yok be kardeşim… diye başlayıp siyaseti eleştiren, siyasetçiyi iğneleyen o kadar çok söz çıkıyor ki karşınıza…
Hatta, suyun başında oturanları bir kenara ayırırsak, neredeyse hiçbir baba evladına “siyasetçi ol” bile demiyor.
Anlaşılan şu ki; siyaset işi çok kötü bir nam salmış.
Bu durum siyasetin gerçekten de pek doğru bir uğraş olmadığından mı yoksa doğru dürüst uygulanamadığından mı kaynaklanmış acaba?
Her ne olursa olsun, “Devlet”in yazarı ünlü filozof Platon’un şu sözü de yabana atılır cinsten değil: “Siyasetle uğraşmamanın cezası, sizden daha aptal olanlar tarafından yönetilmektir”
Sokrates’in öğrencisi bunu söylerken herhalde birilerini pek fazla tahrik ve tahkir etmiş olmak istememiş ki, kibarlığını koruyarak hafif bir deyimle sadece, bu işi “aptallara” bırakmayın demiş.
Siyaset üzerine söylenmiş diğer özlü sözlere bakılırsa, Platon’un aslında siyaseti zalimlere, hainlere, hırsızlara bırakmayın da demek istediği, nezaketle dile getirdiği “aptallığın” bazıları için çok hafif kaçtığı açık.
*
Orası tamam aptallara ve diğerlerine bırakılmasın da, peki nasıl olacak bu iş?
Siyaset bu kadar kötü ama aptallara bırakılamayacak kadar da önemli bir iş ise, iyiler ve akıllılar ne yapacaklar?
Acaba böyle bir durumda her şeye rağmen yine de siyasete girmeye, oradan bir yerlere tırmanmaya gayret etmenin “akıllıca” bir şey olacağı düşünülebilir mi?
Keşke Platon bunun cevabını da verseydi.
Ama biraz dikkat edilirse ve eğer açıkça söyleseydi bize ne derdi acaba diye düşünürsek söylediği kadarından da bir ipucu yakalayabiliriz.
Platon siyasete girmenin akıllıca olduğunu söylemese de, işi tersinden alarak “uğraşmamanın cezası”ndan söz ediyor; uğraşmazsanız cezasını çekersiniz demeye getiriyor.
*
Ceza.
“Siyasetle uğraşmama cezası!”
Buradan bakınca siyasetle uğraşmanın, toplum gözünde cezayı yememek için, bir “görev” olduğunu kabul etmek gerekir hükmüne varabiliriz değil mi?
Tamam…
O zaman, topluma verebileceği bir şeyleri olanların mutlaka siyasete girmesi gerektiğinde mutabıkız.
Ama işte bu noktada bir başka tartışma konusu daha çıkıyor ortaya:
Siyasetin şikayet edilen o malum “alacakaranlık“ ortamı.
Diyelim ki toplumsal duyarlılığınız var, görev saydınız ve işi gücü bıraktınız ya… Neresinden başlayacaksınız?
-Daha ilk adımda sizden çok da haz etmeyecek, her yeni gelenden kuşkulanan o yapı, isteseniz de sizi “şıp” diye üye kaydeder de karşısına diker mi dersiniz?
Etmez.
Ya dilekçeniz kaybolur ya yukarılardan’dan kabulünüz gelmez uzunca bir süre.
Ne kadar mı?
Vallahi ölçü vermek zor ama kıyasen söyleyelim: Mesela emeklilik işlemlerinizi tamamlamak, pasaport çıkartmak, Şengen vizesi almak gibi işlerin toplamından biraz daha fazla zaman alabilir kabulünüz bir “mani” yoksa.
-Diyelim ki kaydoldunuz; acaba ilk kademe örgütünüz yapacağı kongrede sizi “ne olur ne olmaz” düşüncesiyle “ekibe” almakta hayli tereddüt etmeyecek midir? Ederse o çizgiyi geçemezsiniz.
-Haydi bir biçimde aradan sıyrıldınız, iyi kötü de tanındınız; “çalış” dediler çalıştınız, “ver” dediler verdiniz, sonra da gerçekten yararlı olabileceğiniz yerlere yakıştırdınız kendinizi.
Size sormazlar mı o kapılar önünde de “ağan kim” diye?
*
Siyaset eğer, bu gün iyi kötü bir yerlere tırmanmış olanların bile sağlıklı işlemediğinden şikayetçi olduğu bir yapıdaysa; “idealin” yerini “köşe kapmaca” almışsa, bir koyup beş alma şansını arayanların finansmanı ve dolayısıyla yönlendirmesiyle bir garip hal almışsa ne yapmalı?
Siz isterseniz Platon’un ta kendisi olun, bir “Devlet” kitabı da siz yazın bakalım…
Acaba tarih, toplum ve vicdanınız karşısında cezalı duruma düşmemek için siyasette üzerinize düşeni yapmaya kalksanız bu yapıda ne kadar zamanda ve ne kadar mesafe alabilirsiniz ki?
Söyleyelim: Bir arpa boyu.
Çünkü başta söylediğimiz gibi; kötü para iyi parayı kovar.
Her düzen kendisine uygun kafaları seçer.
*
Peki, böyle bir işleyiş siyasetin büyük patronları diyebileceğimiz parti liderlerini rahatsız etmez mi? Onlar her zaman “aptallar”dan oluşan bir örgütün kendilerine ve topluma daha yararlı olacağını düşünebilirler mi hiç?
Olmaması lazım tabii.
Ama kimisi bundan mutlu bile olur.
Kimi sıkıntılıdır ama karşı çıkamaz. Çünkü kaderin ya da konjonktürün cilvesi, üzerine basıp geldiği, oturduğu yapı budur.
Kıpırdadı mı sallanmaya başlar altı…
Kimi de –ki o gerçek siyasetçidir- karşı çıkar, siyasetin tıkalı kanallarını açar.
Çünkü “bu toplumun aptallar tarafından yönetilme cezasına” çarptırılmaması konusunda onun sorumluluğu herkesten daha da fazladır.
Başarabilir mi?
Bakın o konuda Platon’un sözünde de bir açıklık yok.
Ama başarı o kadar kolay olsaydı ve sıkça ulaşılabilseydi, o topluma hizmet adına yapıldığı söylenen “siyaset” asla bu kadar “tavsiye edilmeyecek” bir uğraş haline düşmez, tü kaka olmazdı.
Yine de başarılabilir mi?
Sayıları az ama başaranlar var tabii… Bakın tarihe onları göreceksiniz.