Bir yandan, lise öğrencisi Gülsüm Koç’un, Bingöl’de bir polis aracına saldırmaktan suçlu görülerek kanıt olarak yalnızca, gizli tanığın ifadesine dayanılarak çarptırıldığı ömür boyu hapis cezası Yargıtay’da onaylanırken, öte yandan Yargıtay’daki Birinci Başkanlık Kurulu seçimlerini AKP’nin kaybettiği ve cemaat ile bazı sosyal demokratlar arasındaki ittifakın adaylarının kazandığı, 15 Temmuz tarihli Cumhuriyet’te açıklandı.
Bu arada, son seçimleri kazanan ve Türkiye’nin en genç Belediye Başkanı olan Lice Belediye Başkanı Rezan Zuğurli, yüzü maskeli olarak katıldığı ileri sürülen bir gösteri sırasında polise taş atmaktan 4 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Kararın gerekçesinde, grup arasında bulunan haki renkli kapüşonlu kaban giyen kişinin gözler ve gözün üst kısımları, burun ve burun ile dudak arasındaki boşluk, dudak ve elmacık kemikleri yapıları arasında benzerlik bulunduğu belirtilmekte ve hüküm bu benzerliğe dayandırılmaktadır.
Bunlar olurken, Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kenan İpek’in İstanbul’da verdiği iftar yemeğine HSYK üyeleri, İstanbul Başsavcısı ve İstanbul’da görev yapan bine yakın hâkim ve savcı katıldı.
Müsteşar İpek, iftarda yaptığı konuşmada şunları söylemekten de çekinmemiştir:
“...Darbeler tarihine yarım kalmış bir müdahale başlığı daha eklenmiştir. 17 ve 25 Aralık süreçlerinde yaşananların ileri sürülen gerekçe ile ilgili olmadığını hepimiz biliyoruz. Rahmetli Menderes ve bakanlarını yolsuzlukla suçlayıp, kamuoyunda yıpratan zihniyet yeniden dirilmiş, kritik süreçlerde devreye girmek suretiyle ülkemizin ayağına bağ olmuştur.”
***
15 Temmuz günkü köşesinde olayı aktaran Mehmet Yılmaz, iftara katılan savcıların bazılarının 17 ve 25 Aralık soruşturmalarını yürüttüğünü, eğer iddianame yazılabilirse, yine aynı iftara katılan yargıçların arasından bazılarının da davalara bakacaklarını anımsatıyor.
Tabii Adalet Bakanlığı Müsteşarı’nın, bu savcı ve yargıçların özlük işlerine bakan HSYK’nin kilit adamı olduğunu da düşünürseniz, bütün bu bilgileri bir arada ele aldığınızda göğsünüzü gere gere rahatlıkla haykırabilirsiniz:
- Yargı cephesinde yeni bir şey yok!
Evet yargı cephesinde gerçekten yeni bir şey yok. Oysa uzaktan bakınca sanki varmış gibi görünüyor. Hatta Balyoz davasından tahliye edilen kimi kişiler, son gelişmelerin insana “Türkiye’de yargıçlar var” dedirttiğini bile ileri sürmüşlerdi. Türkiye’de yargıçlar var denebilmesi için, bağımsız bir yargının var olması gerekir. Oysa bağımsız bir yargının var olmadığı açıktır. Yukarıdaki örneklerden görüldüğü gibi hukuk skandalları sürüp gitmektedir.
Bu arada, kimileri boşluktan yararlanarak aradan sıyırıyorlarsa eğer, o da yargıyı denetimi altına almak isteyen güçlerin savaşından doğan boşluktan yararlanmalarıdır. Savaşı bu güçlerden hangisi kazanırsa kazansın bir şey değişmeyecek, yargı adı altındaki zulüm dinmeyecektir. Gerçekten, haklı olarak Türkiye’de yargıçlar var diyemedikçe de skandal sona ermeyecektir.
***
“Türkiye’de yargıçlar var” diyemedikçe de, yargı bağımsızlığı olmayacak, yargı bağımsızlığı olmadığı zaman da münferit kimi kararlar büyük bir anlam taşımayacaktır.
Hatta diyebiliriz ki olay bundan da daha vahimdir. Yani, bağımsız bir yargının olması dahi sorunu özünde çözemeyecektir.
Çünkü bağımsız yargı, ancak, yargı kararlarına devletin uyması halinde bir anlam ifade edecektir.
Oysa bir yandan yargı bağımsızlığını ayaklar altına alan Erdoğan iktidarı, aynı zamanda yargının hoşuna gitmeyen kararlarını tanımama, uygulamama aşamasına varmıştır.
Durum vahimdir:
Türkiye’de hâkimler var demek mümkün değildir.
Zaten olsa da kıymeti yoktur. Çünkü iktidar beğenmediği yargı kararlarını uygulamamaktadır.
Bu durumda yargı bağımsız olsa ne olur, olmasa ne olur? Durum gerçekten fecidir.