Halk, neyi oylayacak?

7 Kasım 1982’de sandık başına giden seçmen, iki pusuladan birini tercih durumunda oldu:

Beyaz, Anayasa’ya ve Devlet Başkanı K. Evren’in Cumhurbaşkanı olmasına “evet” (16.945.545). Mavi ise, 1982 metninin reddi, -ama Evren’in, Devlet Başkanı olarak kalması sonucunu beraberinde getirecek olan- “hayır” (1.594.761). “Plebisiter referandum” denmesi bundan. Seçmen tam bir çapraz baskı ile karşı karşıya getirilmişti.

Ne var ki, % 90’nın üstündeki çoğunluk iradesi, Anayasa açısından sadece beş yıl, kişi açısından ise yedi yıl geçerli oldu. Anayasa, 1987’de değişikliğe uğradı; Evren ise, 1989’da çekildi.

Kısacası, şu anda yürürlükte olan anayasal-siyasal düzenin kurucu babası, K. Evren.

İzleyen yıllarda şu çelişkili tablo giderek derinleşti: Her anayasa değişikliği, 1982 metnini törpülerken, daha da meşrulaştırdı.

Ve en son: Kasım 2013’te Anayasa Uzlaşma Komisyonu, Anayasa’nın 2/3’ü üzerinde oydaşma sağlayamadan dağıldı. Bu ise, 1982 Anayasası’nın devamı üzerinde uzlaşma demek. İzleyen aylarda, K. Evren, sivillerin de üzerinde mutabakat sağladığı kendi Anayasası ile mahkûm edildi.

10 Ağustos 2014 seçiminin ise, Evren’i seçim işlemine göre, bir eksiği ve iki artısı var: Eksik, Anayasa’nın değil, sadece kişinin oylanması. Artısı ise, tek aday yerine üç adayın yarışıyor olması ve tek tur yerine iki turlu seçimin öngörülmesi. Aday çokluğuna rağmen, K. Evren’in durumunu çağrıştıran bir süreç de yok değil: Erdoğan, seçimlere Başbakan olarak katıldığı için, 30 Mart’tan bu yana devlet olanakları ile yürüttü kampanyayı. Yasal bir zorunluluk olmadığı halde “etik” açıdan gerekli olan “istifa”dan kaçınılacak…

Üstüne üstlük, bir de Ramazan ayı: Aynı akşam iki-üç iftar yemeğine katılan CB adayı Başbakan’ın konuşması, en az 12-13 kanal canlı olarak yayınlıyor. (Tunuslular, Ulusal Anayasa Meclisi seçiminin Ramazan ayından önce yapılması için az mı çaba gösterdi… Gerçi bunu başaramadı 2011’de; ama 2013’te Gannuşi’yi frenleyebilecek sandık-ötesi iradeyi ortaya koymasını bildi).

Şu halde, halk neyi oylayacak?

Dört partinin, dolaylı olarak devamına onay verdiği anayasal düzen çerçevesinde görev yapacak olan Cumhurbaşkanı için oy kullanacak. Çifte anayasal üstünlük var. Bir kez, CB, Anayasa’ya sadık kalacağına yemin edecek: “Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma,…” (m. 103). Sonra, uygulanmasını gözetecek: “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.” (m. 104).

Anayasa’nın kendisine verdiği yetkileri bu amaçlarla kullanacak. Mesela, “Gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek veya bakanlar Kurulunu başkanlığı altında toplantıya çağırma” şeklindeki yetki, bu çerçevede anlam kazanır. Özellikle, “başkanlığı altında toplantıya çağırma” yetkisi, “Olağanüstü yönetim usulleri” için geçerli. Bakanlar Kurulu’na başkanlık ise, olsa olsa, “Anayasanın uygulanmasını gözetme yetkisi” ile örtüşmesi ölçüsünde haklı görülebilir: Gezi olayları, 17 ve 25 Aralık 2013’te ve izleyen dönemde tanık olunan “darbe ve karşı-darbe” süreci, CB’nin bu yetkisini kullanmasını haklı kılabilirdi.

Halkın oy vereceği kişi, Anayasa’nın üstünlüğüne saygı çerçevesinde görev yapacak. İster % 91 oy alsın, ister % 51, fark etmez. Burada, “millî irade”nin göreceli özelliğine dikkat çekilmeli. Çünkü, “millî irade”nin en büyük göstergesi Anayasa. Anayasa’ya aykırı eylem ve işlem, milli iradeyi de zedeler; eğer milli irade Anayasa’ya karşı ise, o durumda Anayasa’yı değiştirme veya yenileme yetkisini kullanır…

“Hükümetin genel siyaseti”

Başbakan, Bakanlar Kurulunun başkanı olarak, “hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetir. Bakanlar Kurulu, bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumludur.” (m. 111).

Dahası var: Her bakan, başbakana karşı sorumlu. Başbakanın âmir konumu, “düzeltici önlem alma yükümlülüğü” ile 3. kez belirtilmekte.

Özetle; görev+yetki ve sorumluluk çerçevesinde başbakan ve hükûmet, siyasal karar sürecinin kalbinde yer almakta. Cumhurbaşkanı ise, olağan siyasal karar süreci işlemediği zaman devreye girmekte. Bu da bir siyasal tercih sorununu beraberinde getirmekle birlikte, “olağanüstü yönetimler”, hukuku en aza indirgeyen anayasal düzenlemelerdir.

Sonuç olarak, halkın oy vereceği kişi, “duada sınır tanımayabilir”, ama yetkilerini, dünyevi metin olan yürürlükteki Anayasa sınırları içinde kullanmak zorunda.

Editör: İBRAHİM Ö. KABOĞLU

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1891