Önce bir noktayı açıklığa kavuşturalım.
Kürt sorunu,
Türkiye’nin en önde gelen sorunlarından biridir.
Kürt sorunu, Türkiye’nin bir numaralı konusu olan demokratikleşme sorununun bir parçasıdır.
Kürt sorunu, şimdiye kadar söylediklerimden de anlaşılabileceği gibi yalnız Kürtlerin değil bütün Türkiye’nin sorunudur.
Devam edelim:
Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’nin öteki sorunları, özellikle demokratikleşme sorunu da çözülmez.
Aynı şekilde, demokrasi sorunu çözülmeden, ondan bağımsız olarak Kürt sorunu da gerçek bir çözüme kavuşturulamaz.
Kürt sorununun, bugüne kadarki, silahlı çözüm denemeleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır, ancak demokrasi çerçevesinde çözülür.
Kürtlerin kimlikleri ve dilleri inkâr edilerek sorun çözülemez. Kimsenin dilinin kimliğinin yadsınmayacağı, baskı altında tutulmayacağı, vatandaşlıkta, hak ve özgürlükte eşitlik ilkesi çerçevesinde çözülebilir bu sorun.
Böyle bir çözüme hiçbir itirazım olmadığından bu konuda, bu çerçeve içinde girişimlere, bu arada müzakere konusunda hükümete yetki verilmesine, karşı çıkmak da söz konusu değil.
***
“Ne yani sen barışçı çözüme karşı mısın?” türü angut sorulara muhatap olmamak için yukarıdaki satırları altını özenle çizerek yazdım.
Yine hemen belirteyim ki, “barışçı çözüme karşı olmamak” demek, her türlü çözüme yelyeperek koşmak demek de değil. Şu ana kadar izlenen sürece paralel olarak gelişen olaylar, sözünü ettiğimiz eşitlikçi ve demokratik çözüme yönelik görünmemekte.
Gayet kolaylıkla anlaşılabilir ki demokrasinin önündeki en önemli engellerden biri olan Tayyip Erdoğan, demokrasi sorununu çözemeyeceği için onun bir bileşkeni olan Kürt sorununu da çözemez.
Zaten içeriği kamuoyunca tam olarak bilinmeyen barış sürecinin, Kürtler için olduğu kadar Türkler için de demokrasiyi içermeyen, olayı etnik kimlik üzerine oturtan, etnik mezhepsel ayırımcılığa yatkın politikalar çerçevesinde bir çözüme doğru gittiği bölgeden gelen haberler ve işaretlerden de anlaşılıyor.
Böyle bir ortamda, tam Cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesinde, Tayyip Bey, “eve dönüşü” de içeren ve çözüm süreci için hükümete yetki veren tasarıyı Meclis’e getiriverdi. Getirecekti de, eli mahkûmdu çünkü Apo dayatıyordu.
***
Kimsenin “Apo istese ne olur?!” deyip geçecek hali yok. Çünkü Apo “çözüm süreci”nin iki ayağından biri.
Bu durumda bir ayağını Apo’nun öbürünü Tayyip’in oluşturduğu sürecin ne kadar barışçı ve demokratik olduğunu takdirinize arz ederim. Apo ayrıca, şu anda Cumhurbaşkanlığı seçiminin de anahtar kişisi.
Muhalefetin çatı adayının ne kadar oy alacağı henüz malum değil.
Ama o, ne alırsa alsın, Tayyip Bey’in oylarının tek başına birinci turda seçilmeye yetmeyeceği açık; kendisine sunulan anketler de onu gösteriyor.
Bu durumda, kemikleşmiş Kürt oyları belirleyici olacak. Bu da, Çankaya’ya gidecek kişiyi daha birinci turda Apo belirleyecek, demek oluyor.
Bunu çok iyi hisseden ve de hissettiren Öcalan, seçimlerden önce, barış sürecinin hukuki statüye kavuşturulması için, “yoksa karışmam ha!” restiyle dayatmaktaydı.
Tayyip Bey, bu resti görüp de bir şey yapmasaydı da bölgede alttan alta, hatta açıkça iktidarın el değiştirdiği ortam zedelenmesin diye Öcalan ile aralarındaki yapısal ittifak yine de bozulmayacaktı.
Ama o işi sağlama almak gereğini duydu ve barış sürecini yasal güvenceye alan yasayı Meclis’e sundu.
Apo bu yasayı istiyordu. Tayyip Çankaya seçiminin anahtarının Apo olduğunu biliyordu.
Apo istedi.
Tayyip Bey yaptı.
Yapacaktı, eli mahkûmdu.