25 Haziran  2005, Kâzım Koyuncu’nun öldüğü gün. Dün, ölümünün dokuzuncu yılında,  şarkılarıyla ve mücadelesiyle andık onu. Bugün, müziğimizdeki yeri  üzerine iki kelam etmek isterim. Benim için çok önemliydi, çok özeldi:  20’li yaşlarımın coşkusu, bilmediğim bir kültürün kapısını açan anahtar,  direniş ve isyanın simgelerinden biri… Hepsiydi Kâzım. Kısacık  yaşamında hep yanımızda, yöremizde dolandı; çok iş yaptı. Ankara’da,  öğrenci evlerimizde bize eşlik eden ‘arkadaş’tı. Hani gitarını alıp  gelen ve günümüzü şenlendiren ‘arkadaşımızın arkadaşı’... O kadar  bizdendi. Tanıştım, sohbet ettim, canlı dinledim ve bir saniye olsun bu  hissiyatım değişmedi.
 
1995  yılında, Ankara’da kurduğumuz Radyo Arkadaş’ın kapısını çaldı bir gün,  öyle tanıştık. “Yeni bir grubumuz var, size kasetimizi getirdik” diyerek  girdi içeri. Çay içtik, sohbet ettik, yayına aldık. Müziğinden ziyade  Karadeniz sevgisini ve orada yapılmak istenenleri anlattı uzun uzun.  Asıl derdi oydu. “Şarkılar orada, onlar kendini anlatır zaten” dedi,  birlikte şarkılarını dinledik. Mütevazı ve samimiydi: İçinden geleni  yapıyordu. Eklektik değildi, hissediyordu. Bugün, yıllarca uzağında  durduğum Karadeniz müziğine biraz olsun yakınlık duyuyorsam, Kâzım  Koyuncu’nun ve açtığı yoldan ilerleyenlerin sayesinde. Koyuncu, öz  müziğini gelenekselin dışına çıkardı ve tekdüzelikten uzaklaştırdı.
Karadeniz’in  dalgaları gibi hırçın ve asi, dünyayı umursamazcasına hırpani ve  dağınıktı. Dinmeyen’in ‘Sisler Bulvarı’ albümünün yaratıcılarından,  memleketin ilk Lazca rock grubu olan Zuğaşi Berepe’nin kurucularındandı.  Adını onlarla duyurdu. İlk solo albümü ‘Viya!’, 2001’de yayınlandı. 
 
Ertesi yıl,  ‘Gülbeyaz’ adlı dizinin müziklerini yaptı ve kitlelere ulaştı. İkinci  albümü ‘Hayde’nin repertuvarında, bu dizi için söylediği türkülerden  bazıları da vardı. TRT’de Lazca söyleyen ilk insandı. ‘Hayde’nin  çıkışını müteakip Ankara’daydı: ODTÜ Bahar Şenliği’nde verdiği, bizzat  şahit olduğum konser, bütün şenliklerin en güzellerindendir. 2003’te  düzenlenen ilk BarışaRock’ın ikinci günüydü. Siya Siya Bend’le coştuktan  sonra sıranın Bulutsuzluk Özlemi ve Cem Karaca’ya gelmesini  bekliyorduk. Aniden sahnede belirdi Kâzım Koyuncu ve müziğiyle ortalığı  kasıp kavurdu. Ne yalan söyleyeyim, “sonrasını dinlemesek de olur”  dedirtecek kadar devleşmişti o gün. Sahne performansları hep öyleydi:  Dinleyicisini avucunun içine alıyor, onlarla büyüyordu. Sahneyi hep çok  sevdi. Öldüğü günün iki gün sonrasında, ‘Hey Gidi Karadeniz’ konseri  çerçevesinde Açıkhava Tiyatrosu’na çıkma sözü vermişti. Son gününde bir  açıklama yaptı ve bu konsere “bir türlü iyileşmeyen ses kısıklığı”  nedeniyle katılamayacağını söyledi ve ekledi: “Karadeniz, dev bir  dalgadır, özgür bir sudur. Bir olguya bir kişiye bağımlı değildir. Bu  nedenle ‘Hey Gidi Karadeniz geceleri’ devam etmelidir.” Açıklamasından  iki gün sonra, konserin olduğu gün, söz verdiği gibi Açıkhava  Tiyatrosu’nun sahnesindeydi: Son kez ve ‘dört kollu’nun içinde; binlerce  hayranının alkışlarıyla ve kendi türküleri eşliğinde. 
 
Ölümünden  kısa süre önce “konser yapmak, koşmak, futbol oynamak gibi şeyler”  istediğini söylemişti. Belki çok insan farkında değildir ama  hayranlarıyla son buluşması, Trabzonspor için yapılan ‘Uy! Aha Trabzon’  albümünde söylediği iki şarkı aracılığıyla gerçekleşti. Futbolu  seviyordu, bordo-mavili renklere gönül vermişti. Karadeniz, en büyük  aşkıydı: Hep onun için savaştı, bütün eylemlerde en öndeydi.
 
Geçen yıl,  ölüm gününde, Gezi Direnişinin hemen sonrasında yapılan BüyükKeyif  soruşturmasında, Metin Solmaz, “yaşasaydı Gezi Direnişi’nin yüzü olurdu”  demişti Koyuncu için. Aynı soruşturmada şunları söylemiştim:  “Yaşamadığı halde direnişin yüzü Kâzım Koyuncu: Hep aramızda. Bana hiç  ölmüş gibi gelmiyor. Tek ve büyük üzüntüm, Kâzım’ın bu günleri görememiş  olması. O aramızda olsaydı çok ama çok daha güçlü olurduk; fark bu  olurdu.”
Ölümünden  sonra BirGün’de bir yazı yazmış, onun şarkısını bozarak bitirmiştim:  “Denizde kararti var bu gelen kayik midur / Ben özledum Kâzım’i ağlasam  ayip midur?” Dokuz yıldır gözyaşlarımız hiç dinmedi. Kâzım’ı,  arkadaşımızı çok özlüyoruz.