Sık sık karıştırılan kavramlara bir örnek de “barış” ile “savaşmama hali”dir. Gerçekten de ortada adil ve kalıcı bir barışın koşulları yoktur, ama savaş da mevcut değildir.
Durum, koşullarını içermediği için barış olarak nitelenemez. En doğru saptama savaşmama halidir.
Savaşmama hali geçicidir; ya savaştan yana devrilir ya barıştan yana evrilir.
Sonunda Abdullah Öcalan ile Tayyip Erdoğan’ı Şeyh Sait temelinde buluşturan PKK-Tayyip Erdoğan ilişkileri de öyle. Ortada barış süreci yok. Olsa olsa bir çatışmama var.
Ve bu hal, yapısı dolayısıyla geçicidir.
Ne var ki, Tayyip Bey çatışmasızlık haline süreklilik yüklemek istemektedir.
Tayyip Bey, “Ben bölgedeki iktidarın el değiştirmesine göz yumayım, her şey hiçbir şey olmuyormuş gibi görünen süreçte olsun!” politikasını gütmektedir.
Ancak, karşı taraf ona güveni olmadığından, pek de âlâ yürüyen bu süreçle yetinmeyip yasal güvenceler talep etmekte. O da, sandığa gitmenin arifesinde Erdoğan’ın işine gelmemekte ve “çatışmama hali”nin devamı zora girmekte.
***
Bir süredir yaşanan bu. Ve dolayısıyla, şu anda gündemin en önemli sorusu da, “Çatışmama hali sona mı eriyor?” oluyor.
Dikkat ederseniz barış sürecinden söz etmiyorum. Çünkü barış sürecinin olabilmesi için, insanların ülkenin bir bölümünde esirken, öbüründe hür olmaları mümkün olmadığına göre, Kürt sorununun da esas büyük ana konu demokratikleşme içine oturtularak çözülmesine yönelmeye ancak barışçı çözüm süreci demek mümkündür.
Ama ne Erdoğan’ın ne de Öcalan’ın ne böyle bir niyetleri ne de böyle bir yapıları var. İkisi de sorunu etnik kimlik bazına oturtarak bedelini kimsenin tam olarak algılayamadığı bir yola girme çabasındalar ve bu yol da çıkar olmadığından ikisi de bir noktada gelip tıkanmış durumdalar.
Tabii çatışmasızlık sona mı eriyor sorusu, Tayyip Bey’in zihninde, “Kürtler yoksa oylarını başkasına mı yönlendiriyor?” kuşkusuna dönüşmüş durumdadır.
Vardığımız noktanın şaşırtıcı olmadığını, bu noktaya vasıl olmamızda biraz da “sonra karışmam ha!..” pazarlığının payı olduğunu belirttikten sonra, çatışmaların daha da büyümesini de, Çankaya seçimlerinde Kürtlerin oylarının başka yere gitmesinin de beklememesi gerektiğini söyleyebilirim.
***
Öcalan ve “Demokratik Özerklik” cephesi, hâlâ Erdoğan’ı tek seçenek olarak görmektedirler. Etnik tabana dayalı çözümün kuvveden fiile çıkmasını sağlayacak tek muhatap, onlara göre Erdoğan’dır; oylar da doğal olarak oraya gidecektir.
Öcalan ve yandaşları için, Tayyip Bey’in, vazgeçilmezliği onun kendisinden değil, öbür liderlerden kaynaklanmaktadır.
Gerçekten de her ne kadar durumun böyle gidemeyeceğini aslında pek de âlâ görmüş de olsa, herhalde, Kürt sorununun hangi taban üzerinde olursa olsun, çözmesi beklenecek kişi Devlet Bahçeli değildir, partisi de böyle bir işin adresi olamaz.
Aslında yapısı gereği, Kürt sorununun çözümünün adresi CHP olabilirdi.
Olabilirdi, ama ne yazık ki değil.
Çünkü Kürt konusunda, kafasında çözümden çok tereddüt bulunan ve ortaya, etnik tabanlı politika dışında elle tutulur bir proje koyamayan ve bu yüzden kem küm eden, konuşması gerektiği yerde susan Kemal Kılıçdaroğlu da bu konunun çözüm adresi değil.
Böyle olduğu için de, dağarcığında fazla bir şey olmayan Kemal Kılıçdaroğlu’nun şimdi “Kürt oylarına da talibiz” derken, bugüne kadar izlediği şaşkın politikanın doğrultusunda yeni girişimlerle, cebindeki Kürt olmayan oyların da bir bölümünü kaybetmesinden korkulur.