“Kumpasa” Karşı TBMM Nerede? Adalet Nerede?
18 Mayıs 2014
Ali ER
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Balyoz Davasında yeniden yargılama talebini reddetmesinin ardından TSK’lerinin seçkin subay, astsubay ve general amirallerine kurulan “Kumpas” mağdurlarının artık gözü kulağı Anayasa Mahkemesinde(AYM)…
Beklentilerini aşağıdaki dört başlıkta toplamak mümkün;
· TBMM bu vicdansızlığa derhal el koymalı,
· AYM’de bekleyen bireysel başvurular öncelikle ele alınmalı,
· Balyoz Davasında adil yargılama yolu ivedilikle açılmalı,
· Tuksak Kahramanlar gecikmeksizin tahliye edilmelidir.
Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi önünde devam eden “adil yargılama nöbeti” herkes için bir samimiyet testidir.
Eğer Başbakan Erdoğan samimi ise, 17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarından “birilerini” kurtarmak için Özel Yetkili Mahkemelerinin (ÖYM) kapatılmasına yönelik kamuoyu desteği adına “kumpas” açıklaması yapılmadıysa; ÖYM’lerin kaldırılmasının ardından ÖYM kararlarını da yok hükmünde sayacak ve adil yargılama yolunu açacak somut adımlar derhal atılmalıydı. Ancak bugüne kadar görüntü var ses yok…
Görünen odur ki; “Kumpas” diye diye Halkın TSK’ya güveni ve sevgisi istismar edilmiş, ÖYM’ler kapatıldıktan sonra “iş bitti yapı paydos” anlayışı ile “Kumpas” söylemleri de adeta unutturulmaya çalışılmıştır.
Bu duruma karşı TBMM bigâne kalamaz; duruma el koymalıdır. Özellikle TBMM’nin paralel yapının güdümünde oluşan mahkeme kararlarını “yok hükmünde sayacak” ve yeniden bağımsız yargılama yolunu açacak yasal düzenlemeler gecikmeksizin yapılmalıdır. Hukukçular kuvvetler ayrılığı ilkesi üzerinden bu teze karşı çıkabilirler; Doğrudur da; yasama, yargı kararlarını yasalarla düzeltemez. Ancak bu gibi özel durumlarda kabul edilemez. Neden mi?
Mahkemelerde Yargıçlarımızın arkasında “Adalet Mülkün temelidir” yazar. Bu sözler bir yerde “Milli İradenin” yargıçlara “Ey yargıçlar! Adaleti doğru dağıtın” direktifidir. Doğru dağıtın ki; bu Devlet sarsılmasın; kuruluş temelleri üzerinde sapasağlam dimdik ayakta dursun. Üstelik Yargıçlar kararlarını da “Milli İrade”den aldıkları yetkiyle “Yüce Türk Milleti adına” verirler. Ama “Kumpas” açıklaması ile ÖYM kararlarının “Yüce Türk Milleti adına” değil, kimliksiz bir “paralel yapı” adına alındığı en yetkili makamlarca itiraf edildiğine göre; bu kararlar nasıl yürüklükte kalabilir. Bu kararlarla öncelikle Devlet temellerinden sarsılmıştır.
O halde milli iradenin tecelli ettiği TBMM, duruma el koymak için daha neyi beklemektedir. Ayrıca, madem “paralel yapı” RTE’yi kandırdı; o halde milli irade “paralel irade”nin kararlarını yok hükmünde saymalı, bağımsız ve tarafsız mahkemelerce yargılama yolunu açacak yasal düzenlemeler TBMM tarafından ivedilikle yapılmalıdır.
Anayasa Mahkemesine gelince “süper temyiz mahkemesi” olmadığını herkes biliyor. Ancak AYM bu ülkede evrensel hukuk ve insan hakları, temel hak ve özgürlükleri korumakla görevlidir ve kesinleşmiş mahkeme kararlarını ancak adil yargılama yapılıp yapılmadığı veçhesi ile inceler. İşte bu nedenle de “Adil Yargılama Nöbeti” başta AYM olmak üzere herkes için bir samimiyet testidir. Neden mi?
· Balyoz davasında savunma haklarının kısıtlandı mı? Evet.
· Silahların eşitliği ilkesi çiğnendi mi? Evet; en azından Mahkeme iddianameyi savunmaya zamanında vermedi, delilerin sahteliği konusundaki savunmanın tez ve raporlarına kulak tıkadı.
· Yasalarda yer alan usul ve kurallarında tatbikinde keyfilik var mı? Evet.
· Dijital sahte deliler üzerinden hüküm kuruldu mu? Evet.
· Hatta suç tanımı tartışmalı eylemler cezalandırıldı mı? Evet
Yukarıdaki birkaç soru bile “Adil Yargılama” hakkının ihlal edildiğini açıkça ortaya koymaktadır. O halde AYM daha neyi beklemektedir? Özgürlüklerin bir saniye bile tutsak edilmesi olasılığı bekleyen başvuruları ivedi kılmaya yetmez mi? Hala anlaşılmış değil. AYM’den beklenen de bu davalarla ilgili bireysel başvuruları vakit geçirmeden gündemine alması, en azından kendi içtihatları çerçevesinde ivedilikle“Adil Yargılama” hakkının ihlal edildiğini tescil etmesidir. Böyle bir karar öncelikle AYM Başkanının evrensel hukuk ilkeleri, bireysel hak ve özgürlükler bağlamında yaptığı çıkışların ve konuşmaların kürsüde kalmayacağının ve samimiyetinin en büyük delili olacaktır.
Sonuç olarak;
Kumpası kuranlar kim kurduysa(!) AKP’nin katkısı olmadan mı kurdular? Sonra her şey iyi güzel de 26 Haziran 2009’da çıkartılan kanunla kumpasın altyapısına meşruiyeti sağlayan kim? AKP değil mi? Acaba AKP dışında söz konusu yasaya evet oyu veren kaç muhalefet milletvekili var? Bir de bu yasa çıksın diye paralel yapı silah dayadı da yüce Milletim mi duymadı?
Ağlamalar ayyuka çıktı; “siz bilmezsiniz bu paralelleri bizi öylesine kandırdı ki benim ofisime hatta evime kadar girdiler böcek bile bıraktılar…”
İyi güzel de “paralel yapı” nedir? Kimlerdir? Hala meçhul. Ama son 12 yıldır bu ülkede yaşananlara bakarsak sanki Cumhuriyetin temel değerlerine, ulusal kimliğimize, hatta toprak bütünlüğüne yönelik “Kutsal ittifak” ayan beyan ortada bir olgu… Bu “Kutsal ittifakın” stratejilerinin hedefinde ise, Cumhuriyetin ağırlık merkezinin olduğu da tecrübelerimizle sabit değil mi?
Aslında bu hiç de şaşırtıcı değil, daha önce bir yazımda[1] da değinmiştim; Türkiye, 21nci yüzyılda Ortadoğu’nun kurulmak istenen yeni küresel düzeni için ayak bağıdır, bu düzene uymamaktadır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti, her zaman emperyalizmin Ortadoğu’daki Stratejik Planlarının hedefinde olagelmiştir. Ağırlık Merkezi bir fizik kuralı olduğu gibi, stratejide kısaca “Gücün Kaynağı”dır. Bu nedenle Stratejik seviyede öncelikle hedefin “Ağırlık Merkezi” aranır, belirlenir, sert ve yumuşak güçler de ağırlık merkezine yönlendirilir. Acaba hedefteki Türkiye Cumhuriyeti’nin ağırlık merkezi nedir?
Türkiye Cumhuriyetinin ağırlık merkezi; Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini savunan demokratik güç odakları, TSK ve Yargı sistemi değil midir? Son on iki yıl da ne oldu? Türkiye Cumhuriyetinin ağırlık merkezi sürekli hedef alınmadı mı? Demokratik güç odakları susturulmadı mı? Askeri vesayetten kurtuluyoruz, demokratikleşiyoruz diye Silahlı Kuvvetlerimizin komuta kadrosu tutuklandı, hüküm giymedi mi? 12 Eylül referandumunda sonra Yargıda kadrolaşma gerçekleşmedi mi?
Hepsi doğru da; Yargıdaki kadrolaşmada “kutsal ittifakın” ortaklarından biri diğerine karşı güç kazanınca ortaklar arasında kavga ayyuka çıktı. Bu arada Türkiye’nin üniter devlet sisteminden koparılarak, Türkiye’nin dinamik insan gücü, yer altı ve yer üstü kaynakları dâhil tüm ekonomik potansiyelinin doğrudan emperyalizme açılması adına “Çözüm müdür? Demokratikleşme midir?” bir türlü ismine karar verilemeyen projelerde de ortaklar arasında güç mücadelesi işin tuzu biberi olmuşa benziyor.
İşte bu süreçte TSK’lerini itibarsızlaştırmak için TSK’ya karşı hukuksuz uygulamaları dile getirenleri “Ergenekonculukla” suçlayan Başbakan Erdoğan, sonunda aydı da itiraf etti. “TSK’nın terörle mücadelesine darbe vuruyor. Oralara gönderilecek subay kalmıyor.”
Başbakan maalesef haklı, çünkü artık TSK’da kimsenin kimseye güven kalmadı. Bir de TSK’da dahi “paralel yapı cadı avı” iddiaları basında yer almaya başladı. Bu genel resim TSK’nın harbe hazırlık seviyesinin içler acısı olduğunu gösterir. Üstelik 12 yıllık AKP iktidarı, Dünya donanmaları ile dişe diş rekabet edebilecek koca Türk Donanmasını sonunda karaya oturttu. Deniz Kuvvetleri Amiralliğe terfi ettirilebilecek Albayları mumla arar duruma düştü. Hava Kuvvetlerinde de durum vahim…
Bütün bu veriler “kumpas”ta TSK’daki asıl hedefin ise Deniz ve Hava Kuvvetleri olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Neden Deniz ve Hava Kuvvetleri? Batı Emperyalizminin Küresel oyun planına Ortadoğu’da engel olabilecek bölgesel stratejik güç, Türk Deniz ve Hava kuvvetleri de ondan…
Çünkü hem Deniz Kuvvetlerimiz, hem de Hava Kuvvetlerimiz bugün modern Dünya orduları ile her alanda boy ölçüşebilecek seviyededir. Ancak komuta heyeti devre dışı bırakılarak; Doğu Akdeniz’de, Ortadoğu’da, Kafkaslarda ve Doğu Avrupa’da kartlar yeniden karılırken Türkiye oyun planı dışına itilmiştir. Bugün Doğu Akdeniz’de Rus Donanması dâhil isteyen istediği gibi bayrak gösterirken, Türkiye’nin ve Deniz kuvvetlerinin Doğu Akdeniz’de adı bile anılmıyor. Halkımızın refahı pahasına uçak ve gemilere yatırılan milli kaynaklarımızın çöpe atılması da işin cabası.
Bir taraftan GKRY, bir taraftan da Yunanistan Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölgeler üzerinde fütursuzca oyunlar oynarken AKP’den ses yok. “Milli dava Kıbrıs” sorunun çözümüne yönelik son günlerde ortaya çıkan müzakerelerde KKTC ve GKRY gibi doğal tarafların dışında Türkiye’den çok ABD’nin AB’nin İngiltere ve Yunanistan adı geçiyor. Türkiye yeni başlatılan müzakerelerde “Mutfakta” değil sadece masada önüne konan menüden seçim yapmak durumunda misafir konumunda.
Acaba neden? Çünkü muhataplarımız ateş gücünden, hava gücüne ve deniz gücüne kadar ne kadar güçlü bir ordunuz olursa olsun, eğer komuta kontrol sisteminiz ve komuta heyetiniz yeterli değilse o ordunun kışlada kalmaya mahkûm olduğunu çok iyi bilirler. Yanıldıklarını söylemek mümkün mü? Artık TSK’da karar verecek her komutan en basit görev için “vazife tahliline” başlamadan önce, “Acaba savcı beni bir gizli tanıkla suçlar mı?” sorusunun tahlilini yapmak durumuna düşmüştür. Özellikle Kahraman tutsaklar ordudaki güvensizliğin en temel nedenidir. Bu durum ordumuzun ve milli güvenliğimizin en büyük yumuşak karnıdır ve daha da büyük felaketlerin de habercisidir.
İşte bu nedenlerle de TBMM’nin milli irade adına duruma el koyma zamanıdır. Öncelikle “paralel” iradenin kararları yok hükmünde sayılmalı, Kahramanlar derhal tahliye edilmeli, adil yargılama yolu ivedilikle açılmalıdır.