Kendisi de aynı zamanda hukukçu olan TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Danıştay’ın 146. kuruluş yılı törenleri sırasında Başbakan’ın Metin Feyzioğlu’nun konuşmasına yakışıksız müdahalesi ve sonradan salondan çıkıp gitmesiyle ilgili olaylar dolayısıyla dert yanmış:
“Türkiye’de bazı tarihler, bazı günler buluşma, kaynaşma, toplanma, daha pozitif mesaj verme günleri yerine bir endişe, bir sıkıntı kaynağı olmaya başladı. Bunların başında eskiden 1 Mayıs’lar gelirdi. Şimdi yargı kurumlarının açılış günleri de sıkıntı kaynağı olmaya başladı.”
Önce bir noktayı düzeltelim: Yargı kurumlarının kuruluş günlerinde veya yargı yılının açılış törenlerinde yargıyla ilgili kaygıların, endişelerin, sıkıntıların, yargı mensuplarının sorunlarının veya eleştirilerin dile getirilmesi yeni bir durum değildir.
Bundan neredeyse yarım yüzyıl önce 1967 adli yılının açılış törenlerinde konuşan Yargıtay Başkanı İmran Öktem, irticaya prim verdiği için, Başbakan Süleyman Demirel iktidarını eleştiriyor ve bugün de geçerli olan şu saptamayı yapıyordu:
- Bizim sağ siyasiler iktidar varlığını ve meşruiyetini yalnız sandıktan çıkan oylar üzerine inşa ettikleri için demokrasiye tekamül edememişlerdir.
Yargıtay Başkanı’nın konuşması kimilerini o günlerde öyle zıvanadan çıkarmıştı ki, İmran Öktem iki yıl sonra öldüğünde kimi yobaz takımı cenaze namazının kıldırılmasını engellemeye çalışmış, Kocatepe Camisi’nde olaylar çıkmıştı.
***
Görülüyor ki, durum Cemil Çiçek’in dediği gibi değildir. Kendisinin de hatırlayabileceği gibi, yargı kurumlarının yıldönümlerinde ya da adli yılın açılış gününde, yargıyla ilgili aksaklıkların sergilenmesi, dileklerin, temennilerin dile getirilmesi ve bunların zaman zaman eleştirileri de içermesi alışılagelmiş bir durumdur.
Demokrasilerde, bütün platformlarda demokratik kurumların savunulması doğaldır.
Hatta demokrasilere de gerek yok. Dikta hevesinin aşikâr olduğu Menderes döneminde bile yargı yılı veya akademik yıl açılış törenleri demokrasi veya demokratik etik konularında mesaj vermek için kullanılmıştır. Nitekim, Metin Feyzioğlu’nun babası (aslında annesinin babası, yani dedesi) Turhan Feyzioğlu 1956-57 ders yılının açılışında, öğrencilerine seslenirken, “Nabza göre şerbet vermeyin!” çağrısında bulunduğu için Menderes iktidarı tarafından bakanlık emrine alınmıştı.
Buradan şu sonuç da çıkarılabilir: Demek ki, bu Feyzioğulları dededen toruna nabza göre şerbet vermeyi beceremiyorlar. Zaten Menderes’i de, Erdoğan’ı da öfkelendiren budur.
Daha önce Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın çıkışlarına sinirlenen Tayyip Bey bu kez de Feyzioğlu’na teamül ve devlet adabına aykırı olarak tepki gösterirken, konuşmalarda siyaset yapılmış olmasını ileri sürmektedir.
***
Yargı kurumlarının törenlerinde, doğal olan yargının sorunlarının dile getirilmesidir.
Yargının baş sorunu ise, yargı bağımsızlığı ve onun önkoşulu olan kuvvetler ayrılığı ilkesidir.
Eğer yargı, kuvvetler ayrılığı ilkesi çiğnenerek yürütmenin sultası altına alınmışsa, sağlıklı bir yargının koşulları sıralanırken düzeltilmesi gereken husus olarak bu olgu da dile getirilecektir kaçınılmaz olarak.
Yani yargıyı siyasetin göbeğine getirip oturtanlar, yargıdan söz edilirken siyaset yapılmasından şikâyetçi olamazlar, çünkü bu durumun sorumlusu bizzat kendileridirler.
Gelelim Feyzioğlu’nun konuşma süresini çok aşmış olmasına:
Bunun konuşma adabına ve teamüle aykırı olduğunu söyleyenlere seçkin hukukçu Av. Turgut Kazan da şu soruları soruyor
“Peki ya konuşmacıya bağırarak müdahale etmek, Cumhurbaşkanı orada dururken ortaya atılıp, bağırıp çağırmak ve Cumhurbaşkanı yerinden kalkmadan kalkıp salonu terk etmek ve onu da peşinden sürüklemek, bütün bunlar... Demokrasi ve devlet adap ile teamüllerine, devlet adamı ciddiyetine ne kadar uygundur?”