Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Kaboğlu, “Ülkede bir Gezi rüzgarı esti ve bu rüzgar iktidarı rahatsız etti. Bu soruşturmalar siyasal iktidara yaranmanın yolları” ded.
AK Parti; medya, iş dünyası, yargı gibi üniversiteleri de kendi zihniyeti doğrultusunda dönüştürmeye çalışıyor. İktidara yakın kadrolaşma, muhaliflere yönelik absürt soruşturmalar zaman zaman gazetelerde haber konusu oluyor. Biz de bu hafta, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr İbrahim Kaboğlu’na üniversitede son yıllarda iktidar baskısıyla yaşanan dönüşümü sorduk. Kaboğlu, durumu “hicap verici” diye nitelerken, hem iktidarı hem de kendisini iktidara göre konumlayan öğretim üyelerini eleştirdi. 2003-2005 yılları arasında Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanı olarak da görev yapan Kaboğlu, Türkiye’de insan hakları hukuku ve anayasa hukukunun önde gelen isimlerinden biri.
Siz, AK Parti iktidarı YÖK’ü kaldırır diye ummuş muydunuz?
Hiç ummamıştım çünkü İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanı olarak, iktidarla birlikte çalışma olanağım oldu. Ama bu kadarını da hiç bir zaman beklemedim. Bu kadar otoriterleşeceğini, bu kadar kadrolaşabileceğini...
AK Partı nasıl bir politika izledi üniversitelere ilişkin?
Ülkede özgürlükler karşısında izlenen politika ne ise üniversitelere aynısı hatta daha fazlası yapıldı. Öğrenci disiplin yönetmeliğinde, öğretim üyeleriyle ilgili yönetmelikte kısıtlayıcı adımlar atıldı. Örneğin, “Uzmanlık alanınız dışında kamuoyuna beyanat veremezsiniz” bir yönetmelik maddesi haline getirildi. Bir de tabii, kamuoyuna yansımayan atamalar ve kadrolaşma meselesi var.
Nasıl kadrolaşıyor AK Parti üniversitelerde?
Üniversitelerde bir takım asgari gelenekler ve kurallar vardır. Bunlar 80’lerden bu yana, hiç bu kadar altüst edilmemişti. Mesela, bir anabilim dalına asistan alınmasında, anabilim dalının kararları esastır. Hangi dersler nasıl okutuluyor, kaç asistana ihtiyaç var, o bilir... Ama on kez kadro talep ediliyor, yanıt bile verilmiyor; sonra bir gün tepeden biri ataanıyor.
Somut bir örnek var mı?
Yeni oldu. İnsan Hakları Anabilim Dalı Başkanı Osman Doğru’ya haber verilmeden kadro açılmış ve atanacak kişi için kendisi jüri üyesi bile yapılmamış. Bilgi edinme yasasına dayanarak, bilgi istiyor, bilgi bile verilmiyor! Düşünsenize bilim yapacaksınız, anabilim dalı başkanısınız, size haber vermeden gizli jüriler oluşturuluyor! İhtiyaca göre eleman istihdamı değil de, adama göre kadro açmak gibi bir durum çıkıyor.
Bu tür kadrolaşma ne derece yaygın?
Çok yaygın. Kendi fakültemde tanımadığım birçok kişi var. Gelebilirler, önyargılı değilim. Ama eğer yandaş olduğu için atanmadıysa saydam bir şekilde atansın... Bir tür baz istasyonuna benziyor bu şekilde kadro alımı. Eğer zararlı değilse neden örtüyorsunuz! Ve bu gelişlerin, sırf kollama olduğu son yıllarda iyice belirgin hale geldi.
Nasıl belirgin hale geldi?
Bu şekilde atananlar, paraşütle gelenler, asansörle çıkanlar, artık “Hükümetten yana mı, cemaatten yana mı?” diye anlamlandırılır oldu. Üniversitemizdeki rektörlük seçiminde kimin hangi adayı destekleyeceği buna göre hesaplanıyor. Bu, tabii bir üniversite öğretim üyesinin hicap duyacağı bir tablo.
Üniversitelere yeni kadrolar bu şekilde geliyor. Peki eski kadrolar da fikirlerini iktidara göre “yeniliyor” mu?
Uyarlayanlar yok değil. Ama yeniler çok hızlı; özellikle yeni kurulan fakültelerde... Diyelim ki bir öğretim üyesi parlamenter rejimi savunuyor, belirli bir süre sonra, hükümete yakın olma hevesiyle, o görüşü unutup başkanlık rejimini savunabiliyor. Öğretim üyelerinin kaydadeğer bir kısmı, “İktidar ne istiyor,” ona göre konumlanıyor. Hatta, bir kısım meslektaşlarım iktidarın hatalarını meşrulaştırma gayretine giriyor. Bir öğretim üyesi milletvekili olduğunda “Ben ömrümün büyük kısmını, bu uzmanlık alanına hasrettim. Bilimin gereği budur” diyebilmeli.
Üniversitede “özgürlükçü” görünen öğretim üyeleri de şaşırtıcı açıklamalar yapabiliyor, değil mi?
Evet, düşünce özgürlüğünden dem vuran ama mesela Gezi dehşetiyle karşılaştığı zaman “İstiklal Mahkemeleri’ne bakın” diyebilen üniversite mensupları var. Tamam, ona da bakalım ama bilim insanı öncelikle çağının tanığıdır. İktidara ters düşmemek için özgürlük ihlallerine tepki göstermeyip dikkatleri sürekli geçmişe yönlendirmeye çalışan biri, iliştirilmiş bilim insanı imgesi doğuruyor bende. Ve düşünün, 77 üniversite rektörü seçim öncesi “Barışa oy verin” diyen bir bildiri yayımlıyor. O zaman daha dürüst davranın “İktidara oy verin” deyin. Bu, gerçekten, üniversiteler adına kabul edilebilir bir durum değil.
Yeni gelenlere yer açmak için eskilere neler yapılıyor?
Ülkede, iktidarın siyasal eğilimin dışında kalanları marjinalize etme çabaları üniversitelerde de geçerli. Bu amaçla soruşturmalar, mobingler... Ben Çin’den Şili’ye kadar nereye gittiysem, Marmara Üniversitesi’ni savunmaya çalışmışımdır. Ama bizim üniversitemiz de bu furyanın dışında değil. Ordu Üniversitesi’nde, 18 Mart Üniversitesi’nde, Dicle Üniversitesi’nde tür saçma sapan soruşturmalarla yıldırılmaya çalışılıyorsa meslektaşlar, burada da aynısı yapılıyor.
Nedir soruşturma konuları?
Mesela, İletişim Fakültesi’ndeki soruşturmada konu, “Gezi sırasında yapılan boykot çağırısına uydu!” Dahası, Hukuk Fakültesi’nde benim kürsü arkadaşım Tolga Şirin ve diğer pırıl pırıl genç araştırmacılar Eren Paydaş, Ceren Akçabay, Hülya Dinçer, Oğuz Dorken’e yönelik soruşturmada konu, “Gezi sırasında arka bahçede toplanan öğrencilerin yanına gitmeleri!” “Görevli olmadıkları halde bahçede bulunmaları!” Sol görüşlü öğrencilerle diyaloğa girdikleri gibi düzmeceler! Saçma sapan belgelerle bazıları için üniversite yönetimi meslekten çıkarma cezası önerebiliyor. Bu kararlar YÖK’e kadar gönderiliyor. Bunlarla uğraşabiliyoruz! İşin ilginci bu soruşturmayı yürüten yöneticiler rektör adayı. Ne yapacaklar yeni dönemde seçilirlerse? Daha çok mu soruşturma mı açacaklar?
Sizce neden açılıyor bu soruşturmalar?
Ülkede bir Gezi rüzgarı esti ve bu rüzgar, siyasal iktidarı rahatsız etti. Bu soruşturmalar, siyasal iktidara yaranmanın yolları. Ayrıca soruşturma açılanların tamamı Eğitim-Sen’e mensup. Biz, öğrencilerimize örgütlenmenin temel bir hak olduğunu öğretiyoruz. Bu düşünceleri öğrencilere aktaran kişiler, anayasal bir örgüte, sendikaya üye olduğu için cezaya çarptırılıyorsa, burada bilim nasıl yapılır? Türkiye üniversitelerinin çıkmazı bu.
Üniversitelerin piyasalaştığı konusunda eleştiriler var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bakın mesela, bize üniversitede kullanacağımız akademik kartlarımızın Denizbank tarafından verilmesi dayatıldı. Ben, neden cebimde akademik kart diye Denizbank’ın kartını taşıyayım ki? Ayrıca neden Denizbank? Bu konuda da hiç bir saydamlık yok. Biz, çoğunluğu Eğitim-Sen’li öğretim üyeleri olmak üzere buna karşı çıktık ve kartlarımızı ancak üç yıl sonra mahkeme kararıyla alabildik. Bu olay semboliktir ama bence anlam yüklüdür. Piyasa mekanizması gittikçe artan düzeyde üniversiteye sokulmaya çalışılıyor.
En sere serpe etkinlik Kutlu Doğum Haftası
Hükümetin üniversiteler üzerindeki baskısı, burada gündelik hayatınızı nasıl etkiliyor?
Mesela, Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni 60 yıl önce onayladı. Biz bugün, 60’ıncı yıl etkinliğini düzenlemek için birçok bürokratik engelle karşılıyoruz. Bir güvenlik görevlisi, “Bu afişi astın” diye öğrenciden hesap sorabiliyor. Bunları biz 12 Eylül döneminde konuşuyorduk. 30 yıl sonra bunları konuşmak çok yıpratıcı ve hicap verici. Biz hâlâ askerleri her şeyin müsebbibi olarak, günah keçisi olarak görmekteyiz. Ama biz sivilleşemedik, biz demokratikleşemedik.
Üniversitelerdeki baskı ortamına dair başka neleri örnek gösterebilirsiniz?
Tüm bu soruşturmaların yanında üniversitenin içi özel güvenlik, sivil polisle dolu. Onlar olmadan 18-20 yaşlarındaki gençlerimiz düzgün bir şekilde derslerine giremeyecek, zihniyeti devam ediyor. Ve bütün bunlar tabii ki verimi düşürüyor. Almanya, Fransa, İtalya’daki meslektaşlarımız tıbbın gelişmesinin insan hakları üzerindeki etkileri üzerinde uğraşıyor, ben burada gösteri özgürlüğünün engellenmesiyle uğraşıyorum. Varolan engelleri kaldırmak için harcıyoruz mesaimizi, yeni bir şey söyleyecek ne zamanımız, ne takatimiz kalıyor. Ve ömrümüz de bu şekilde geçip gidiyor...
AK Parti nasıl bir kampüs hayatı istiyor üniversitelerde?
Mesela bizim kampüsteki lokanta... Otantik adıyla hizmet verirken, Avrupa’dan misafirlerimiz geldiğinde içki ikram edebiliyorduk. Bir süredir Şahane adıyla hizmet veriyor. Geçenlerde, yine misafirlerle gittim, içki yok... Bunu öğretim üyelerini ayyaş, dağıtan içince sağa sola saldıran kişiler olarak gördükleri için mi, yoksa bizatihi içki alışkınlığını, içkinin bir parçası olduğu yaşam tarzının alanını sınırlandırmak için mi yapıyorlar? Herhalde ikincisi. Bu, bütüne yönelik bir uygulama. Bizim üniversitemizde iki üç yıldır en sere serpe yapılan etkinlik Kutlu Doğum Haftası. Geçen ay Artuklu Üniversitesi’nde ahlaka aykırı diye bir bilimsel toplantı yasaklandı. Bunlar münferit değil. Tüm Türkiye’ye uygulanmak istenen dünya görüşünün üniversiteye şırınga edilmesi.
“Milli iradeye saygı” meselesi bu kadar vurgulanırken, üniversitede öğretim üyelerinin seçtiği adayın rektör olarak atanmamasını, Cumhurbaşkanı’nın bazen tek oy almış adayı atamasını nasıl açıklıyorsunuz?
“Milli irade fetişizmi” demek daha doğru olur. Bu “milli irade,” sandıktan çıkan çoğunluk, hukuka ve azınlık haklarına saygı çerçevesinde yönetim yerine, hakimiyet kurma aracı olarak düşünülüyor. Fakat, Cumhurbaşkanı’nın tek oy almış adayı ataması, çoğunluk kuralı ile de çelişiyor. Bu tür siyasal tercihler, sadece rektör atamalarında değil, özerk ve uzman nitelikli kuruluşlarda da var. Oralara da hep partizan meslektaşlar atanıyor.
Anadolu üniversitelerinde pozitif düşünce sorgulanıyor
Anadolu’da çok sayıda üniversite açılmasına dair düşünceniz nedir?
Hakkari’de Tunceli’de üniversite kurulması güzel ama eğer onlara bir misyon yüklenmişsen, öyle üniversitelerin kurulmasından kurulmaması daha iyi... Genellikle, maneviyatçı ve muhafazakar olarak nitelenseler de mezhep ve tarikat eğilimlerinin öne çıkması, pozitif düşünce ve bilimsel yöntemin sorgulanması, birkaç üniversiteyle sınırlı değil. Aslında 4+4+4 eğitim sistemi, “Hazreti Peygamberimiz” ve “Kuran-ı Kerim” dersleri ile başlatılan dönem, yaygınlaştırılmaya çalışılan üniversite anlayışı hakkında fikir verebilir.
Gerçek din özgürlüğü, bu değil
AK Parti için din ve inanç özgürlüğü çok önemli. Peki, sizce diğer insan haklarını ne kadar önemsiyorlar?
Din özgürlüğü, ancak insan hakları sayesinde var olabilir. AK Parti, 2005’lerden itibaren, din özgürlüğü-insan hakları ilişkisinde, tersinden bir okuma yaptı. Özellikle 2007’den sonra insan hakları, din gözüyle okunmaya başlandı. İnsan hakları algısı, dine göre şekillendirilmek istendi...
Yani dinin müsaade ettiği kadar insan hakları mı?
Evet. Başbakan 100 mitingden 99’unda “Başörtüsü özgürlüğünü biz sağladık” dedi. Ama birinde bile “Kadınların başını örtmemesi de bizim güvencemizdedir” demedi. Sadece başını açma özgürlüğü, özgürlük değildir. “Kapamak kadar açmak” dersem, o zaman özgürlükçü bir dil kurmuş olurum. Din özgürlüğü alanındaki engelleri kaldırırken, din dışı kalma özgürlüğüne yönelik tehlikeler de oluşturmamak gerekir. İnsan haklarının özü budur.
Ama AK Parti söyleminde din dışı kalma özgürlüğünü bir tarafa bırakın, din özgürlüğü hep Sünnilerin dilediklerini yapması olarak düşünüldü. Son olarak, “Avrupa’daki Aleviler ateist, Anadolu’dakiler Müslüman” noktasına
geldik. O zaman bu, bir din özgürlüğü değil.
TUĞBA TEKEREK
twitter: @tugbatekerek
[email protected]
TARAF