Ürettiğinden çok üreyen toplumlar, temeli üretime dayalı, istihdam yaratan, aş ve işi hakça bölüşen sürdürülebilir bir kalkınmayı yaşama geçiren bir ekonomi yaratamazlar.
İnsanlar yaşamak için aşa muhtaç olduklarından, ürettiğinden çok üreyen toplumların eksiği bir yerden karşılaması, gediği kapatması gerekir.
Eksiğin karşılanıp gediğin kapatılması için avanta ve talan sistemine başvurulur.
Avanta ve talan sistemi, bir yandan ortaya çıkan toplumsal rantın belirli kimselere akıtılması, öte yandan toplumsal ve doğal kaynakların, talan edilmesi esasına dayanır.
Buna bir de geçici süre için de olsa, görece rahatlama yaratan, borçlanma yöntemi eklenmelidir.
Avanta ve talan sisteminin özünde yolsuzluk, yoksuzluk ve haksızlık yatar.
Çünkü sistem üretimle değer yaratmadan, tüketimi sağlamak için kaynakların yağmalanması özüne dayalıdır ya da oluşan rantın belirli ayrıcalıklılara yönlendirilmesi esasına.
Ancak bir paylaşım faaliyeti olan siyaset, dağıtımı yönetilenlerin rızasını da işin içine katacak bir mekanizmayı oluşturarak gerçekleştirmek zorundadır.
Bu zorunluluk, monarşilerde bile vardır. Şu farkla ki, burada arslan payını gerçekte monark ile iktidar ortağı olan asiller alırlar.
***
Geniş halk kitlelerinin de paylaşımdan aldıkları payların artması demek olan demokrasinin gelişmesi için ise üretimin kitleselleşmesi ve artması gerekmektedir.
Bu yüzdendir ki, demokrasi ancak, temeli, sömürü olsa dahi, üretime dayanan ekonomik sistemlerde mümkündür.
Demokrasinin gelişmesi geniş toplulukların refahtan pay taleplerinin artmasına sosyal adalet kavramının gelişmesine yol açmıştır. Kimi durumlarda sosyal adalet kavramı, kapitalizmin kurtarıcısı da olmuştur.
Bu açıklamalardan da kolaylıkla anlaşılabileceği gibi, görece özgürlükçü bir demokrasinin var olabilmesi için toplumda, temeli üretime dayalı, emeğin de kendi çıkarının pazarlığını bir ölçüde yapabileceği bir düzenin olması önkoşuldur.
Bu koşul yerine gelmediği zaman, yine de yavaş yavaş gelişecek bir demokrasinin olabileceğini düşünmek abestir.
Kısacası avanta ve talana dayalı sistemlerde demokrasi olmaz, olsa olsa “pseudo - democratie” denen, özgürlüğü sandığa gitmekle sınırlı “yapay demokrasi” modelleri oluşur.
Ama temel hak ve özgürlüklerden yoksun da olsa, haber alma özgürlüğü de kısıtlansa, sandığın var olması, sandığa gidenlerin de paylaşımdan az da olsa pay almalarını zorunlu kılar.
***
Avanta ve talan düzenlerinde, temeli üretime dayanan düzenlerin sosyal adalet kurumunu hiç değilse görünüşte andıran yeni bir kavram telaffuz edilmeden geliştirilir. Bu da talan sosyal adaletidir.
“Talan sosyal adaleti”nde, amaç, geniş kitlelere “sen de talan ve yağmadan pay alabilirsin, düzen sana da getiri sağlar” zihniyetini yerleştirmektir.
Burada geniş kitlelerin talandan veya avantadan alacakları payların, devede kulak olması önemli değildir. Önemli olan talandan pay alma ihtimalinin varlığıdır. Ve unutmayalım, talan sosyal adaleti bir olgu olmaktan çok algı, hatta bölüşümde adalet olmadığından, bir yanılsamadır.
Burada pay alma olasılığının yüksekliği değil, var olması önemlidir. Örneğin, ömür boyu sigara içmiş bir kişi, piyango bileti alırken, kendisine büyük ikramiye vurması olasılığının kansere yakalanması olasılığından bin, on bin kat daha düşük olduğunu aklına getirmez. O sırada düşündüğü tek şey, kendisine de çıkma ihtimalinin var olmasıdır.
Talan sosyal adaleti, “sandıklı baskı rejimleri”nin bekasını sağlayan kendine özgü bir kurumdur.
Talan sosyal adaleti sistemi iyi kötü işledikçe, kitleler talandan ve avantadan pay almaya devam ettikçe, rejim de onun iktidarı da güvencededir.
Bütün bu anlatmaya çalıştıklarımızda, 30 Mart seçim sonuçlarının da anahtarı yatıyor. Onu da yarın ele alalım.