On iki yıllık deneyim, tek parti çoğunluğunun, “hükûmet istikrarı” adına, ülkeyi içine sürükleyebileceği “siyasal bunalım” boyutlarını gözler önüne serdi. Siyasal rejim yönünden ise, tek partili dönemden daha otoriter. Bunda, çağdaş iletişim araçlarını siyasal propaganda hizmetine yönlendirmenin payı açık. Çıkış yolu ne olmalı? Yanıt için, zamanda kısa bir yolculuk yararlı olabilir.
DÜNDEN BUGÜNE…
Yarına bakabilmek için, bugünü okumak; bugünü anlamak için de, dünü gerçekçi gözle değerlendirmek gerekir.
AK Parti iktidarında dönüşüm eşiği, hatta en büyük kırılma, 2010 Anayasa değişikliği oldu. “Yetmez, ama evet” kaldıracı ile yürütülen halkoyu kampanyası, 12 Eylül 1980’den sonra ikinci büyük otoriterlik dalgasını tahrik etti; üstelik “demokrasi maskesi” altında. Bu aynı zamanda, Türkiyeli kimi entelektüellerin yakın tarihe bakışında somutlaşan bir kısır döngü: Tanzimat’tan bu yana gerçekleştirilen reformlara burun kıvırıp, AKP’nin birkaç yasal açılımını demokratik devrim kabul etmek… AKP’nin 2011 seçimlerinde elde ettiği % 50’lik oy oranı üzerinde, % 58’lik Anayasa “evet”i etkili oldu.
Anayasa değişikliğinde parti çıkarlarının baskın geldiği, üç yılda bütün açıklığıyla ortaya çıktı: Beklentilerini karşılamayınca, “Anayasa-manayasa” tanımadan HSYK’yi tırpanlayıverdi. Ya Anayasa Mahkemesi (AYM)? TBMM’de oylanan ve açıkça Anayasa’ya aykırı olan yasaları iptalden kaçınan AYM, bireysel başvuru üzerine verdiği birkaç kararla “özgürlükçü tavır” sergiledi. Bu da bir tür, AKP’nin son on yılda neden olduğu ihlâller zincirinin kısmen telâfisi anlamına gelebilir. Dava yoluyla önüne gelen yasaları iptal etmesi varsayımında, “damoklesin kılıcı”ndan AYM’nin pay almayacağı söylenebilir mi?
Anayasayı değiştiren çoğunluk, hak ve özgürlüklere ilişkin kaç uyum yasasını yürürlüğe koydu? Mesela, Ekonomik ve Sosyal Konsey kuruldu mu ve kaç kez toplandı?
2010 Anayasa değişikliği, öncekilerden (yasa yoluyla uygulama yönüyle de) farklı:
- 1995: Değiştiren (türev kurucu) ve uygulayan (kurulu) iktidar, farklılaşmış siyasal çoğunluklar.
- 2001: Türev kurucu iktidar, kurulu iktidar olarak sadece üç uyum yasa paketini çıkarabildi…
- 2010: Türev kurucu iktidar ile kurulu iktidar aynı olmakla birlikte, uygulama yasalarını çıkarma bakımından en çok ayak direyen. Tam tersine, Anayasa’ya aykırı yasaları en yoğun biçimde kabul eden TBMM çoğunluğu, AKP oldu.
Anayasa ile yaptığını yasalara yansıtma yerine, tersi yönde yapılan mevzuat çalışmaları, AKP’nin gerçek yüzünü ortaya koydu: Devlet yönetiminde ve siyasal yaşamda en derin bunalım ve Cumhuriyet döneminin en otoriter ve hukuk dışı Hükûmeti.
Yöneticilerin veciz sözleri, düne ve bugüne ayna tutuyor: “Ben Çankaya noteri miyim, Anayasal yetkilerim neler?” (Korutürk), “Anayasayı bir kez delsek ne olur?” (Özal), “Anayasa’ya aykırı, ama imzalıyorum” (Gül). Ya Erdoğan? Bir değil, bir çırpıda on bir söz sıralanabilir; mahkeme kararlarına, hukuka, insan haklarına, uluslararası topluma meydan okuyan… Bu diken bahçesine Gül, uyum sağlamakla meşgul “tam sorumsuzluk” halinde. Keşke noter olabilseydi! Bu saptama, Cumhurbaşkanlarının AYM’ye başvuru sayısı ile de teyit edilebilir: Korutürk:6, Evren:6, Özal 2, Demirel:4, Sezer: 26, Gül:0.
YA YARIN?
Ülkeyi “iç savaş” eşiğine getiren tek parti hükûmeti, 12 yılı, koalisyon hükümetleri ve tek parti dönemlerini karalamakla geçirdi. Koalisyonlar, eğreti hükümetler dönemi ile örtüşse de, bugün tanık olunan siyasal bunalım benzeri bir ortama ülkeyi hiçbir zaman sürüklemedi. Üstelik, tek partinin çoğunluğa sahip olduğuı yönetime göre, daha demokratik; çünkü, paylaşımcı ve müzakereci.
Bu nedenle, AK Parti hükümeti, “sakın ha, koalisyonlar dönemine dönülmesin; istikrar bozulmasın!” söylemiyle, -ayrıştırıcı ve çatışmacı bir söylemle- “korku politikası”nı sürekli diri tutmaya çalışıyor. Bunun tercümesi şu: “Beni sakın iktidardan etmeyin!”
Kaldı ki, kamu yönetiminde, kollukta, yargıda, milli eğitimde yol açılan derin tahribat, ancak koalisyon hükümetleriyle onarılabilir. Hukuki güvenlik için de, güç birliği yönetimleri gerekli önümüzdeki yıllarda. Bu nedenle, AKP’ye oy vermiş olan seçmenler, tercihlerini farklılaştırmakla, sadece ülkeye değil, partilerine de iyilik etmiş olurlar.
30 Mart seçimlerinden sonra, herhalde en çok tartışılacak konulardan biri, Türkiye’de hukuk devletini onarım projesi ise; diğeri, yönetim modeli olsa gerek.