Avrupa İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammerberg’in 10-14 Ekim 2011tarihleri arasındaki Türkiye ziyaretinden sonra hazırladığı “Türkiye’de Adalet Yönetimi ve İnsan Haklarının Korunması” hakkındaki rapor, adalete bakan adamları hiç etkilemediği anlaşılıyor.
Daha Rapor’un başında Komiser, yargı üyelerinin bağımsızlığı konusunda son zamanlarda kaydedilen, 2010 Anayasa referandumunun ardından hazırlanan “kurumsal çerçeve” gibi gelişmeleri memnuniyetle karşıladığını yazmış.
Sonra da devamında; “Ancak yürütmeden bağımsızlığın daha çok güçlendirilmesi ve yargı bünyesinde iç demokrasinin daha da geliştirilmesi için atılabilecek başka adımların da olduğunu düşünmektedir. Adalet Bakanı’nın, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda (HSYK) ve hâkimlerin atanmasında oynadığı rolün, bağımsızlık görünümü üzerinde ters etkilerinin olabileceğinden kaygı duymaktadır. Komiser yetkili makamları, savcılara ve hâkimlere karsı bu görünümü etkileyebilecek disiplin cezaları vermekten sakınmaya ve HSYK kararlarının şeffaflığını ve bu kararlar üzerindeki hukuki denetimi sağlamaya teşvik etmektedir” diyor.
Adalete bakanların denetiminden geçtim, Yürütme organı kendisine karşı gördüğü her yargı mensubunun kaderini elinde tutuyor. Ölçü, onlara karşı olanlar ve olmayanlar… Var olup olmamaları adalete bakanların bakış açısıyla paralel olmalı. Eğer değilse o zaman yargı mensupları iktidara paralel güç sayılıyor.
Biliyorduk ki, “bir zamanlar Türkiye’de” yargı “varmış” gibi yapılarak yargı yürüyordu. Bir zamanlar el ele olan “ortak güçleri” şimdi yargı üzerinden kavgalarını sürdürüyor.
2011 yılında yazılanlar şimdi Yürütmenin başına dert oldu. Yargı yürütmeyle, yürütme yargıyla kavgalı.
Kısaca ve sadece Hammarberg Raporunun bir bölümünü alıntılamakla yetineceğim…
“100. Eylül 2010 tarihli anayasa değişikliğinden önce, hâkimler ve savcıların görevlerini denetleme yetkisi Adalet Bakanlığı ile HSYK arasında paylaştırılmıştı. Bakanlık birçok denetleme işlevini doğrudan yürütüyordu ve HSYK’nin sekreterliğini üstlenmişti. Reformun ardından HSYK’nin üye sayısı 7’den 22’ye yükseltilmiştir. Daha geniş ve daha çoğulcu bir yapıya kavuşan kurumun üyelerinin çoğunluğu, sadece üst mahkemeler tarafından değil, farklı düzeylerdeki hâkimler ve savcılar tarafından seçilmeye başlanmıştır. HSYK’ya, kendi bütçesine, idari kadrolarına ve binasına sahip, ayrı ve bağımsız bir kamu tüzel kişiliği statüsü verilmiştir. Daha önce Adalet Bakanlığı’na ait olan teftiş yetkisi dâhil, yetkilerin büyük çoğunluğu, bağımsız bir kurul olarak HSYK’ya devredilmiştir. Kendi genel sekreterliğine sahip olan yeni HSYK, yalnızca yasal değil gerçek anlamda da güçlü ve özerk bir kurum olarak yapılandırılmıştır.
101. 20 Aralık 2010’da Venedik Komisyonu, anayasa referandumunun ardından, HSYK Kanun Taslağı (daha sonra 11 Aralık 2010 tarihli 6087 sayılı HSYK Kanunu oldu) hakkında bir Geçici Görüş benimsemiştir. Venedik Komisyonu ayrıca hâkimler ve savcılarla ilgili gözden geçirilmiş Türk mevzuatını incelemiş ve Türk makamlarına bir dizi tavsiye kararı iletmiştir. Komiser, Venedik Komisyonu’nun kararlarını dikkate almak ve tavsiye kararlarını uygun tedbirler almak suretiyle uygulamak için Türk makamlarını teşvik etmektedir.
102. Komiser, 2010 referandumu ve bunu izleyen değişikliklerin, özellikle de HSYK’ya üye seçimini daha demokratik hale getirmek için HSYK’nın yeniden yapılandırılmasının, hâkimler ve savcıların bağımsızlığını teminat altına almak için belirlenmiş kurumsal çerçevede genel bir iyileşmeyi gösterdiğini düşünmektedir.
103. Ancak Komiser, HSYK’nın yapısı ve eylemlerinin yanı sıra uygulamada hâkimler ve savcıların bağımsızlığının da önemli bir endişe kaynağı olmayı sürdürdüğünü düşünmektedir. Bu, Venedik Komisyonu tarafından belirtildiği gibi, “çoğu Avrupa ülkesiyle karsılaştırıldığında, Türkiye’de yargının organizasyonunun son derece merkeziyetçi ve oldukça sıkı olması ve sistemin geniş denetim ve teftiş yetkileri öngörmesi” ile bağlantılıdır. Yine Venedik Komisyonu’na göre, “idareyi siyasallaştırmaya” ve yargıyı denetlemeye yönelik belli bir gelenekle birleştiğinde, bu, HSYK’nın yapısı ve yetkileri meselesinin yalnızca Türk yargısı için değil, genel olarak siyasal ve kamusal yasam için de ne kadar büyük önem taşıdığını açıklamaktadır.”
104. Komiser, Adalet Bakanı’nın hâlâ HSYK başkanlığını sürdürdüğünü, bakanlık müsteşarının doğal üyeliğinin devam ettiğini ve dört üyenin doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından seçildiğini dikkate almaktadır. Venedik Komisyonu’nun Türk yargısının temsilcisi olmayan üyelerin seçiminin yürütmeye değil, Meclis’e bırakılması gerektiği yönündeki görüsünü kaydetmektedir.”
Bütün bunlar yaklaşık üç yıl önceki hatırlatmalardır. Bu günün en yakıcı sorunu haline gelmiştir ve başa dönülmüştür. Artık yürütme ile yargı kendi aralarında güçler savaşanı sürdürüyor. Yargıya güven, artık sıfırdır.
Yine Raporda yazılı ama geldiğimiz noktayı özetmesi bakımından yer vermekte yarar var.
İnsan haklarına tam olarak saygılı, insan haklarını koruyan güçlü ve etkili bir hukuk sistemi, gerçek bir demokrasinin temelini oluşturur ve hukukun üstünlüğünün vazgeçilmez bir bileşenidir.
Çekişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerini içeren adil yargılanma hakkı ile masumiyet karinesinin yanı sıra mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında iyice yerleşmiş ilkelerdir.
Türkiye’de bu ilkelerden, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığından vazgeçilmiştir.
İşte bu yüzden, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını inadına savunmak, günümüzün en önemli yargısal işidir ve herkesin sahip çıkması gereken bir görev haline gelmiştir. (Fİ/HK)