İzmir Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Baş'ın görevden alınması ile ilgili olarak 23 Ocak 2014 Perşembe günü İzmir Adliyesi D Blok 4 Kat Baro Birimi'nde basın toplantısı yapıldı. Yapılan açıklamadaİzmir Barosu Başkan Vekili Av. Ercan Demir yaptığı açıklamada şunları söyledi:
İzmir'de limanlar ve demiryollarına ilişkin olarak başlatılan soruşturmada, bir bakanın yakınlarının da olduğu söylenen bazı şüpheliler hakkında arama yakalama kararları olduğu basına yansımıştı. Bu soruşturma, daha önce İstanbul'da gerçekleşen yolsuzluk soruşturmalarıyla da bağlantılı olarak da hükümet tarafından manidar bulunmuş, hükümeti itibarsızlaştırmaya yönelik yargı içindeki bir çetenin operasyonları olarak nitelendirmiş ve buna tepki gösterilmiştir. Aynı dönemde iktidar partisi TBMM'ye Hakimler Ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu'nda değişiklik öngören bir teklif sundu. Bu teklifin sunulması aşamasında bizzat Başbakan, "eğer elimde olsaydı, yetkim olsaydı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeleri hakkında gereğini yapardım, görevden alırdım" gibi açıklamalarda bulundu.
Biliyorsunuz uzun süreden beri Türkiye yargı üzerinden siyasetin dizayn edilmeye çalışıldığı bir süreç yaşadı ve biz barolar olarak yargı üzerinden iktidarın muhaliflerinin torba soruşturmalara doldurulup Ergenekon, Balyoz, KCK veya başka adlarla muhaliflerin haksız ve usulsüz soruşturmalarla etkisiz hale getirilmek istendiğini ve yargının iktidarın bir muhalifleri bastırma aracı olarak kullanıldığını söylüyorduk. Bu soruşturma süreçleriyle ilgili tavırlarımızı da her zaman ortaya koyuyorduk.
Yine bu dönemde bizzat Sayın Başbakan birkaç konuşmasında, "yargıya söyledik, gereğini yapsınlar dedik" gibi yargıya talimat verdiğini açıkça ifade etmiştir ve biz İzmir Barosu olarak da bununla ilgili olarak da tepkimizi ortaya koymuş ve suç duyurusunda bulunmuştuk. Aslında hepimiz iktidar tarafından üstü kapalı olarak bazı soruşturmaların açılması bazı soruşturmaların kapatılmasına yönelik talimatların verildiğini ve yönlendirmelerin yapıldığını düşünüyorduk, ifade ediyorduk. Çıkan sonuçlardan çıkarımlar yaparak zannettiğimiz, öyle olduğunu düşündüğümüz, hepimizin konuştuğu buydu. Ama bugün öyle bir noktaya geldik ki artık hem bizzat Başbakan yargıyı yeniden dizayn etmek istediklerini açıklamakta, hem iktidar partisinin vermiş olduğu Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun Kanunu'na ilişkin teklifte açıkça yargı Adalet Bakanı'na bağlanmak istenmekte hem de gördüğünüz üzere en son olay olarak Adalet Bakanı müsteşarının bizzat İzmir Cumhuriyet Başsavcısını arayıp yürümekte olan bu soruşturmayı derhal kapatması, bunu yapmaması halinde sonuçlarına katlanacağı şeklinde tehdit edilmesi ile karşı karşıya kaldık.
Bu süreçle ilgili tutanağı biz önceki gün basından öğrendik ve önceki gün akşam da Sayın Başsavcı'nın görevden alındığını öğrendik. Ve biz de kendisini ziyaret ettik. Bizim açımızdan yargı görevlilerinin neci olduklarıyla ilgilenmek gibi bir durum yoktur. Bizim açımızdan mesele şudur, Adalet Bakanlığı Müsteşarı'nın bir soruşturmanın kapatılması için bir Başsavcıyı tehdit etmesi ve neticede bunu kabul etmeyen Başsavcı'nın görevinden alınması. Bizim ilgilendiğimiz olgu budur. Sayın Başsavcı'yı biz ziyaret ettiğimizde bu tutanağı kendisinin düzenlediği ve bu olayı yaşadığını bize söylemiştir. Kendisinden de bizzat öğrenme fırsatı bulduk. Kendisi hukukun gereğini yaptığı için gönlünün ve içinin rahat olduğu, sürgün edilmesinin, başka yere gönderilmesinin kendisi için çok da önemli olmadığını söylemiştir. Kendisi soruşturma dosyası ile ilgili bir takım bilgi ve belgeleri de ekleyerek bu tutanağı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na göndermiş. Buradaki amaç, "ben Adalet Bakanlığı Müsteşarı tarafından tehdit edildim, bir soruşturmayı kapatmam için talimat verilmeye çalışıldı. Benim başvuracağım tek yer Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'dur. Buyurun gereğini yapın" demektir. Bu başvurusunun sonucunda kendisinin ve hukukçu olarak da herkesin beklentisi Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun bu talimatı vermeye kalkışan Müsteşar Kenan İpek hakkında soruşturma açması ve kamu davası açılmasının sağlanması şeklindedir. Fakat Türkiye hukukun uygulandığı, olağan koşulların yaşandığı bir ülke olmadığı için Sayın Başsavcı bunu beklerken Adalet Bakanı Müsteşarı'nın son cümle olarak söylediği "bedelini ödersiniz" işlemi gerçekleşmiş ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararıyla Müsteşar kayırılmış, Başsavcı'ya bir bedel ödetilmek istenmiştir.
Sayın Adalet Bakanı da, "Müsteşarımız Başsavcı'yı aramıştır doğrudur ama kendisini tehdit etmek ya da soruşturmayı kapatmasını istemek için değil, hukuku gereğinin yerine getirilmesini söylemek için aramıştır" diyor. Şimdi burada Sayın Bakanın da, Müsteşarın da yerine getirilmeyen gereğin ne olduğunu açıklaması gerekiyor. Dolayısıyla burada açık ve net olan bir şey var. Sayın Bakan, Müsteşarı'nın suç işlediğini aslında itiraf etmiş durumda. Adalet Bakanlığı Müsteşarı bir Başsavcıyı veya soruşturma yürüten bir savcıyı arayıp, "hukukun gereğini yerini yap" şeklinde bir cümle kullansa dahi bu cümlenin soruşturmayı etkilemeye yönelik bir cümle olduğu açıktır. Bir Müsteşar veya Bakan hiçbir savcıyı, hiçbir yargıcı arayıp bir şeyin gereğini yapmak üzerine görüşme yapamaz, talimat anlamına gelecek iletişim kuramaz. Dolayısıyla Sayın Bakan da bir suç işlendiğini itiraf etmiş durumdadır.
Biz İzmir Barosu olarak yargının siyasi iradeye bağlanması ve siyasi iradenin artık yargıçları ve savcıları hükmü altına alması yönündeki aleni çabanın karşısında tüm ülke yurttaşlarımızın ama başta tüm hukukçuların, başta avukatlar ve barolarla birlikte bu işin muhatabı olan hakim ve savcıların bu gidişe mutlak surette bir karşı duruş göstermeleri gerektiğini düşünüyoruz. Bu sürece sessiz kalmak, avukatlar, hakimler ve savcılar bakımından özellikle söylüyorum tarihsel bir sorumluluk olacaktır. Bu sürece izleyici kalmak, artık bu eşiğin aşılmasından sonra artık hepimiz hakkında başbakanın talimatıyla soruşturma açılması, başbakanın talimatıyla soruşturmaların kapatılması gibi bir döneme girmemiz anlamına geliyor.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na suç duyurusunda bulunuyoruz. Soruşturma yapmalarını istiyoruz. Çünkü sayın müsteşar Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyesidir. Sayın Müsteşar Türk Ceza Kanunu'nun 277. maddesinde düzenlenen suçu işlemiştir. Yani yürümekte olan bir dava veya soruşturmayı etkilemeye yönelik baskı uygulamıştır. Yine Sayın Müsteşar, Sayın Başsavcı'yı tehdit etmiş ve Türk Ceza Kanunu 283. maddesinde düzenlenen suçu işlemiştir. Yine Sayın Müsteşar görevi itibari ile baskı uygulaması itibarıyla da soruşturmaya uğrayan bazı şüpheli veya zanlıları korumaya yönelik, onların yararına sonuç doğurmaya yönelik bir eylemde bulunduğu için Türk Ceza Kanunu'nun 257. maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçunu da işlemiştir.
Biz İzmir Barosu olarak Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'ndan Sayın Müsteşarın bu belirttiğimiz suçlar itibariyle soruşturulmasını, hakkında kamu davası açılmasına yönelik karar verilmesini bekliyoruz, dilekçeyi vereceğiz Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na. Ama Sayın Adalet Bakanı'ndan da bu eylemi gerçekleştirdiğini kendisinin bizzat itiraf ettiğini açıkladığı müsteşarı bu süre içerisinde tedbiren de olsa görevden almasını bekliyoruz.
Kendisi bir hukukçudur, siyasi etikle de davranıp kendisi adına görev yapan ve bu işleri yapan müsteşarın, bu soruşturma süreçlerinin de etkilenmesini önlemek bağlamında, kendisine bağlı olarak bu eylemi yapmış olması münasebetiyle adalet bakanlığından istifa etmesini bekliyoruz.
HAKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK KURULU'NA GÖNDERİLEN DİLEKÇE İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ >>>