"Değişikliklerin temelinde yatan ana neden, siyasi iktidarın “baş belası” olarak gördüğü sosyal medya ile birlikte bütün interneti kontrol ve gözetim altına alma iradesi olarak görülmekte."
Geçtiğimiz hafta, 5651 sayılı ‘İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’da değişiklik yapan bir torba kanun tasarısı TBMM Genel Kurul’a gönderildi. Bununla beraber de, yürütmenin uzun ellerinin yargı erkinin alanına biraz daha sokulduğu ve internette sansüre yasal statü getirecek bu değişikliklerle ilgili şiddetli tartışmalar başlamış oldu.
Öncelikle şunu söyleyerek başlamak gerekir: 5651 sy. İnternet Kanunu, hali hazırda zaten antidemokratik, müdahaleci ve baskıcı bir metin olarak 2007’den beri yürürlükte. Özellikle bilişim STK’larının büyük çoğunluğu bu tarihten beri kanunun topyekûn yürürlükten kaldırılması ve yerine uluslararası insan hakları metinlerine uygun ve temel hak ve özgürlükleriteminat altına alan yepyeni bir yasal düzenlemenin oluşturulması gerektiğini haykırıyorlar. Ancak, yapılması planlanan son değişiklikle beraber, Kanun daha baskıcı, temel hak ve özgürlüklere daha fazla müdahale eden bir yapıya büründürülüyor.
Mevcut kanunda, zaten içeriğin kaldırılmasında kabul edilen "uyar-kaldır" sistemi ve özellikle 8. maddedeki erişimin engellenmesi uygulamaları ile ilgili tartışmalar son hız devam ederken, yapılacak değişiklikler internet sansürünün kapsamının genişletilmesi anlamını taşıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Aralık 2012'de verdiği kararla, 5651 sy. Kanunun demokratik hukuk devletinin teminat altına alması gereken hukuki korumayı sağlamadığı gerekçesiyle Türkiye'yi tazminata mahkum etti. Yapılacak bu değişiklikle birlikte, AİHM'nin temel hak ve özgürlükler konusundaki sıkıntısının giderilmesi ve kararda belirtilen hukuki korumanın tesis edilmesi gerekirken, bunun tam aksi yönünde hareket edilerek, bu korumanın tamamen dışına çıkan, insan hakkı ihlallerini müthiş bir biçimde arttıracak, özellikle İnternet yoluyla yapılan yayınlarda düşünce ve ifade özgürlüğüne idare ve siyasi erk tarafından yapılacak müdahaleyi kolaylaştırıcı bir düzenleme yapılıyor.
Tasarıya bu kadar sert bir biçimde karşı çıkılmasının sebeplerini aşağıda açıklayacak olsak da, peşinen şunu söylemek gerekiyor ki, değişikliklerin temelinde yatan ana neden, siyasi iktidarın “baş belası” olarak gördüğü sosyal medya ile birlikte bütün interneti kontrol ve gözetim altına alma iradesi olarak görülmekte. Bu bağlamda, iktidarın “internete sansür” niteliği taşıyan bu tasarısının konu başlıklarını incelemek gerekiyor:
TİB Başkanına, mahkeme kararı olmaksızın, tedbiren erişimin engellenmesi kararı verme yetkisi tanınıyor.
31 Aralık’ta gönderilen ilk Tasarı metninde, TİB Başkanı ile birlikte bizzat Ulaştırma Bakanı’na, mahkeme kararı olmaksızın, internetteki herhangi bir içeriğe erişimin engellenmesi kararı verme yetkisi tanınmıştı. Ancak gelen ilk tepkiler neticesinde, 10 Ocak tarihli revize edilmiş tasarı metninde Ulaştırma Bakanı’nın yetkisi kaldırılarak, bu yetki TİB Başkanı’na tanındı ve bu değişiklik bir “yumuşatma” olarak sunuldu.
Ancak bunun bir yumuşatılma olduğunu söylemek imkansız. Zira, Bakanlığa bağlı çalışan, deyim yerindeyse “bakanın memuru” olan TİB Başkanı’nın bu yetkilerle donatılması ile, Bakan’a yetki verilmesi arasında uygulamada en küçük bir fark bulunmuyor. İnternetteki bir içeriğe erişimin engellenmesi, doğrudan temel hak ve özgürlüklere müdahale anlamına geliyor ve Anayasa’ya göre, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması ancak kanunla ve yargısal bir faaliyetle (hakim kararı veya bazı gecikmesinde sakınca bulunan hallerde cumhuriyet savcısı emriyle) mümkün olabilir. Ne var ki, bu düzenleme ile açıkça yargı erkinin görev alanındaki bir hususta, Bakanlığa bağlı çalışan idareye verilen geniş yetkilerle, bu hak ve özgürlüklere doğrudan idare eliyle müdahalenin yolu açılıyor. Üstelik yapılacak bu “tedbiren site kapatma” işleminin de, mahkeme kararı olmaksızın ve 4 saat içerisinde yapılabilmesi imkanı tanınıyor.
İnternetteki içeriklere URL bazlı engelleme geliyor.
Yeni düzenleme ile, internet sitesinin tamamı değil, o içeriğin bulunduğu sayfaya (örneğin,www.adaletvesosyalizm.com/haber-5651-sayılı-Kanun=45450) erişim engellenebiliyor. Bu uygulama, ilk bakışta olumlu bir değişiklik gibi görülüyor, zira, bir içerik yüzünden bütün alan adının değil, yalnızca o sayfanın kapatılması söz konusu olabiliyor.
Ancak, URL temelli engelleme, teknik açıdan sorunlu bir uygulama. Zira, birkaç sorunlu içerik söz konusuysa, bu uygulamada sorun çıkmıyor, ancak örneğin, YouTube sitesindeki 1 milyon URL’nin engellenmesi söz konusu olunca, bütün bu linklerin kapatılması işlemi yapılması, bunun için de yüzbinlerce link için erişim sağlayıcıdan router bazında bloklama işleminin gerçekleştirilmesi, ülke trafiğini yavaşlatıyor, zaten ülkemizde vasat olan İnternete erişim hızını çok alt seviyelere indirme tehlikesini doğuruyor. Nitekim, bu uygulama birkaç yıl önce Avustralya’da denendi (Avustralya Filtre Projesi), ancak iki yıl içerisinde bu uygulama terkedildi.
Bunun dışında, önceki dönemde DNS ayarlarının değiştirilmesi suretiyle erişimi engellenen bir siteye girebilmek mümkünken, URL temelli engelleme olduğunda, DNS ile de bu sitelere erişebilmek mümkün olmayacak. Değişikliklerin genel yapısına ve amacına bakıldığında, URL temelli engelleme uygulamasının amacının da bu olduğunu söylemek mümkün görünüyor.
Erişim Sağlayıcıları Birliği adı altında bir ‘Sansür Birliği’ kuruluyor.
Tasarı ile beraber, bir Erişim Sağlayıcı Birliği kurularak, ülkedeki bütün erişim sağlayıcı firmaların bu birliğe üye olmaları zorunlu tutuluyor. Erişim sağlayıcılar birer meslek mensubu olmadığından, sanki bir “meslek kuruluşu” yahut “oda” gibi, tüm erişim sağlayıcı firmaların bu kuruluşa üye olma zorunluluğu getirilmesinin hukuki hiçbir açıklamasının bulunmaması bir yana; bahsi geçen “jet site engelleme” uygulamalarının da kurulacak bu yapı üzerinden gerçekleştirilmesi öngörülüyor. Yani, erişim sağlayıcı firmalar yapının içine entegre edilerek, bu site engelleme işleri bir nevi tek elden bu firmalara yaptırılacak. Bu birlik de hükümete bağlı çalışacağından, kurulacak yapı, açık ve net bir biçimde “sansür birliği” olarak çalışacak ve erişim engelleme hususlarında doğrudan hükümetin müdahil olacağı bir süreç tanımlanacak.
Özel Hayatın Gizliliğini İhlal veya kişilik hakkı ihlallerinde Bakan’a erişim engelleme yetkisi veriliyor.
Tasarı ile, Kanuna yepyeni bir hükümle, Bakan’a "gecikmesinde sakınca bulunan hallerde" özel hayatın gizliliği veya kişilik hakkı ihlali hallerinde erişimin engellenmesi emri verme yetkisi tanınıyor. Bu hallerin takdir edilmesi ve bahsi geçen işlemlerin yapılması da hakim veya savcının takdir edeceği, dolayısıyla "yargısal" bir faaliyet gerektiren işlemler olduğundan, son derece muğlak ifadelerle düzenlenmiş bu hüküm ile de yürütme, yargı erkinin sahasına bir adım daha sokuluyor.
Kararlara uymayanlara fahiş miktarlarda para cezası getiriliyor.
Mevcut kanunda, içeriğin yayından kaldırılması ve erişimin engellenmesi kararlarına uymayanlar bakımından hapis cezası öngörülürken, Tasarı ile beraber hapis cezası kaldırılarak, 100 bin TL’ye varan adli para cezaları öngörülüyor. Elbette hürriyeti bağlayıcı ceza sisteminin kaldırılması olumlu bir gelişme olmakla beraber, bir erişim sağlayıcıya 100 bin TL para cezası verilmesi, birkaç büyük ISP firması dışındaki bütün küçük ve orta ölçekli işletmelerin kapılarına kilit vurması anlamına geliyor. Bu da, yine siyasi iktidarın, zaten Erişim Sağlayıcıları Birliği ile kanatları altına aldığı erişim sağlayıcıları, mali araçlarla tehdidi ve zapturapt altına alması anlamını taşıyor.
TİB’e hakim ve savcı kadrosu getiriliyor, TİB personelinin yetkileri arttırılıp, sorumlulukları ortadan kaldırılıyor.
5651 sy. Kanun’a getirilen ek madde ile, TİB personelinin, görevin ifasıyla ilgili olarak işledikleri suçlardan dolayı (burada sınırlı olarak sayılmadığından, bütün suçlar olarak anlamıyız) ceza soruşturmasına tabi tutulabilmesi TİB Başkanı’nın; TİB Başkanı’nın suç işlemesi durumunda ise Bakan’ın iznine bağlanıyor. Bu düzenleme, açık bir biçimde, ülkenin tamamının telefon ve İnternet faaliyetleri üzerinde profilleme, denetleme ve izleme yetisine sahip TİB personelinin mutlak bir sorumsuzlukla hareket etmesinin yolunu açıyor. Personelin yetkisinin arttırıldığı, sorumluluğununsa kaldırıldığı bu düzenleme ile, siyasi iktidarın hiçbir yargı “engellemesi”ne takılmadan, keyfi bir biçimde her türlü işlemi, profillemeyi, dinlemeyi, izlemeyi, gözetlemeyi yapabileceği, bunun suç olduğu durumda bile Başkan veya Bakanın izni çıkmaksızın haklarında hukuki bir süreç işletilemeyeceği ortaya çıkıyor.
Bunun yanında, 10 Ocak’ta TBMM’ye sunulan ikinci torba kanun ile, TİB’e 130 yeni personel kadrosu ve ek olarak bütün kadronun % 20’sini aşmayacak sayıda hakim ve savcı öneriliyor. Bu düzenleme ile de, TİB’in artık bir “iç istihbarat kurumu” haline getirildiği yorumları yapılıyor. Nitekim, henüz birkaç gün önce TİB Başkanı dahil bütün daire başkanlarının aynı anda görevden alınması ve yerlerine MİT menşeli kişilerin getirileceği söylentisi, bu yorumları ve endişeleri haklı çıkarıyor.
Tasarıda sorunlu daha birçok hüküm var. Ancak, yukarıdaki veriler ışığında internet üzerinde oluşturulmak istenen yeni hukuki rejime genel olarak bakılırsa; erişimin engellenmesinin, yani site kapatmanın kolaylaşacağını, yargı yolunun dolanılarak doğrudan siyasi iktidar ve onun memurları tarafından bu işlemlerin yapılabileceğini görüyoruz. Bu düzenleme ile, yürütme erkinin adeta yargı erkinin alanına kaydırıldığını, idareye doğrudan site kapatma yetkisinin ihdas edildiğini söylememiz gerekiyor. Oysa, Anayasa'ya göre de temel hak ve özgürlükler ancak kanun ile ve yargı tarafından kısıtlanabilir. Bu nedenle, söz konusu tasarının, gerek AİHM kararlarıyla teminat altına alınan temel hak ve özgürlüklere, gerek uluslararası hukuk normlarına, gerekse de Anayasa'ya aykırı olduğu açık seçik ortada.
AKP iktidarının ve Başbakan’ın, internetle, hatta özel olarak sosyal medyayla arasının bozuk olduğu herkesçe biliniyor. Haziran Direnişi döneminde başlayacak şekilde, sürekli olarak internetin “baş belası” olduğu söyleniyor, kamuoyunu ikna etmek için de her zaman yapıldığı gibi, çocuk pornografisi, çocukların korunması vb. hususlar ön plana sürülüyor. Oysa dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, ailelere tahsis edilen filtre programlarıyla, bu amacın gerçekleştirilmesi son derece kolay. Ancak, esas amaç, internet üzerinde ‘Panopticon’ vari bir yapı kurmak ve ülkedeki bütün trafiği, gerektiğinde geriye dönük bir biçimde izleyebilmek, profilleme yöntemleri ile insanları fişlemek ve sanal mecra üzerinde mutlak bir tahakküm kurmak olduğundan, yapılan değişikliklerle de internet üzerinde iktidarın sansür ve faşizan ‘Big Brother’ uygulamaları yasal statüye kavuşturulmuş oluyor. Buna karşı durmanın ve iktidarın bu yeni manevrasını püskürtmenin biricik yolu olarak ise; hem hukuk alanında, hem de sokakta, işyerlerinde, İnternette, kısacası sanal veya gerçek yaşamın bulunduğu her noktada, bu sansür uygulamasına karşı mücadele bayrağının yükseltilmesi konusunda servis sağlayıcısından site sahibine, kullanıcıya kadar bütün İnternet aktörlerine büyük ve tarihi bir görev düşüyor.
Av. Gürkan Özocak
Adalet ve Sosyalizm