AMAÇ YARGI BAĞIMSIZLIĞI DEĞİL, KURULU YÜRÜTMENİN BİR ŞUBESİ HALİNE GETİREREK HSYK ÜZERİNDEN YARGININ SİYASİ İKTİDARA BAĞLANMASIDIR.
Siyasi iktidarın HSYK’nun yapısını değiştirme yönündeki girişimlerini yakından ve kaygıyla izlemekteyiz. Daha önce de açıkladığımız üzere Türkiye, devlet erkini elinde bulunduran ve parti devleti düzeni oluşturan siyasi iktidar ile, bu gücü bilerek paylaştığı yapı arasındaki güç ve iktidar savaşını yaşamaktadır. Bu güç ve iktidar savaşı emniyet ve özellikle yargı üzerinden yürütülmekte, yargı bir silah olarak kullanılmaktadır. Ülke hukuki bir fetret devri yaşamakta, bu süreçte çeşitli “yeniçeri isyanları” na tanık olunmaktadır. Demokrasi seçimden ibaret olmayıp bir denetim rejimidir ve hukuk devletinde bağımsız yargı denetimi vazgeçilmezdir. Tıpkı yasama gibi, bağımsız yargı da millet egemenliğinin bir parçası ve seçim süreci dışında toplumun siyasi iktidarı, yürütmeyi, hatta yasamayı denetleyebilmesinin vasıtasıdır. Yürütme, iktidar denetimsiz ve istediğini yapabilen bir güç olmayıp, yargısal denetime tabidir. Türkiye’yi bu duruma bu siyasi iktidar ve anılan “güç odağı” birlikte getirmişlerdir ve ortak bir sorumluluk içindedirler. Hukuk Devletinde devlet erki başka güçlerle paylaşılamaz. Böylesi bir durumda buna imkân ve izin veren de hem siyaseten hem de hukuken sorumlu olur. Yine hiç kimse, sandık iradesi arkasına sığınarak yargıyı kendi amaçları için ve bir silah olarak kullanamaz, hukuku amaca uygun biçimde eğip bükemez, bu amaçla değişiklikler yapamaz, yargısal denetimi reddedemez. Siyasi iktidar ile anılan “güç odağı” nın ortak noktalarından birisi, hukuka, hukukun üstünlüğüne, yargı bağımsızlığına, kuvvetler ayrılığına, yani demokrasiye inanmamaları, demokrasiyi ve hukuku bir araç olarak görmeleridir. Nitekim bunun için tarafların benzer durumlarda daha önceki tutumlarına bakmak yeterlidir. Her ikisinin de Türkiye’ye verebileceği bir şey yoktur ve Türkiye uzunca bir süre işbirliği yapan, hukuksuzluk yolunda birlikte yürüyen bu ikisinden birine mahkûm değildir. Siyasi iktidarın amacı yargının bağımsız olması değil, şu an başka ellerde olan yargının kendisine tabi olmasıdır. Nitekim yargıyı, yüksek mahkemeleri, savcıları ve hâkimleri açıkça tehdit etmekten, meydan okumaktan çekinmeyen, yargı bağımsızlığını yargı hazımsızlığına dönüştüren bir zihniyetten yargı bağımsızlığına önem vermesi beklenemez. Demokrasilerde, bugün siyasi iktidarın da varlığını ifade ettiği şekilde yapısı ne olursa olsun hiçbir gücün devlet ve yargı içinde paralel ve hiyerarşik bir güç oluşturması asla kabul edilemeyeceği gibi, yargının iktidara ve yürütmeye tabi olması da düşünülemez. Her iki durum da Anayasa’ya ve hukukun genel ilkelerine aykırıdır, hak ve özgürlükler için tehdittir. Bir başka ifadeyle yargının, paralel ve hiyerarşik güç odağından kurtarılması, temizlenmesi ne denli doğru ise, iktidarın, iktidarların güdümüne sokulması da o denli yanlıştır. Son günlerde HSYK’nun yargı bağımsızlığı ve demokrasi havariliğine soyunması da ilginçtir. Zayıflayan hafızaları tazelemek için hatırlatmak isteriz ki, Balyoz adı verilen davanın başlamasına sayılı günler kala mahkeme başkanını değiştiren, gerek bu davada gerekse Ergenekon ve Odatv gibi çeşitli davalarda görev ve yetki gasplarına, açık hukuksuzluklara ses çıkarmayıp göz yuman, bu çerçevedeki başvurularda kılı kıpırdamayan, Deniz Feneri soruşturmasında savcılara yönelik baskılara ses çıkarmadığı gibi, yaptığı açıklama ile savcıların masumiyet karinesini gözetmeyerek adeta suçlu ilan eden de bu Kurul’dur. Dolayısıyla, mevcut HSYK’nun da, o açıklamaya hiç tepki göstermeyen siyasi iktidarın da söyleyebilecekleri bir şey bulunmadığı gibi, inandırıcılıkları da yoktur. Bu çerçevede hukuk devleti ilkelerine ve Anayasa’ya açıkça aykırı olan düzenleme ile HSYK hem hukuken hem de fiilen Kurul’da yer almaması gereken Adalet Bakanına, dolayısıyla siyasi iktidara bağlanmaktadır. Özel mahkemelerin tamamen kaldırılmasının tartışıldığı bir ortamda “özel yetkili bakan” ve Kurul oluşturulmaktadır. Bu bırakılsın hukuk devletini, kanun devletinin dahi sonu olacak, yargı artık bir güç olmaktan çıkıp, bir takım “güçler” in amaca uygun olarak kullanabilecekleri bir araç ve tehdit vasıtası haline gelecektir. Yargıyı bir “güç odağından” alıp, siyasi iktidara bağlamak bir reform değildir. Bu kabul edilemez. Yargı ne herhangi bir gücün ne de siyasi iktidarın kontrol ve etkisinde olabilir. Anayasanın 6 ve 9.maddeleri uyarınca sadece millet adına, hukuk ve adalet ilkeleri ile bağımsız olarak faaliyet gösterdiğinde hak ve özgürlüklerin güvencesi olabilir. Aksi halde yargı, şimdi olduğu gibi hak ve özgürlükler için bir tehdit ve güç ve iktidar mücadelelerinde bir silah olarak kullanılır. Bundan da tüm toplum ve demokrasi zarar görür. Adalet ve hukuk dışında bir amacı olmayan yargı mensupları da bu tür düzenlemelere meşru müdafaa haklarını kullanarak demokratik tepkilerini göstermelidirler. Yaşanan tam anlamıyla yargıyı kendine bağlama kavgasıdır. Oysa yapılması gereken açıktır: Kurul hâkimler ve savcılar kurulu olarak ikiye ayrılmalı, içinde başta adalet bakanı ve müsteşar olmak üzere yürütmenin hiçbir temsilcisi yer almamalı ve üye seçimleri de bağımsızlığı temin edecek, yürütmenin etkisini sonlandıracak şekilde olmalıdır. Bu ise şimdi olduğu gibi siyasi gücüne dayanarak belirli bir amaçla işi oldubittiye getirerek ve hukuku eğip bükerek değil, geniş bir mutabakat ile parlamentoda yapılacak anayasal ve yasal düzenlemelerle mümkündür. Yargı bağımsızlığı ancak hukuku ve hukukun üstünlüğünü içselleştiren, yargısal denetimi ve kuvvetler ayrılığını içine sindiren bir iktidar ile ve hukuk sisteminde yapılacak köklü ve kalıcı bir düzenleme mümkündür. Bu arada, HSYK tasarısı görüşmelerinde Yargı-Sen başkanı Sayın Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU’na yönelik saldırıyı da şiddetle kınıyor, böyle bir zorbalığın meclis çatısı altında ve milletvekillerince gerçekleştirilmesinden de ayrı bir üzüntü ve kaygı duyuyoruz. HUKUK VE ADALETE YABANCI HERKES, ELİNİ YARGIDAN ÇEKMELİ VE YARGISAL DENETİMİ İÇİNE SİNİDİRMELİDİR. Kamuoyuna saygı ile duyurulur. İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI