TBB Başkan Yardımcısı Av. Başar Yaltı, hükümetin yeniden yargılama karşılığında yargıyı tamamen kendisine bağlamak istediğini belirtti. TBB’nin önerisinden önce HSYK düzenlemesinin jet hızıyla Meclis’e getirilmesine tepki gösteren Yaltı, “Özgürlüğün bedeli hukuksuzluk olamaz. Kimse buna evet demez” dedi.
Emre Deveci - soL
AKP ile Cemaat arasındaki kavga, devlet krizi, yeniden yargılama tartışması ve hemen ardından Meclis gündemine getirilen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) düzenlemesini Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Av. Başar Yaltı ile görüştük.
17 Aralık operasyonuyla iktidar bloğu içindeki kavganın tam anlamıyla su üstüne çıktığını ancak krizin nedeninin daha derinde olduğunu vurgulayan Yaltı, toplumda ortaya çıkan özgürlük talebine dikkat çekti. 11 yıllık baskıcı, neoliberal ve islami politikaların sonucunda toplumda özgürlük talebinin ortaya çıktığını ve bunun Gezi Parkı direnişiyle kendisini gösterdiğini belirten TBB Başkan Yardımcısı, krizin asıl nedeninin burada aranması gerektiğini dile getirdi. Sadece yargı düzenlemeleriyle krizden çıkılamayacağını dile getiren Yaltı, krizin nedenlerinin daha derinliklerde aranması gerektiğini dile getirdi.
AKP ile Cemaat arasındaki kavga neden ortaya çıktı?
Tam olarak bilemiyoruz ama tahminlerimiz var. 17 Aralık süreci, mevcut iktidarın bir koalisyon olduğunu gösterdi. Dışarıdan bakıldığında yekpare, bütüncül, sarsılmaz bir iktidar görüntüsü vardı. 2023’ten söz ediliyor, hatta 2071’e kadar tarihler veriliyordu. İktidardan hiç gitmeyeceklermiş gibi bir algı oluşturmak istiyorlardı ve bu durum, toplumsal algıya da bir ölçüde yerleşmişti.
17 Aralık’la birlikte bu iktidarın aslında koalisyon olduğu, içeriden çatırdadığı ve çok yakında çökeceği gibi bir hava oluştu. Kavganın nedeni iktidar blokları arasındaki çıkar çatışmasıdır. Çıkar ve güç çatışması sonucunda birbirlerine karşı saldırıya başladılar. Gücü tek başına kullanma eğiliminin bunda payı var.
‘SORUN DAHA DERİN’
Yargısal düzenleme krizi çözebilir mi?
12 yıldır iktidardalar İktidarın baskıcı politikaları sonucu özgürleşme talebi ortaya çıktı. Bunu Haziran ayındaki Gezi olaylarında gördük. Toplumu kendi siyasi, kültürel anlayışlarına, İslami karaktere göre şekillendirmek istediler. Kitleler buna tepki verdi. Aslında kriz, toplumdaki özgürleşme isteğinden çıktı.
Muhafazakarlaşma ve Sünni İslam dayatması, toplumu biçimlendirme dayatması özgürleşme talebini ortaya çıkardı. Bu da Gezi Parkı ile anılan direnişi yarattı. Fizikteki entropi kuralı her şeyin düzensizliğe doğru eğilimli olduğunu söyler. Toplumlar bakımından da bu kural işler ve özgürlük arayışı olarak ortaya çıkar. Olan budur.
Sorun daha derin. Sorun Türkiye’yi yöneten anlayıştadır. Baskıcı, muhafazakar, dinsel referanslara göre toplumu biçimlendirmeye çalışan, cumhuriyetin temel değerleriyle kavgalı anlayıştadır.
Sanki hiç değişmeyecek gibi görünen iktidar anlayışı, kitlelerden gelen tepkiyle sarsıldı Haziran’da.
‘GÜNDEM SİLİVRİ’YE KAYDI’
TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun hamlesi ve yeniden yargılama konusunda “zamanlama” tartışılıyor. İktidar ile cemaatin siyasi davalardaki suçu birbirlerinin üzerine attığı ve iktidarın yargıyı ele geçirmeye dönük hamle yapmaya hazırlandığı bir dönemde TBB’nin önerilerinin gündeme gelmesi konusundaki eleştirilere ne dersiniz?
Zamanlama yönünden böyle eleştiriler var. Çok ararsanız, haklılık payı da bulabilirsiniz. Toplum ayakkabı kutularını konuşurken, gündem Silivri’deki tutukluluların serbest bırakılmasına kaydı. Ama bu Barolar Birliği’nin sorunu, Metin Feyzioğlu’nun sorunu değil. Burada bir kriz ortaya çıktı. Taraflar birbirini suçlamaya başladı. Biz yıllardır, özel yetkili mahkemelerde adil yargılama yapılmıyor, yargı siyasetin silahı ve intikam aracı olarak kullanılıyor, siyasi hesaplaşmalar yargı üzerinden yürütülüyor diyorduk. Buradan adalet çıkmaz diyorduk. Bu söylenenler iktidar duvarına çarpıp geri dönüyordu. Şimdi birden bire birbirlerine karşı öldüresiye saldıran iki taraftan biri dedi ki; yargıya hakim olan zihniyet kumpas kurdu. Bunun hukukta bir karşılığı var. Eğer böyle bir yargılama yapılmışsa, bunun karşılığı Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK) 311. madde gereğince yeniden yargılamadır. Kamuoyunda da böyle bir kanaat oluştu.
Özel yetkili mahkemelerde yapılan yargılamalar olmadığını hükümet itiraf etti. Siyaseten de yargı üzerindeki perde kalkınca, Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, bu durumu haksız yere mahkum olan kişilerin kurtulması için bir fırsat olarak değerlendirerek böyle bir girişimde bulundu.
Her iki taraf da suçüstü yakalandı
Son süreçte bütün hukuksuz yargılamaların Cemaat tarafından yapıldığı, tüm sorumluluğun da Cemaat’te olduğu gibi bir algı oluşturulmak isteniyor. Bu konuda ne dersiniz?
Bu kabul edilemez. Her iki taraf kamuoyu nezdinde hassas noktalarda kendilerini temize çekmeye çalışıyor. İki taraf suç ortağıdır. Aslında suçüstü yakalandılar. 17 Aralık bir yolsuzluk operasyonu gibi görülse de, suçüstü halidir. Yargıdaki haksızlıklar, hukuksuzluklar, hileler hepsi işbirliği içinde yapılmıştır. İki taraf arasında benim açımdan asla bir fark yoktur. Kimsenin bu konuda yanılgıya düşmemesi gerekiyor.
Gerçek olan şudur; Türkiye’de iki 12 Eylül vardır. 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve 12 Eylül 2010 anayasa darbesi. İkinci 12 Eylül ile, ilkinin programı tamamlanmak istenmiştir.
‘CANAVARI KENDİLERİ KULLANACAK’
Sistemin fren mekanizmalarından olan yargı kontrol altına alındı. İktidar bir bütün olarak Anayasa değişikliklerini savundu. Şimdi kalkıp da bunu Cemaat yaptı diyemezler.
Bir canavar yaratıldı. HSYK aracılığıyla yargı yeniden yapılandırıldı. Yargıtay değiştirildi, Danıştay ve AYM değiştirildi. Şimdi anlıyoruz ki, hükümetin Cemaat kanadı o canavarı kullanıyormuş. Canavarın yönü hükümete dönünce; Ergenekon, Balyoz davalarında haksızlık yapıldı, demeye başladılar.
HSYK teklifi ile de yapmak istedikleri canavarın iplerini kendi ellerine almak. O canavarı kendileri kullanacaklar. Bu kavgadan toplumsal yarar çıkmaz. Hak, hukuk, adalet çıkmaz. İktidar, “kimin yargılanıp kimin yargılanmayacağına ben karar vereceğim” diyor.
Aslında hepimizi bir takasa zorlamak istiyorlar. Barolar Birliği’nin önerisiyle haksızlığa uğrayanların özgürleşmesi talebi ortaya çıktı. Haklı olarak cezaevinde bulunanlar da, biz burada haksız bir şekilde tutuluyoruz diyorlar. Doğru da söylüyorlar. Bir an önce de özgürlüğe kavuşmak istiyorlar. Hükümet ne yapıyor. Özgürlüğün karşısına bir takas koyuyor. Bu yasanın anlamı budur. Bu kirli bir tekliftir. Özgürlüğün bedeli haksızlık, hukuksuzluk, yolsuzluk olamaz. Olmamalıdır. Zannetmiyorum ki bunu cezaevindeki herhangi bir kimse de kabul etsin.
AKP kamuoyunu aptal yerine koyuyor
Bekir Bozdağ ve Hüseyin Çelik’in açıklamaları oldu. Metin Feyzioğlu’na yönelik hakeretler dışında, sürecin uzun sürebileceğine, kimlerin içeriden çıkacağının bile pazarlık konusu yapılabileceğine dönük ifadeler kullandılar. Bu konuda ne dersiniz?
Hüseyin Çelik’in Sayın Feyzioğlu hakkıında söyledikleri çok çirkin. TBB’nin önerisi aslında bir haftalık iştir ama anlaşılıyor ki iktidar sözcülerinin niyeti hukuksuzlukların ortadan kaldırılması değil, bugüne kadar olduğu gibi 11 yıldır olduğu gibi, her fırsatı kendi amaçlarına alet etmekten ibarettir. Ama hiç kimse bunu anlayamacak kadar zeka özürlü değil. Bunların hepsi toplumun önünde oluyor. Çekirge her zaman sıçrayamaz. Herkesi her zaman asla kandıramazsınız. Gelip dayanılan nokta burasıdır. Özgürlük ve adalet talebi çocuk oyuncağı değil. Kimse kimseyle dalga geçemez. Yan çizemezler. Timsah gözyaşlarıyla kamuoyu oyalanamaz. Kamuoyu aptal yerine konulamaz.
Yeniden yargılama yolu açılmaz ise iddia konusu yolsuzlukların büyüklüğü ve yaygınlığı ortaya çıksın istemiyorlar sonucunu çıkartacağız. Bizler kavgada iki taraftan birini seçmek zorunda değiliz. Bu sorun siyaseten çözülecektir, siyasetin öznesi ise halktır. Halka bunu anlatmak herkesin görevidir.
‘Böyle ahlaksız bir teklife kim evet diyebilir?’
Yeniden yargılama konusunda iki soru işareti öne çıkıyor. Birincisi “normal mahkemelere nasıl güveneceğiz” deniyor. İkincisi, “yeniden belirsiz bir yargılama süreci mi işleyecek”...
Temeldeki talebimiz, adil şekilde yargılanmadığı için tutuklu ya da mahkum olan kişilerin özgürlüklerine kavuşması. Bu iki şekilde olabilir. Af olabilir, ancak siyaseten uygun değil iddiası var. İkincisi yeniden yargılama olabilir. TBB bir yasa önerisi gündeme getirdi. Özel yetkili mahkemeler kapatılırken yasaya eklenen geçici 2. maddenin kaldırılmasını istiyoruz. Madem kamuoyunda bu mahkemelere güven yok, madem TBMM’de bu yönde bir irade var, geçici ikinci madde kaldırılsın. Yeniden yargılama aynı mahkemelerde değil, normal mahkemelerde yapılsın. Bu yüzden Terörle Mücadele Kanunu ile görevlendirilmiş mahkemelerin de kaldırılmasını talep ediyoruz.
Bu düzenlemelerin ardından mahkemeler yeniden yargılama koşullarının olup olmadığına bakacak ve kabul ederlerse dosyalar baştan ele alınacak.
Burada kritik olan uzun tutukluluk. Diyoruz ki, tutukluluk süresi 3 yılı geçmemeli. Bu davalarda yargılananların çoğu 3 yıldan fazla süredir tutuklu. Bu durumda derhal tahliye ve adli yargılama beklentisi var.
Bir torba düzenleme şeklinde gelmesi durumunda Barolar Birliği’nin tavrı ne olur?
Biz teklifimizi Adalet Bakanlığı’na gönderdik. Biz, haksız yere cezaevinde olanların kısa süre içinde özgürlüklerine kavuşmasını istiyoruz. Ancak hükümet, bu düzenlemeden önce HSYK düzenlemesini Meclis’e getirdi. Kamuoyuna ve bize diyorlar ki; “Siz o mahkemelerin kaldırılmasını istiyorsunuz. Adil yargılama yapılmadı diyorsunuz. Ortaya çıktı ki Cemaat’in hakimleri savcılar yaptı bunu. Cemaat de HSYK’yi kontrol ediyor. Bunu istiyorsanız, HSYK değişikliğine ses çıkarmayın.” Böyle bir mesaj kendiliğinden çıkıyor. Kişisel olarak söylüyorum; ahlaksız bir teklif bu. Özgürlüğün karşılığında, ki o bile garanti değil, ne olacağını kestiremiyoruz, kendi siyasi amaçlarını gerçekleştirmek, yargıyı ele geçirmek istiyorlar. Ben bunu kabul edilemez görüyorum.
Önce TBB’nin önerisi yasalaşsa anlayabilirim ama hayır, öyle olmuyor. Siz onunla ilgili toplumu bir beklentiye sokuluyorsunuz. Diğer yandan, yargıyı tamamen Adalet Bakanı’nın kontrolüne veren, dolayısıyla Başbakan’a bağlayan, kuvvetler ayrılığını tamamen ortadan kaldıran bir yasa teklifine “evet” deyin diyorlar. Böyle bir ahlaksız teklife kim evet diyebilir? Ben diyemem. Bu özgürlüğün bedeli ahlaksızlık üzerinden, yolsuzluk üzerinden bize fatura edilemez. Bunu hiç kimsenin kabul edebileceğini düşünemiyorum.
Parlamenter sistemde zaten yasama ile yürütme iç içe geçiyor. Siyasi denetim kalkıyor. Parti lideri hem Meclisin hem yürütmenin hakimi oluyor. Geriye bir tek yargı kalıyor. Onu da kendinize bağlayacak bir düzenlemeye aklı başında hiçbir hukukçu, hiçbir kişi evet demez. Velev ki buradan Cemaat temizlenecek olsa bile... Neyi nasıl temizliyorsunuz. İki yanlıştan bir doğru çıkmaz.
solhaber