“Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.”
“Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir.”
“Herkesin kişi özgürlüğü ve güvenlik hakkı vardır. Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz veya tutuklanamaz.”
Bu cümlelerin kimi Anayasa’da kimi ise uluslar arası sözleşmelerde yazılı, kişinin fiziksel özgürlünü anlatıyorlar, arkalarından sınırlamaları geliyor, hangisine bakarsak bakalım aşağı yukarı benzer ifadelerle devam ediyor: “Mahkeme kararı ile, kanunun öngördüğü yükümlüğün ihlali halinde, cezaların çekilmesi için…” kişinin bir süre zarfında bir yere kapatılması, bir yere gitmesine izin verilmemesi hukuka uygun kabul ediliyor, başka şekilde kapatılma ise aykırı görülüyor. Bunun böyle olmasının da sebepleri var.
Tarih boyunca insanlık, kendi kendini yönetmeye biraz daha yaklaştı. Köleci, feodal, kapitalist düzenler sınıfların savaşımına sahne oldu. Köleler efendileri ile, serfler derebeyleri ile, işçiler patronları ile ve bunların devletleri ile mücadele ederlerken; verilen mücadele salt ekmek için değil, aynı zamanda “özgürlük” içindi. Bu gün bize basit gelen, basbayağı “bir yerden bir yere gidebilmek hakkı” içindi. Kölenin efendisinden, serfin toprağından ayrılması yasaktı.
Bu hak, 1215’te yeni doğmakta olan burjuvazinin Magna Carta’sına, 1628’de palazlanıp Krala kafa tutan burjuvazinin İngiliz Haklar Bildirisi’ne ve daha nicesine işçilerin, ezilenlerin yüzü suyu hürmetine yazılmadı. O gün dava, vergiyi kral mı koyacak, burjuvanın meclisi mi koyacak; halk, kimin koyduğu vergiyi ödenmezse hapis yatacak davasıydı. Habeas Corpus icat oldu, burjuvanın meclisi galebe çaldı, hapse karar veren yer “bağımsız mahkeme” oldu; kral yenildi. Bu arada çok devrim oldu, çok kan aktı: Ezilenlerin, sömürülenlerin kanı.
Tabii, kral yenilince ezilenler, yoksullar açısından zulüm bitmedi; kralın yerini burjuva aldı, savaşlarda, maden ocaklarında, yol yapımlarında zorunlu çalışma, iş sahalarının dışına seyahat yasağı adlı yürüdü.
Neden sonra, Dünya genelinde, sömürülenler için önce bir umut olan sosyalizm, giderek bir ihtimal haline gelince, burjuva hukuku yeniden “herkesin” hareket özgürlüğünü hatırladı, yukarıdaki cümleleri antlaşmalarına, anayasalarına yazdı.
Türkiye’de askeri faşist cunta, dünya âleme “medeniliğini” göstermek için geri kalmadı, o da yazdı.
Tabii, bu kurallar var diye her şey güllük gülistanlık olmadı. Bu kurallara uyulmadığı oldu, mahkemelerin işine geldiği gibi yorumladığı oldu, haksız tutuklamalar oldu; oluyor. Hatta o hale geldi ki, özellikle siyasi yargılamalarda savcılıklar, mahkemeler polisin onay makamı gibi çalışır hale geldi. Bu hale rağmen, kişinin savcı veya mahkeme kararı olmadan kapatılamaması; ancak mahkeme önüne çıkarılmak için ya da istisnai hallerde kanunun öngördüğü yükümlülüğün yerine getirilmesi için kapatılabilmesi 2013 yılında Devleti rahatsız etti.
Rahatsız etti çünkü Devlet’in “özel yetkili”, “terör kanunu ile yetkili” mahkemeleri aracılığı ile kurduğu baskıya dayalı denge 2013 yılında halk lehine bozuldu. Milyonlar yürüdü ve kapatmaya Devlet’in gücü ve hukuku yetmedi. Hal böyle olunca, hâkim kararı imiş, savcı izni imiş, bol geldi.
Şimdi, Haziran İsyanı’nda sıkça gördüğümüz üzere, polisin halkı izinsiz, kararsız saatlerce kapatmasına, yürütmemesine “yasal düzenleme” geleceği söyleniyor, adı “önleme göz altısı” imiş. Devletin Anayasası ise 19. maddesinde “… halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.” diyor. Bu hallerin içinde “önleme” yok. O zaman değiştirilen, yasa adı altında hukuk düzeni oluyor.
Hukuk düzeni kuralına bağlı olmaksızın Devlet tarafından kendini korumak amacı ile değiştirilebiliyorsa, halk tarafından da değiştirilebilir. Bu da bir ihtimal. Ya da Gezi Direnişi’nde bir banka panosuna yazıldığı gibi bitirelim “hiçbir şey garanti değil”.
Onur ŞAHİNKAYA
Avukat
Çağdaş Hukukçular Derneği
Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi