Halkın kalbini kazanmak, siyaset konulu yazılarımda yeri geldikçe kullandığım bir deyimdir…
Kalp kazanmak deyimi, kalp kırmak gibi, dilimizin imge güzelliğindeki buluşlarındandır…
Bu yazının konusu, sadece dil olmasa da, kalp kazanmanın (tıpkı kalp kırmak gibi!) dille yakın ilgisi olduğu kuşkusuz…
Halkın kalbini kazanmak ne demek?
Soruyu yanıtlamaya çalışmadan önce, halk kavramında anlaşalım.
Eğitim düzeyi başta olmak üzere, sahip oldukları nitelikler ülkelere göre değişse de, halk bir toplumun ortalaması, o toplumda çoğunluğu oluşturan kitlelerin bütünüdür.
Bu tanımda görüş birliğindeysek, soruyu yanıtlama yönünde ilerlemeye çalışalım…
Toplumların yüksek düzeyde eğitim görmüş tabakalarını etkileyecek olan sözler, görüşler, eylemler, halk kitlelerini aynı ve benzer ölçülerde etkileyebilir mi?
Belki çok ayrıklı (istisnai) sayılabilecek durumlar dışında, bunun olabileceğinden çok kuşkuluyum.
Şimdi konu üzerinde düşünmeyi kendi ülkemiz bakımından sürdürelim.
Günümüz Türkiye toplumunun eğitim ortalaması, dünya ortalamasına yakın bir yerlerde, yani pek yüksek olmasa gerek.
Siyasetçi (ya da halk insanlarıyla ilişkisi olan herkes) bunu hep göz önünde bulundurmalıdır.
Söylenen şey açık, net, anlaşılır, söyleyiş tarzı da yine aynı ölçüde açık, anlaşılır olmalıdır.
Seçilecek sözcükler, deyimler, etkileyici, akılda kalıcı olmalı; bununla da kalmayarak çağrışımlar ve imgeler uyandırıcı özellikler taşımalıdır…
Şimdi de biraz bu son kavramlar üzerinde duralım…
Halk insanı masallara, mesellere, söylencelere, doğa ötesi güçlere ve olgulara inanmaya eğilimlidir…
Sadece halk insanı mı?
Bu türden eğilimler hemen hemen herkes için az çok geçerlidir.
İnsanlığın binlerce yıllık geçmişinde bu türden inanışların genlerde derin izler bırakmış olduğundan kuşku duymamak gerekir.
Halkın kalbini kazanmak isteyen siyasetçi, rakamlarla, gerçek olgularla onun aklına, mantığına seslenirken, duygularını, öyargılarını, sezişlerini, bilgi düzeyi kadar bilinçaltını da göz önünde bulundurmak zorundadır…
Bununla söylemek istediğim, halk insanı yalanlarla avutulsun, kandırılsın demek değil.
Sahtekâr siyasetçi güruhu bunu zaten yeterince yapıyor.
Doğru siyasete ve siyasetçiye yönelik olarak anlatmaya çalıştığım ise, söylenecek gerçeğin seçimi ve nasıl söylenmesi gerektiği konusunda kafa yormak gerekliliğidir…
Bunu yapamayan, yapmayı önemsemeyen ya da beceremeyen siyasetin ve siyasetçinin kazanma şansı yoktur.
İyi yürekliliğin, içtenliğin, bütün insan ilişkilerinin düzgün işlemesinde başta gelen etkenler olduğu kuşkusuzdur.
Fakat tıpkı özellikle çocuk eğitiminde olduğu gibi, iyilik ve içtenliğin yanı sıra, güçlülük görüntüsü de etkileyici ve güven duygusu uyandırıcıdır…
Halk kitleleri bilinçleriyle ve bilinçaltlarıyla, kendilerinin ve çocuklarının geleceğini güçlü gördükleri siyasetçiye (bu nedenle de kimi kez katillerine) emanet ederler…
Beğensek de beğenmesek de, halk kitlelerine ilişkin bir gerçeklik de budur…
Yukarıda özetlemeye çalıştıklarım, bu konuda öteden beri düşündüklerimden aklıma ilk elde gelenlerin bazılarıdır.
İlerideki yazılarımda, çok önemsediğim bu konuya zaman zaman değinmeyi sürdüreceğim…
Yarın Pazar dergisindeki yazım: ÖLÜMÜNE AŞK (Francesca da Rimini operası üstüne...)
26 Ekim 2013 - Cumhuriyet