Bu kez çöp sepetine atılmayan AB Raporu, Ankara’da “hüsn-ü kabul” gördü. Acaba neden? Bazı alıntılar fikir verebilir:
Kolluk Gözetim Komisyonu
“Kolluk görevlilerinin işlediği suçlara yönelik bağımsız bir denetleyici organ olarak Kolluk Gözetim Komisyonunun kurulmasına ilişkin kanun tasarısının kabul edilmesi için gerekli prosedürler tamamlanmamıştır. Söz konusu bağımsız organ sayesinde, emniyet güçleri tarafından yapıldığı iddia edilen görev suiistimallerine ilişkin soruşturmaların, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı doğrultusunda ve mağdurların sürece katılımı ile bağımsız, tarafsız ve etkin bir şekilde yürütülmesi mümkün olacaktır.”
Hükûmet, ayrıştırıcı
“…ayrıştırıcı bir iklim hâkim olmuştur. Hükümet, vatandaşlara, STK’lara ve iş çevrelerine yönelik kutuplaştırıcı tutumu da dâhil olmak üzere, Mayıs sonunda ve Haziran başında gerçekleştirilen protestolar sırasında belirgin bir uzlaşmaz tavır benimsemiştir.”
“Hükümet, kilit politikaların ve mevzuatın kabulü konusunda paydaşlarla yeterli istişarelerde bulunmamış ve yeterli etki değerlendirmeleri yapmamıştır. Büyükşehir Belediyesi Kanunu, Sayıştay Kanun tasarısı ve alkollü içkilerin reklamı ve satışını kısıtlayan mevzuat bu buruma örnek teşkil etmiştir.”
Sivil toplum ve Gezi…
“Türkiye’de giderek gelişen aktif bir sivil toplum bulunmaktadır. Mayıs-Haziran aylarında İstanbul’da meydana gelen Gezi Parkı protestoları ve Türkiye çapında bununla ilgili protestolar, aktif ve canlı bir vatandaşlık anlayışının ortaya çıktığını yansıtmaktadır…
Bununla birlikte, Gezi Parkı olaylarında da görüldüğü üzere, geleneksel siyasetçiler tarafından sivil toplum, demokraside hala meşru bir paydaş olarak değerlendirilmemektedir.”
“İnsan hakları savunucuları üzerindeki baskı devam etmiştir.”
Gezi protestolarında, “Şiddete başvuran az sayıda protestocu katılmış olsa da, gösteriler genel olarak barışçıl nitelikte gerçekleşmiştir… polis göstericilere karşı aşırı güç kullanmıştır…”
İHAM kararlarına uyulmuyor
Sadece iki alıntı: İHAM’ın, ilköğretim ve ortaöğretim düzeyinde zorunlu olmaya devam eden din kültürü ve ahlak bilgisi derslerine ilişkin 2007 Zengin v. Türkiye kararı henüz uygulanmamıştır. Kimlik kartlarında din hanesinin bulunmasının, İHAS’ı ihlal ettiğine dair İHAM’ın Şubat 2010’da verdiği karar hala uygulanmamıştır.
Çevre : Avrupa standartlarına uyulmuyor
“Türkiye Nisan ayında, Çevresel Etki Değerlendirmesine (ÇED) ilave muafiyetler getirmek suretiyle çevre alanındaki yatay mevzuatını, ÇED Direktifi’nin gereklilikleriyle tutarlı olmayan bir şekilde değiştirmiştir. Bunun sonucu olarak, … nükleer santraller, mikro ölçekli hidroelektrik santraller, … üçüncü köprü ve havaalanı da dâhil olmak üzere, büyük çaplı birçok altyapı projesi ÇED’in kapsamı dışında tutulmaktadır.”
Ya “Anayasasızlaştırma”?
AB Komisyonu Raporundaki Hükümet’in olumsuzlar hanesinde yer alan saptamalar, bunlarla sınırlı değil kuşkusuz. Gerçi, Rapor’daki gözlem ve eleştirilerde ılımlı bir yaklaşım, hatta özendirici bir üslûp fark edilmiyor değil. Mesela, Gezi olayları ile ilgili, “orantısız güç”, “aşırı güç” gibi kavramlar kullanılıyor. Tıpkı ülkemizde sıkça yapıldığı gibi sanki güç kullanımı gerekli imiş de, ölçü kaçmış gibi bir izlenim yaratılıyor. Oysa, örneğin Gezi Parkında bulunan kişilere ve semt sakinlerine “ölümcül gaz” kullanımı (ve siyasal arka planı) sorgulanmıyor.
Öte yandan, asıl üzerinde durulması gereken konu olan Anayasa, tamamen geçiştirilmiş. Gezi olaylarından çevre talanına, kitlesel gözaltı ve tutuklamalardan siyasal hesaplaşma davalarına uzanan birçok alanda, Anayasa’ya aykırı yasalar ve uygulamalar, göz ardı ediliyor. Oysa ülkemizde, bir yandan, bütün sorunlara çözüm reçetesi şeklinde “müstakbel anayasa” fetişizmi (tapınması) gündemde tutulurken; öte yandan, yürürlükteki Anayasa’nın hak ve özgürlükler için güvence oluşturan hükümleri, neredeyse “askıya alınmış” durumda…
Sonuç olarak; Rapor, İHAM kararları ışığında okunduğunda Türkiye Hükûmeti için “karne” olarak görülebilir. Ama kanaatin öğrenci lehine kullanıldığı bir karne. Hükümet’in memnuniyeti bundan olsa gerek. Avrupa mekânından giderek dışlanan, Asya ve Afrika’ya dönük cephesinde de yalnızlaşan Ankara’nın tutumu, adeta “Rapora sarılma” anlamına gelmiyor mu?