İlker Ekici
“En yoksul insan, kulübesinde, Tac’ın bütün gücüne karşı koyabilir. Kulübe dayanıksız olabilir. Çatısı sallanabilir. İçinde yeller esebilir. Fırtına içeri dalabilir. Yağmur içeri girebilir. Fakaaat İngiltere Kralı içeri giremez! O’nun tüm kuvvetleri dahi harabeye dönmüş mülkün eşiğinden içeri adımını atamaz. (William Pitt’in 1763 yılında İngiltere Parlamentosu’nda yaptığı konuşma)
Her şey adalet tanrıçası Themis’in gözünü bağlamakla başladı. Mitolojide Themis, aslında iki dönemle tasvir edilir: İlk dönemde Themis’in gözü açıktır. Elinde kılıç falan yoktur. O, bir düzenin metaforudur. Adaletsizlik. olduğunda Nemesis devreye girer ve cezalandırıcı güç o şekilde ortaya çıkar. Sonraki zamanlarda Themis, tanrılar üstü bir yapı kazanır. Adalet üretir, ürer. Bu sayede yeryüzün her yerine adalet gider. Olympos’ta yaşayan Themis, Olympos’un düzeninden sorumludur.
Mitolojik hikayesi bu şekilde gelen Themis, bugün gözü kapalıyken bir elinde terazi diğer elinde kılıç “kendi vücut bütünlüğüne” gelen saldırıya karşı koyamadığı için değişime uğradı. Bu değişimin son eylemi ise heykel tasavvurundaki dönüşümle karşımıza çıktı. Themis heykeli yerine Anayasa Mahkemesinin önüne dikilen heykel, Adalet Bakanı’nın deyişiyle Cumhuriyetin adaletini temsil ediyor. Yeni heykeli çoğumuz tanımıyoruz, arkadaş necidir, hangi Cumhuriyet döneminde yaşamıştır, bilen yok. Bildiğimiz şey Themis’in bu topraklardan gittiğidir. Mitolojik de olsa adaletin tanrıçası, “el doluluğundan” kendisine yönelik bu girişime karşı hareket edemedi.
Hukuk dediğimiz şeye toplum yaşamını düzenlemek için, uygulanması devlet tarafından yaptırıma bağlanmış kurallar biçimidir diyeceksek eğer devletin ne olduğunu sorgulamaya açmamız gerekir. Devleti sorgulamaya açmaksa eskiden DGM’nin, kısa süre öncesine kadar Özel Yetkili Mahkemenin bugün ise özgürlük hakimlerinin ilgi alanına giriyor. Hukuktan çıkan bir sorgulama bizi hukuksuzluk silsilesine götürmekle kalmayıp, gizli tanıklar aracılığıyla müebbet hapse kadar götürüyor. Öyleyse biz bunu niye sorguluyoruz? Hukuk kurallarını düzenleyenler, yasa koyucular bu gücü halktan alıyor ve yargılamayı “kamu” adına yapıyorlarsa halk kimdir? Bu sorular Türkiye’de yerleşik hukuk düzeninin ne aşamada olduğunu sorgulamamamız açısından önemlidir.
21 Eylül günkü soL’da, Veysel Atayman ile yapılan Ertem Eğilmez söyleşisi vardı. Orada Atayman Hababam Sınıfından bahsederken, atlayıp kaçılan duvarın bir imgeleme olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Dışarıdaki dünyaya karşı korunması gereken bir dünya vardı ve bu dünyayı korumak için duvarlar örülmüştü. Belki bu bakışla hiç izlemedik Hababam Sınıfı’nı ama o imgelem, hukuk için de geçerlidir aslında. Bugün hukuku istediği gibi düzenleyip istediği kişiyi yargılayıp hükmedenlerden korunması gereken bir hukuk var. İnsanların içindeki duvarın ardında büyüttüğü, kötülüğün girmediği bir duvar. Hukuk adına yapılan kanun darbesi hiçbir darbeye benzemez. Bunu halihazırda yaşıyoruz ve bunun etkileri kolay kolay geçecek gibi gözükmüyor.
Hukuk, bu bahsettiğimiz duvarların arasında özünü korumak zorundadır. Evet, ne yazık ki hukukun özgürlüğü bir duvarın ardına sıkışmıştır. Duvarın dışı; kaostur, baskıdır, zulümdür, otoriterliktir. Ve duvarın bu yanındaki herkes, yani halk, kulübesinde tac’a karşı mücadele veren adalet yoksullarıdır