Sizlere ve salondakilere saygılar sunarak konuşmama başlıyorum.
Sayın Başkan,
Savunmam ile ilgili konuşmama başlamadan önce izninizle son yaşanan Kaşif Kozinoğlu’nun ölüm olayına ilişkin olarak mesleğimin gerektirdiği sorumluluk nedeniyle bazı açıklamalarda bulunmak istiyorum.
Sayın Başkan,
Bundan önce yine mesleğimle ilgili olarak yapmış olduğum bir konuşmada son olarak tahliye olan ve kendisini ilk kez burada tanıdığım Mehmet Koral’ın bana göstermiş olduğu ve 20’ye ulaşan tansiyon değerlerini sayın heyetinize göstermiş ve bu yükseklikteki tansiyon değerlerinin tıbbi açıdan iki sonucu olacağını, bunlardan birinin kalp enfarktüsü, diğerinin ise beyin kanaması olduğunu ve her iki durumunda ani ölümle sonuçlanabileceğini ifade etmiştim. Bu nedenle bu tür hastaların ilgili uzman doktorların olduğu bir merkezde birkaç haftalık tedavi ile tansiyonlarının kontrol altına alınması gerektiğini arz etmiştim.
Bu konuda sizleri bilimsel olarak inandıramadım. Ancak ismini bile ilk kez bu dava nedeniyle duyduğum Kaşif Kozinoğlu’nun, 20’ye ulaşan yüksek tansiyon sonucu enfarktüs geçirerek yaşamını kaybetmesi, bu konuda daha önce söylediklerimin tümüyle bilimsel bir gerçeğe dayandığını açıkça göstermektedir.
Benzer şekilde “ölümcül kalp ritm bozukluğu” olmasına rağmen ve cezaevinde ağır stres koşullarında olan bir başka hasta, Mehmet Haberal’ dır. Mehmet Haberal’ın da bu koşullarda ‘yüksek ölüm riski’ taşıdığını söylemiştim. Ayrıca dünyanın en önemli tıp merkezlerinden biri olan Harvard Üniversitesi’nin Kardiyoloji Bölümü’ nün bu konudaki bilimsel yayınını da göstermiştim. Harvard Üniversitesi’nin bu konudaki bilimsel yayınının da sayın heyetinizce dikkate alınmadığını üzüntüyle görmekteyim. Bu bilimsel değerlendirme ve bilimsel yazıların doğruluğunun heyetinizce dikkate alınması için Mehmet Haberal’ın da akıbetinin Kaşif Kozinoğlu gibi olması mı gerekir?
Yine burada şahit olduğum bir başka hasta Yusuf Erikel’dir. İlk kez burada tanıdığım ve sizlerin meslektaşı da olan bu kişi, bir yıl boyunca şikayetleri nedeniyle gittiği Silivri Devlet Hastanesi’nde grip vs. tanılarıyla geçiştirilmiş ve geniz tümörü 6-7 cm çapa, yani bir portakal büyüklüğüne eriştikten ve sayın mahkemenizin huzurunda kan kustuktan sonra ancak tahliye olabilmiştir. Kanserde erken teşhisin tedavide ne denli hayat kurtarıcı olduğunu artık on yaşındaki çocuklar bile bilmektedir. Erken teşhis ve tedavi ile geniz kanserlerinde son derece iyi sonuçlar alınabilirken, Yusuf Erikel’ in hastalığında teşhisin gecikmesi nedeniyle hastalık ilerleyerek vücudun diğer kısımlarına yayılmış ve bu nedenle Yusuf Erikel, bu şansını kaybetmiştir. Artık yaşam günleri sayılıdır.
Normal bir hukuk düzeninde bu durumun sorumluları tespit edilir ve gereği yapılır. Ancak ben bugüne kadar bu konuda tek bir girişimin dahi yapıldığını duymadım. Ülkemizde yaşandığı iddia edilen ileri demokrasi bu mudur?
Şahit olduğum diğer bir kişi ise ilk tutuklandığım da aynı koğuşu paylaştığımız Erol Manisalı‘dır. Tutuklanmadan üç dört sene önce, üç kez beyin felci, üç kez de kalp enfarktüsü geçiren hasta, ancak meme kanseri teşhisi konduktan sonra tahliye olabilmiştir.
Şahit olduğum diğer bir hasta ise ismini dahi ilk kez bu dava nedeniyle duyduğum ve kendisini ilk kez, aynı gün Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nden Silivri Devlet Hastanesi’ne sevk edildiğimiz gün gördüğüm Levent Ersöz’ dür. Tahliye olsa bile yılın onbir (11) ayını hastanede geçirecek ağırlıkta hastalıkları, bu yargılama sürecinde akıbetinin ne olacağını bilmek için sanırım hekim olmaya gerek yoktur.
Sayın Başkan,
Bu dava sürecinde yaşanan hastalıklar ve ölümler, sanıklarda aslında bir yargılama sürecinde değil bir Rus ruleti sürecinde bulundukları izlenimi yaratmıştır. Sanıklar kendilerine ve diğer sanıklara sessizce ve derin bir endişe ile, gözleriyle sormaktadır. Şimdi sıra kimdedir?
- Ölümcül ritm bozukluğu olan Mehmet HABERAL’ da mı?
- Artık yatalak hale gelmiş Levent ERSÖZ’ de mi?
- Kalp damarlarındaki tıkanıklık nedeniyle Hasan Atilla UĞUR’ da mı?
- Yoksa cezaevi koşullarında her biri 1000 ton stres yükü altında olan bir başka sanık da mı?
- Kimbilir belki de sıra bendedir.
Bütün bunları,
- Bekleyerek göreceğiz,
- Yaşayarak göreceğiz,
- Ya da ölerek göreceğiz,
Sonra da bütün bunlara adalet, diyeceğiz öyle mi?
Adalet insanları öldürür mü hakim Beyler?
Sayın Başkan, Sayın Üyeler, Sayın Cumhuriyet Savciları,
Lütfen biraz düşününüz, bu dava sırasında;
- Onurlarına yediremeyerek intihar edenleri,
- Onurlarına yediremeyerek hastalanıp ölenleri,
- Ruh sağlığını kaybedenleri,
- Beyin kanaması, kalp enfarktüsü geçirenleri,
- Kanser olanları,
- Ölümü bekleyenleri ve ölenleri düşününüz.
Ve yine yaratılan bu korku ikliminde meslektaşlarımın hekimlik mesleğini korkmadan ve özgür bir şekilde yapamadıklarını düşününüz.
Hekimlerin bu duruma gelmesinde hangi koşulların neden olduğunu düşününüz.
Burada bulunan sanıklar arasında sanıyorum altı (6) hastane ile en çok sayıda hastanede bulunan kişilerden biriyim. Yattığım bütün hastanelerde, meslektaşlarımın yüzlerinde, gözlerinde, tutum ve davranışlarında ve hatta ses tonlarındaki korkuyu ve tedirginliği gördüm.
Hangi hekim bu koşullar altında mesleğini layığı ile yapabilir ki. Belki de çok az bir kısmı...
Bir tıp akademisyeni olarak söylemek isterim ki;
Bu davalar çerçevesinde yargılanan sanıklarla ilgili hekimlerin kanaatleri, hastanelerin heyet raporları ve de özellikle Adli Tıp Kurumu raporlarının bu korku iklimi altında bilimsel geçerliliği artık kalmamıştır. Artık bilimsel bir değer taşımayan bu kanaat ve raporların hukuki bir değer taşıdığını iddia etmek, hukukun bilimsel bir temele dayanmadığını iddia etmekle eş anlamlıdır.
Sayın Başkan,
Bilindiği üzere bir insan için en kutsal hak, “YAŞAM HAKKI”dır, “YAŞAMA HAKKI’ dır. Ve bir insan için en yüce değer de “ÖZGÜRLÜK’ tür.
- Özgür ve demokratik bir hukuk devletinde insanların en kutsal hakkı olan “YAŞAMA HAKKI” nın mesleki karşılığı hekimlik’tir. Bakınız bu konuyla ilgili olarak Amerika’da görev yapan dünya çapındaki Türk doktoru Prof.Dr. Mehmet Öz şöyle diyor:
“En iyi hekim, hasta olan hekimdir. Çünkü en iyi empatiyi onlar yapar.”
- Öte yandan yine özgür ve demokratik bir hukuk devletinde insanlar için en yüce değer olan “ÖZGÜRLÜK’ ün mesleki karşılığı ise hakimlik’ tir. Bakınız, bu konuyla ilgili olarak hukukçu akademisyen Prof.Dr.Adnan Güriz, ‘Hukuk Felsefesi’ kitabında şöyle diyor:
“Empati, yani karar verenin kendisini karar verilen yerine koyması, hukukun etkinliği ve tarafsızlığı bakımından önem taşımaktadır.”
Sayın Başkan;
Hiçbir somut delile dayanmadan ve tümüyle akıl ve mantıktan uzak, hayali suçlamalar nedeniyle otuz ayı aşkın bir süredir tutuklu olmam nedeniyle, ben yukarıdakilerden birisiyim. Birisi de sizlerin meslektaşı olan iki profesörün söylediklerinden daha da öte şunu açıkça ifade etmek isterim.
“EMPATİ YAPAMAYANLAR, HEKİMLİK DE HAKİMLİK DE YAPAMAZLAR, YAPMAMALIDIRLAR!”
Eminim ki her iki profesör de, bu yargılama sürecinde yaşananlara şahit olsalardı, benden farklı düşünmezlerdi.
Sayın Başkan,
Bu yargılama esnasında sadece sanıkların değil, sanık yakınlarının da beden ve ruh sağlıklarını nasıl kaybettiklerini gördüğümde veya bunları duyduğumda sanıkların beyin kanaması, kalp enfarktüsü geçirmesine, kanser olmasına ve nihayet ölümlerine şahit olduğumda;
- İsyan ediyorum ve
- Sadece hekimliğimden değil, insanlığımdan da utanıyorum.
Ancak benim tıbbi bilimsel açıklamalarımın, sayın heyetinizce bir sivrinsek vızıltısı kadar bile dikkate alınmadığını görsem de, ben mesleki açıdan sorumluluğumun gereğini yapmaya devam edeceğim.
Prof.Dr. Fatih Hilmioğlu
İnönü Üniversitesi Eski Rektörü 22.11.2011 tarihli savunması
Silivri Canlı Mezarlığı | Ölümhane