Karanlığa karşı verdiği mücadele nedeniyle gericilerin hedefi haline getirilen aydınlanmacı yazar Turan Dursun, bundan 23 yıl önce uğradığı sihahlı saldırı sonucu katledildi.
(soL - Haber Merkezi) "Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım?" sözleriyle karanlığa karşı savaş açan aydınlanmacı yazar Turan Dursun bundan 23 yıl önce, 4 Eylül 1990 tarihinde gericiler tarafından katledildi.
Turan Dursun'un yaşamı
1934 yılında Sivas'ın Şarkışla İlçesi'ne bağlı Gümüştepe Köyü'nde dünyaya gelen Turan Dursun, müftü olabilmek için ilkokulu dışarıdan bitirdi, ilk olarak köy imamlığı ve medreselerde hocalık yaptı. 1958-1965 yılları arasında Tekirdağ, Gemerek, Türkili, Altındağ ve Sivas'ta müftülük yaptı.
Şeriatın katı kurallarına ters davranışları nedeniyle İslamcı çevrelerde yadırganan Dursun'un Müftülüğü sırasında bu nedenlerle sürgünleri oldu. 1965'te İslam dinini reddettikten sonra Müftülük görevinden ayrıldı.
1966 yılında TRT'de dini içerikli programlarda görevi aldı. On yıl bu görevine devam ettikten sonra gene TRT'de prodüktör olarak "Başlangıcından Bu Yana İnsanlık", "Vergi Programı", "Akşama Doğru" gibi programlar yaptı.
TRT'den emekli olduktan sonra 1989 yılında haftalık 2000'e Doğru Dergisi'nde yazı yazmaya başlayan Dursun, düşünceleri nedeniyle gericilerin hedefi haline geldi.
Çalışmaları ölümünün ardından kitaplaştıtılabilen Dursun'un yayınlanmış eserleri söyle: "Din Bu (4 cilt), Kur'an Ansiklopedisi, Kutsal Kitapların Kaynakları (3 cilt), Kulleteyn, Allah, Kur'an, Dua, Şeriat Böyle, Müslümanlık Ve Nurculuk, Ünlülere Mektuplar, İlhan Arsel'e Mektuplar"
Gericilerin alışamadığı müftü
1958'den 1966'ya kadar bulunduğu müftülük görevi sırasında yaptıkları nedeniyle de gericilerin hedefinde olan Dursun, kendisiyle yapılan bir röportajda o döneme ilişkin şunları aktarıyor:
"Sivas'ın Hanzar köyünde su kaynağı var. Bir süre sonra yitiyor. Bend yapılsa herkes yararlanacak. Valiye göstermek için başında fotoğraf çektirdim. Köylüler gelmeye cesaret edemediler. "Ağa ne der" diye. Ağa karşı çıkmıştı zaten, "eski köye yeni adet mi getiriyorsunuz" demişti. Daha sonra TRT"deki ilk programımın adı "Eski Köye Yeni Adet" olmuştu. Hakkımda komünist diye söylentiler çıktı. Alışılmadık bir müftüydüm. Tarık Zafer Tunaya'nın başkanı olduğu Devrim Ocakları'nın kurucuları arasındaydım. Sovyetler Birliği'nden 20 bin lira para almış diye ihbar olmuş. Diyanet müfettişlerinden Abdullah Güvenç teftişe geldi. Adama su verecek bardağımız yoktu evde. İbrikle vermiştik utana sıkıla.
Sinop'un Türkili ilçesine sürgün edildiğimde, kentin dışında yıkık dökük bir kulübe tutmuştum. Ali Şarapçı diye bir öğretmenle karısı bana çok yardım etmişti. Ona da komünist diyorlardı. Ben de "keşke komünist olmasaymış, ne iyi adammış" diye düşünüyordum. Komünizmi kaynağından öğrenmeye karar verdim. Ali Şarapçı'ya "Şu komünist kitaplardan getirsen de okusam" dedim. Bilmediklerimi gidip soruyorum, okuyorum, ders gibi. İnanç dünyamda bir sarsıntı olmadı. Ancak ürkecek bir şey de yokmuş. Sosyal alanda bir ideolojiden çok bir bilim olarak baktım."
Dursun'un dine yaklaşımında geçirdiği değişim
Dursun dine ilişkin fikirlerindeki değişimi ise şu ifadelerle anlatmıştı:
“… Bende inanç devrimi neden oldu? Ya da neden inançsızlık oluştu? Onu belirteyim: Doğru bilime yönelmiştim. Çok büyük kütüphanelere gittim. O zaman ben İslam'ın kökenini gördüm, okudum. Söylencelerden de okudum. Bir gün "Sümer Efsanesi" ile karşılaştım. Sümerler'de bir Tufan efsanesi. Baktım, Tevrat'ta var, Kur'an'da var. Bu bir efsane, nasıl olur da Tevrat'ta, Kur'an'da olabilir? Milattan önce 3000 yılında kaleme alındığı sanılıyor. İslam' dan, hatta Kur'an'dan çok önce. Peki, bunlarda olan, Kutsal kitaplarda ne arıyor? Sonra, Hammurabi Yasaları'nın kimi maddeleri Tevrat'a aynen geçmiş, ondan sonra Kur'an'a da yansımış, yani sarsılmalar benim öyle başladı."
Dursun kendisiyle yapılan bir röportajda ise dinleri şu ifadelerle eleştirmişti:
"Bence din insanlığa çok şey yitirtmiştir. Dinsizlik ne kazanır? Önce bu yitirilen şeyleri bir daha yitirme durumuna düşmemeyi kazanır. Dinler neyi yitirtmiştir? Bana göre dinler insana gözyaşı getirmiştir, ölümler getirmiştir. İslam da bunların arasındadır. Bugün Yahudiler eğer Filistinlilere birtakım zulümler yapıyorlarsa, bence bunların Yahudiliğin içindeki Yehova'nın, Tevrat Yehovası'nın insanların kafasına aşıladıklarının çok büyük etkisi vardır. "Gidin, vurun, acımayın." en büyük etkisi vardır. İslam öyle olmuştur. Muhammed döneminde de öyle olmuştur. Ebu Bekir döneminde de, daha sonraki dönemlerde de. Ebu Bekir döneminde, "Riddet" (dinden dönme) olaylarında, belgelere göre, ateş havuzları açılmıştır. O ateş havuzlarına insanlar inançlarından dolayı atılmış, yakılmışlardır. Muhammed'den sonraki dönemde, Osman döneminde bir Cemel olayını anımsıyoruz. Bu Cemel olayında, iki yanda da Muhammed' in arkadaşları vardı. Bir yanda, 400 kadar "biat-ı Rıdvan"da bulunmuş olan kişi vardı. Başlarında Ali, Muhammed' in damadı. Öbür yanda, yine cennetle müjdelenmişler vardı. İki kesim birbirine saldırıyorlardı, öldürmek için ve o olayda tarihlerin bizlere kaydettiğine göre, 15 bin kişi hayvan boğazlanır gibi boğazlanmıştır."
Cinayetin ardından yayınlanmamış çalışmaları kaybedildi
Dursun 4 Eylül 1990 tarihinde İstanbul Koşuyolu'ndaki evinin yakınlarında teröristler tarafından silahla vurularak öldürüldü.
Cinayetin ardından Dursun'un kütüphanesinin raflarında duran çok şeyin kaybolduğu anlaşıldı. Yatağının üzerine ise "Kutsal Terör Hizbullah" kitabı bırakılmıştı. Yakınları kitabın Dursun'a ait olmadığını, eve giren kişiler tarafından bir "mesaj" olarak bırakıldığını söyledi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Dursun'un evinde polislerin arama yaptığını doğruladı ancak arama tutanağında kitaplıktan alınanlara ilişkin bilgi yer almadı.
Yazdıkları nedeniyle gericilerin kurşunlarına hedef olan Dursun'un pekçok çalışması da cinayetin ardından evine giren karanlık kişilerce ortadan kaldırıldı. Turan Dursun'un oğlu Abit Dursun yaşananları şu ifadelerle anlatıyor:
"4 Eylül 1990'da Turan Dursun vurulduktan 40 -45 dakika sonra polis geliyor. Çok daha erken gelen siviller evi darmadağan ediyor. Bir çok eseri ve çalışması siyah poşetlere konuluyor, onlar çıkarken de resmi giysili polisler içeri giriyor. Biz sivil polislerin götürdüğü eserleri ve çalışmaları Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurarak istedik. Ama 9 yıldır bu girişimimizle ilgili hiç bir sonuç alamadık. Kuran ansiklopedisinin 2000 sayfası, 'Kulleteyn' isimli kitabın ikinci ve sonraki ciltleri yok. Her şeyi götürmüşler. Bir yaşam boyu büyük emekle ortaya çıkarılan her şeyi. Bütün bunlar sivillerin eve girmesinden sonra kayboldu. Devlet içindeki bazı güçler, yasadışı devlet odakları bu eşyaları alıp gitti."
"Evimize gelen bazı mektupların içine mermi çekirdekleri koymuşlar"
"Rahat yaşamak uğruna gerçeği mezara mı götüreyim; halka gerçeği anlatmak uğruna ölümü mü göze alayım?" sözleriyle yazdıklarının bedelini canıyla ödeyebileceğinin farkında olduğunu ifade eden Dursun, uğradığı cinayet öncesinde çok kez ölüm tehdidi almıştı. Oğlu Abit Dursun babasının daha önceki dönemde aldığı tehditleri şöyle anlatmakta:
"Babama yönelik ilk öldürme girişimi, 1960'lı yıların başlarında yapıldı. O zamanlar Türkeli Müftüsü idi. Türkeli, Sinop'un şirin, küçük bir kıyı kasabasıdır. Babam, Atatürkçü Müftü diye oraya sürgün gönderilmişti, bense 6 yaşlarında bir çocuktum. Nurcular babamı öldürtmek için, Ankara'dan bir talebe göndermişler. Sonra babam onu ikna etti. Yardım toplattı o öğrenci için.
Sonra, 1968 Yılında TRT'ye geçti. Ankara Radyosu'nda prodüktör olarak Din ve Ahlak Proğramları yapmaya başladı. Önce engellemeler sonra sürgünler başladı. Bu arada evimize yüzlerce, binlerce mektup geliyordu. Övgü dolu olanlarda vardı elbette. Ama çoğunlukla tehdit içerikliydi. Hatta bazılarını içine mermi çekirdekleri koymuşlar, ''bunu kabak çekirdeği zannetme'' diye de yazmışlardı mektuplarına.
Bizleri korumak için yerleştiği İstanbul'da gece gündüz üretiyordu. Teditlede durmak bilmiyordu tabi ki... Telefon, mektup, ne olursa. Çok ilginçtir, telefonunu (basın tercihli) değiştirip gizli olmasını yazılı olarak talep ettiği halde, ne hikmetse bir kaç saat sonra tehdit telefonları almaya başlamıştı. Yine o sıralar yaşanan ama ölünden sonra arkadaşlarından öğrendiğimiz bir kaçırılma olayı da var. Tüm bunların yanında yurt dışından konferans talepleri de yoğunluk kazanmıştı. Londra, Paris, Berlin gibi.. Biz Türkiye'ye dönmesini-en azından uzun bir süre-istemiyorduk. Yurt dışına çıkmadan bir gün önce yaşandı o meşum gün."
(Sol Portal)