Google’a “imam” yazdığınızda karşınıza çıkan ilk sözcükler “İmam Gazali”, “imam nikâhı”, “İmam Çağdaş” vb. oluyor…
“İmam nikâhı”, “imam” Başbakanımızın herhalde gönlünden geçen, elinden gelse zorunlu kılacağı nikâh türü olsa gerek…
İmam Gazali, 11. yy’da yaşamış İranlı büyük bir İslam düşünürü. Bir yerde diyor ki: “Her şeyin hakikatini öğrenmeye karşı duyduğum susamışlık; baştan ve gençliğimden beri tuttuğum yol ve benim bir hasletim olmuştur.”
Ama ekliyor:
“Bu hasletler, Allah tarafından benim yaratılışıma ve hamuruma katılmış özelliklerdir; benim seçimim ve tercihim değildir.”
Demek ki üstat, her şeyi öğrenmek susuzluğunu duyarken, Tanrı’nın varlığı ve insanın yazgısı, yani asıl temel sorunlar konusunda kuşku sahibi değil…
Yine de Gazali’nin günümüze ulaşmış kitaplarından hiç değilse birini okumak isterim…
İmam Çağdaş adını ise Gaziantepli ya da yolu bu kentimizden geçmiş olup da işitmeyen yoktur….
Kebapları, başta baklava olmak üzere tatlıları gerçekten harikadır…
“İmam” ve “çağdaş” adlarının yan yanalığı ise herhalde pek çok kimse gibi ilk duyduğumda beni de yadırgatmıştı…
İnsan hem imam hem çağdaş olabilir mi?
Üzerinde düşünülmesi gereken bir soru…
“İmam” Arapçada, önde bulunan, önayak olan kimse demek.
İslam peygamberinin ölümünden sonra halifelere de bu san verilmiş.
İslam kültüründe birkaç anlamı daha var; fakat günümüzdeki başlıca anlamı namaz kıldıran din adamı demektir.
İmam hatip liseleri, kuşkusuz, sadece namaz kıldıracak din adamları yetiştirmek için açılmadı.
Nitekim oralarda öğrenim gören erkekler ve kızlar, yükseköğrenimlerini belki en az ilahiyat fakültelerinde olmak üzere, çeşitli öğrenim kurumlarında sürdürüyorlar…
Belki de bu nedenle, bu liselerin adlarının değiştirilmesi de düşünülebilir… Zaten bildiğimiz liseler giderek imam hatipleştiğinden, böylece arada fark kalmadığından, herhangi bir ad ayrılığına da gerek olmayabilir…
İmam hatip lisesi öğrenimi görmüş bir Başbakanımız var.
Bu liseden mezun olanlar, sanırım isterlerse imam olabiliyorlar.
Başbakan başka meslekler seçmiş. Ticaretle uğraşmış, siyasete girmiş, bugün sahip olduğu mevkiye ulaşmış, gözü daha da yükseklerde…
Ama gerçek anlamıyla bir din adamı, “imam” sayılabilir mi?
Aldığı (alt tarafı lise düzeyindeki) din eğitiminden her fırsatta söz etmesine karşın, bu işi meslek olarak seçmeyişinden başka, kişiliği bakımından da kendisine en son yakıştırılacak sıfat, din adamlığı, “imam”lık olsa gerek…
Çünkü…
Din adamı, “imam”, başkalarına önder ve örnek olması gerektiğinden, öncelikle insan ve insanlık sevgisine sahip olması gereken kişidir…
Dindarlıkla kindarlığı birbirine karıştırmamalıdır…
Örnek olması gerektiğinden, malda mülkte gözü olmamalıdır. (Örneğin, İslamın koşullarından “zekât”a göre, bir mümin her yıl servetinin kırkta birini yoksullara dağıtmalıdır… Başbakan yapıyor mu bunu? Pek sanmam. Çuvalla para dağıtması gerekir…)
Ve “imam” yalan üstüne yalan atmamalıdır…
Tayyip Erdoğan bu “imam” tanımına ne kadar uyuyor dersiniz?..
Sözü, Dolmabahçe Bezmi Âlem Valide Sultan Camisi müezzini Fuat Yıldırım’a getireceğimi anlamışsınızdır…
Bu genç din adamı, en tepedeki sözde imamın gazabını göze alarak, onun “camide içki içildi” yalanını yüzüne çarparcasına, başından beri ve (her nedense götürüldüğü ve altı saat süren!) polisteki sorgusunda da böyle bir şey görmediğini söylüyor ve ekliyor: “Din adamıyım. Görmediğim şey için gördüm diyemem.”
Fuat Yıldırım’ı yürekten kutluyorum. Gerçek din adamının, gerçek bir imamın, gerçek insanın nasıl olması gerektiğini örnekleyerek, hem inancına hem mesleğine saygınlık kazandırdığı için…
Böyle din adamlarının başımızın üstünde yeri var.
29 Haziran 2013 - Cumhuriyet