Bu haftaki yazımın konusu ülkemizin onuru iki Mehmet Ali olacak.
Teğmen Mehmet Ali Çelebi ve tiyatro sanatçısı Mehmet Ali Alabora.
Mehmet Ali Çelebi’yi Ergenekon duruşmalarından tanıyoruz.
Bu genç adam cep telefonuna polisçe konulduğu saptanan bir sahte kanıtla 18 Eylül 2008’de tutuklanmış, Hasdal Askeri Cezaevi’nde 33 ay (2 yıl 9 ay) tutuklu kaldıktan sonra 20 Mayıs 2011’de tahliye edilmişti. 17 Haziran 2013’te yaptığı savunmasıyla da yakın tarihimize ateşten ve çelikten harflerle bir not düştü…
Başarılı sanatçılığının yanı sıra toplumsal olaylar konusunda öncü duyarlılığı ve ataklığıyla hayranlık uyandıran Mehmet Ali Alabora ise, Gezi Parkı Direnişi’ndeki etkinliği ve Tayyip Erdoğan tarafından hedef gösterilmesiyle bir kez daha ilgi odağı oldu.
Büyük olasılıkla hiç karşılaşıp tanışmamış olan bu iki genç adam, toplumun ilgisini de hayranlığını da fazlasıyla hak ediyor…
Mehmet Ali Çelebi’nin savunmasını yaptığı gün, suçlama ve yargılama kürsüsünde oturan, kimileri onun babası yaşındaki “hukuk”çuların yerinde olmayı, herhalde onur ve haysiyet sahibi hiç kimse istemez…
Duruşma sonrasında evlerine nasıl gönül rahatlığıyla gidip nasıl huzur içinde uyuyabildiklerini anlayamıyorum ve doğrusunu isterseniz bunu yapabildiklerini de pek sanmıyorum…
Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin, Genelkurmay Başkanı’ndan en genç asteğmenine kadar Türkiye Cumhuriyeti ordusunda görev yapan her subayın dikkatle okuyup kimi bölümlerini ezberlemeleri gerektiğine inandığım savunmasından, daha doğrusu makamına “ithamname”sinden örnekleri paylaşalım…
Kendisine sanık gözüyle bakmadığını, tersine, vatanseverlik davasının savunucusu olduğunu söyleyen Mehmet Ali Çelebi, suçlama ve yargı makamına yönelik olarak diyor ki:
“Bir ihanet suçlamasını Türk subayıyla bağdaştırmak için çok komik durumlara düştünüz. Hukuku kendi cinnetlerinize göre saptırdınız, çarpıttınız, tepetaklak ettiniz. Ruhunuzu bir kez olsun adaletin kollarına atamadınız. Vasatın bataklığına öyle gömülmüşsünüz ki gerçekler bile sizi tekrar ayağa kaldıramıyor. Anlaşılıyor ki hiçliğin yazgısına başkaldıramıyorsunuz! Pusulanız karanlığı gösteriyor…”
Bu ateşten ve çelikten sözler karşısında hayranlık duymamak, muhataplarının ise yine bu savunmadaki bir deyimle “yalanlar ürettikleri cehennemin yedi kat dibine” gömülmemeleri olası mı?..
Çok sevdiğim, sanatına da kişiliğine de hayranlık duyduğum Mehmet Ali Alabora ise, annesinin ve babasının arkadaşı olarak benim de oğlum kadar yakınımdır.
Aslında o, 68 kuşağının ve o kuşağın en yakın ağabeyleri (ve kuşkusuz ablaları) olarak benim de aralarında olduğum 60’lı yıllar devrimci gençliğinin günümüzdeki bir temsilcisidir.
Deniz Gezmiş’i sinemada canlandırmak kuşkusuz en çok ona yaraşırdı.
Başbakan, bilmem neresinin kılı olduğunu iftiharla söyleyenlerin de aralarında bulunduğu bir topluluk önünde, bu pırıl pırıl genç adamı hedef gösterme küçüklüğünden kendini alamadı…
Mehmet Ali Alabora Taksim Gezi Direnişi’nin öncüsüymüş…
Eğer öyle ise, onun için paha biçilmez bir onurdur bu…
Fakat Tayyip Erdoğan ve benzerleri anlamıyor ya da anlamak istemiyorlar ki, böylesi olayların zaten tek bir öncüsü olmaz, olamaz.
Bunlar birikimler sonucunda toplumsal patlamalardır…
Başlangıçta önderi olanlar bile büyük kitlenin bir parçası olurlar…
Mehmet Ali Alabora ülkenin yağmalanmasına kararlılık ve eylemlilikle karşı çıkan bir çevre savaşımcısı, bir yurtseverdir ve bunun için kutlanması gerekir.
Bunu, birilerinin kılı olmaktan onur duyanların ve kendileri için böyle tiksindirici bir söz söylenenlerin anlaması olanak dışıdır.
Mehmet Ali Çelebi ve Mehmet Ali Alabora…
Bu iki Mehmet Ali günümüz genç kuşaklarının iki yıldızı, geleceğimizin iki parlak temsilcisi, ülkemizin iki genç onurudur.
Böyle evlatları olan bir ülke geleceğe elbette umutla bakacaktır.
22 Haziran 2013 - Cumhuriyet