İlk bakışta çok garip karşılanacağını bilsem de şunu söylemeden edemeyeceğim:
- Doğrusu Tayyip Bey’in Gezi olayları üzerine Avrupa’ya tepkisini çok da anlamıyor değilim.
Tayyip Bey’in şu mantığı yürüttüğünü seziyorum:
- Ben yine aynı bendim, değişmedim. Ama ne oldu da, dün beni demokrat olarak niteleyenler şimdi “diktatör” diyorlar?
Gerçekten, Tayyip Bey kendisinin de söylediği gibi değişmedi. Dün ne idiyse yine o.
Dün, “askeri vesayeti tasfiye ediyorum” bahanesiyle, hukuku ayaklar altına aldıran, özel yetkili mahkemelerle, yıllar süren tutukluluk kararlarıyla insanları infaz eden, “12 Eylül anayasasından kurtuluyoruz” diyerek, yargı bağımsızlığını, 12 Eylül dönemine bile rahmet okutacak kadar çiğneyen, 1 Mayıs gösterisine katılan, Grup Yorum konserlerine bilet alanları, parasız eğitim lehine demokratik gösteri yapanları terör örgütü üyesi olarak içeri tıktıran, hapishanelerinde en fazla gazeteci bulunduran ülkenin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın içyüzünü bir türlü anlamayıp, onu demokrat olarak görmekte direniyordu Avrupa. Şimdi ne oldu da Erdoğan “diktatör” oldu?
Türkiye’yi izleyenler için, Gezi olaylarında şaşılacak bir yön olabilir mi?
Tayyip Bey esip gürlüyor, “Ben de AP’yi tanımıyorum” diyor, aynı gün Sadullah Ergin’in Brüksel ziyaretinden vazgeçtiği, hemen ardından da AP heyetinin Ankara’da randevularının iptal edildiği açıklanıveriyor.
Türkiye Avrupa Karma Parlamento Komisyonu’nun önümüzdeki hafta yapılması beklenen toplantısının yapılıp yapılmayacağı da belirsizleşiyor.
Uzun aradan sonra açılması beklenen bir tek paket de, Angela Merkel’in vetosu yüzünden açılmıyor, üstüne üstlük Alman Başbakan’ı bir zamanlar Türkiye’ye uygun gördüğü “imtiyazlı ortaklık” statüsünü de “stratejk ortaklığa” gerilettiğini açıklıyor ve AKP iktidarı tepkisini sertleştirerek, 1997’deki gibi ilişkileri kesme aşamasına vardırabileceklerini Egemen Bağış’ın aracılığıyla dünya âleme ilan ediveriyor.
Aslında, bütün bunlara karşın, AB Türkiye ilişkilerinin özünde çok önemli bir değişiklik olduğu yine de söylenemez.
Avrupa Türkiye’yi ortak olarak istemediğini ve görünür bir gelecekte içine almayacağını daha 2004 yılı Aralık ayında açıklamış, Türkiye’de açıklanan koşullarda müzakereye boyun eğerek bunu zımnen kabul etmişti.
Avrupa’nın Türkiye ilgisi de, AKP’nin Avrupa tutkusu da aslında kandırmacaydı.
Şimdi, ilişkiler tam da birbirlerini istemeyenlerin, arzuladıkları doğrultuda.
Bu ortamda, AB’nin ABD ile imzalamaya hazırlandığı Serbest Ticaret Anlaşması (STA) gelişmelerde yeni başka pürüzler çıkarabilir ve 31 Aralık 1995’ten beri süregelmekte olan statünün değişmesine yol açabilir.
Bilindiği gibi, 31 Aralık 1995’ten beri Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği Anlaşması yürürlüktedir. Bu anlaşma, Türkiye’nin ortaklığı varsayımı üzerine kuruluydu ya da hiç değilse Ankara öyle sanıyordu, ama ortaklık suya düşünce de gayet garip bir durum doğdu.
AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı Serbest Ticaret Anlaşmaları sonunda, onlar Türkiye’ye gümrüksüz girebildikleri halde, Türkiye STA ile AB’ye tanınan ayrıcalıklardan yararlanmamaktadır.
Şimdi AB ile ABD’nin imzalamak üzere oldukları anlaşmanın doğuracağı asimetrik durumun sakıncalarının giderilmesi, için alınması gereken önlemler Tayyip Erdoğan’ın son Washington ziyaretinin önemli müzakere konularından biri olmasına karşın, bu alanda herhangi bir elle tutulur sonuç elde edilememişti.
AB - ABD STA’sının imzalanmasından sonra, Ankara’nın okkanın altına gitmesini engelleyici herhangi bir çözüm bulunamaması halinde, Ankara-Brüksel arasındaki Gümrük Birliği Anlaşması’nın yeniden gözden geçirilmesi, hatta belki de askıya alınması bile söz konusu olabilir.
Görülüyor ki, Brüksel - Ankara ilişkileri gerçekten güç günlerin eşiğinde.
21 Haziran 2013 - Cumhuriyet