Sevgili,
Parklar bana hep büyük kentlerin, günah çıkarma, doğadan özür dileme alanları gibi gelir.
Yoğun kentleşme başlayınca eskiden doğa ile kucak kucağa yaşayan insan, ondan uzaklaşmasını telafi etmek için kentlerinin orasına, burasına irili ufaklı parklar oturtmuştur.
Kentlerin, şaşmaz uygarlık ölçütlerinden biri de parklardır.
Dünyanın büyük ünlü kentlerinin, her birinin kendileri kadar ünlü parkları vardır.
Orada, doğayla hemhal olup yeşille kucaklaşılır, temiz hava solunur.
Büyük kentleri anarken parklarını hatırlamadan edemezsin.
Central Park’sız New York, Hyde Park’sız Londra düşünülemez. Paris’in iki ucundaki parklar park olmaktan çıkıp, koru olarak anılırlar, göbekteki Luxembourg Parkı ile Monceaux ve Montsouris parkları da ünlüdür.
Uzun yıllar, insanların içine kapanık bir yaşam sürdüğü İstanbul’da ise Avrupa yakasının iki büyük parkı, Gülhane ile Yıldız Parkları eski saray bahçeleridir.
Taksim Gezi Parkı, kentin daha yeni merkezinde olduğundan daha çok bilinir.
Taksim Gezisi’nin yerinde daha önce, 1806 yılında Halil Paşa tarafından yaptırılmış olan melez biçemli Topçu Kışlası vardı.
Cumhuriyet dönemi yöneticileri kentin park eksiğini gidermek üzere çalışmalar yaparlarken, Fransız Henri Prost’un önerisine uyarak, Topçu Kışlası’nın olduğu yerden Maçka’ya kadar uzanan bir park alanı oluşturmaya karar vermişler ve 1940 yılında kışlayı yıktırmışlardır.
Kışlanın yerine yapılan Gezi Parkı’nda açık hava çayhanesi gibi halkın gelip nefes alabileceği mekânlar da yapılmış ve 31 Mart vakasından başlayarak, birçok tarihi olaya mekân olmuş olan “Gezi”, kentin birinci meydan parkı haline dönüşmüştü.
Kent rantı talanı ekonomisinin bir numaralı kaynağı olan, 21. yüzyılla başlayan AKP iktidarının Taksim Meydanı ile Gezi Parkı’na ilgisiz kalması, buradaki rantı görmezden gelmesi beklenemezdi.
Bir zamanlar, kıyısında ağaçların altında “Mutfak” diye hoş bir mekânın tiryakisi olduğum, Gezi Parkı gerçi zaten son yıllarda orasından burasından kemirilmeye başlanmıştı. Ama AKP son ve öldürücü darbeyi indirdi.
Bunlara karşılık kentin sakinleri, kentin alanlarına, parklarına kültür binalarına sahip çıkmaya çalıştılar, Topçu Kışlası’nın yeniden ihyası adı altında yeni rant alanları oluşturulmasına karşı koydular.
Taksim’deki olayları kışkırtmayla açıklamak isteyen iktidar, Taksim Gezi Parkı’nı korumak için oluşturulmuş sivil toplum kuruluşlarını görmezden geliyor, tıpkı, yeni inşaat kararı hakkında 6. İdare Mahkemesi’nin verdiği yürütmeyi durdurma kararını olduğu gibi...
Bütün bunlar birikimi artırdı ve Taksim Gezi Parkı savaş alanına dönüştü.
İstanbul’un Gezi Parkı Çocukları bana 1906’da yazılmış olan Pal Sokağı Çocukları’nın öyküsünü hatırlatıyor.
Evet, 20. yüzyıl başında, kentleşmenin yoğunluğundan, çocuklara nefes alma ve oyun alanının kalmadığı Budapeşte’den Pal Sokağı’nın yoksul çocuklarının, “Kızıl Gömlekliler” denen zengin veletlere karşı “kale”lerini korumaları gibi, İstanbullular da Gezi Parkı’nı belediye’nin dozerlerine, rant iktidarının polisinin biber gazlarına karşı direnerek korumaya çalışıyorlar.
Parkın yeşiline göz diken rantiyeler, ummadıkları bir halk direnişiyle karşılaştı.
İçlerinden Nemeçek’i elde son kalan toprak parçasını savunurken şehit veren Budapeşte’deki Pal Sokağı çocuklarından 107 yıl sonra İstanbul’da Taksim Gezi Parkı çocukları kentin göbeğinde, rantiye faşizminin talanına karşı, elde kalan son yeşili korumanın savaşını veriyor.
Bakalım, analarının ak sütü gibi helal parklarının üzerinde rant ve talan bayrağının dalgalanmasını engelleyebilecekler mi?
2 Haziran 2013 - Cumhuriyet