“Avukatlık mesleğinin nitelikleri ve önemi, bir kamu hizmeti olduğu, avukatın yargılama süreci içinde adaletin bulunup ortaya çıkarılmasında görev aldığı, kamu yararını koruduğu, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun genel gerekçesinde belirtilmiştir. Yasa’nın 1. ve 2. maddelerinde avukatlığın kamusal yönü ağır basan bir meslek olduğu vurgulanmıştır. Bilgi ve deneyimlerini öncelikle adalet hizmetine vererek, adalete ve hakkaniyete uygun çözümler için hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasında yargı organlarıyla yetkili kurul ve kurumlara yardımı görev bilen avukatın, hukuk devletinin yargı düzeni içindeki yeri özellik taşımaktadır.
Anayasa’nın 135. maddesi ile birlikte Avukatlık Kanunu’nun Barolara ve Türkiye Barolar Birliği’ne yüklediği görevler, tanıdığı hak ve yetkilerle bu kuruluşların toplum ve devlet yaşamı için gözardı edilmeyecek önemleri de düşünülürse, avukatların genel niteliklerine verilen değer kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.”
“Hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulu olan “bağımsız yargı”, yargının
olmazsa olmaz koşulu olan “savunma” ile birlikte anlam kazanır. Savunma, “sav-savunma-karar” üçgeninden oluşan yargının vazgeçilmez öğesidir. Adaletli bir yargılamanın varlığı, ancak avukatın etkin katılımıyla sağlanabilir.”
Bu değerlendirmeler Anayasa Mahkemesi’ne aittir ve 5558 sayılı “Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un avukatlık sınavını kaldıran, 1. maddesini iptal eden Esas 2007/16, Karar 2009/147 sayılı ve 15.10.2009 tarihli kararının gerekçesinde belirtilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin avukatlık mesleği ve onun meslek örgütü hakkındaki bu değerlendirmesinden sonra Türkiye Barolar Birliği’nin “yüksek yargı” tanımı içinde olduğunu açıklayacak başkaca bir desteğe gerek kalmamakla birlikte, Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın protokoldeki yerini düzenleyen Avukatlık Kanunu’nun 111. maddesini hatırlatabiliriz.
Eksiksiz demokrasiye ulaşamadığımız, gerçek hukuk devletini oluşturamadığımız ve yargı erkini de gerçekten bağımsız kılamadığımız için yaşadığımız güncel yargı sorunlarına çözüm “yüksek yargı” içinde aranırken yaklaşık 70.000 avukatı ve 78 baroyu temsil eden Türkiye Barolar Birliği’nin bu tanım içinde işlevlendirilmemesi çözüme ulaşmayı engelleyen en önemli etkenlerden biri, toplumumuzdaki ayrışmaların da bir başka örneğidir.
Konuya bu yazı ile dikkat çekme gereksinimini, Sayın Cumhurbaşkanı’nın, yargı uygulamalarının yarattığı tartışmalar üzerine, geçtiğimiz günlerde Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay sayın başkanları ile yaptığı görüşmeler ve Yeni Yıl nedeni ile “yasama, yürütme ve yargı organları başkanlarına verilen yemek” nedeni ile duyduk.
Hangi konuyu kimlerle görüşeceği, kimleri davet edeceği elbette Sayın Cumhurbaşkanı’nın takdirlerindedir. Ancak sorunun tarafları ve sorumlulukları dikkate alındığında yargı erkinin sorunlarına çözüm aranırken savunma örgütünün dışarıda bırakılarak görüşlerinin önemsenmemesi önemli bir eksikliktir.
Yaşanılan yargısal bunalıma sadece yüksek yargıçlar ile görüşülerek çözüm bulunamaz. Bu bunalımdan doğrudan etkilenen vatandaşın kendisidir. Hakkının teslim edilmesini, adaletin gerçekleşmesini bekleyen vatandaşın temsilcisi olarak bunalımı fiilen yaşayan da avukattır. Bu nedenle avukatların örgütünün katkı koymadığı çözüm eksiktir.
Kaldı ki avukatlar, barolar ve Türkiye Barolar Birliği yaşadıkları sorunların çözümü için önerilerini yıllardır her ortamda yazılı ve sözlü olarak dile getirmişlerdir. Ayrıca bu onlara Avukatlık Kanunu’nun verdiği bir görevdir. Avukatlık Kanunu 76. ve 110/17. maddeleri ile barolar ve Türkiye Barolar Birliği’ne “Kanunların memleket ihtiyaçlarına uygun olarak gelişmesi ve yürütülmesi yolunda dileklerde, yayınlarda bulunmak, gerekirse ön tasarılar hazırlamak”, “Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak, bu kavramlara işlerlik kazandırmak” görevlerini vermiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin kararının gerekçesinde vurguladığı “Savunma,
“sav-savunma-karar” üçgeninden oluşan yargının vazgeçilmez öğesidir.” kabulü de yukarıda belirttiklerimizin bir başka ifadesidir.
28.2.2010