Akıl, eleştirel mantıkla gülmeceye döküldü mü, o toplumda çok şey yerinden oynamış demektir.
12 Mart/12 Eylül ki, nice beyni hapislerde çürüttü, dal boyunlu delikanlıları idam sehpalarında sallandırdı, su gülüşlü genç kızları coplarla delik deşik etti…
Kitap düşmanlığı o dönemde doruğa varmıştır. İnsanı insan kılan kitapları çöplüklerde yakanların yüreğinde kan değil, kara katran dolaşıyordu.
İnsanlık dışı her türlü işkenceye başvurdular, ama ne yaptılarsa, aydınlanma öncesinde olduğu gibi, düşüncenin yayılıp beyinleri ışıtmasının önünü alamadılar.
Türk toplumu, bu zorbalar yönetimini önce halk gülmeceleriyle eylemsiz kıldı, sonra tarihin kara sayfalarına gömdü.
***
Gülmece, beynin bileyitaşıdır, zorbalığı paçavraya çeviren silahtır, halk bilgeliğinin akıl küpüdür.
Bir ülkede olaylar gülmeceye konu olmuşsa tehlike çanları çalıyor demektir.
Yeter ki çan sesleri işitilsin!..
Buraya aktaracağım şu küçük gülmece bunun kanıtı…
İlker Çamkır’ın ‘bir hafta sonu gülümsemesi’ olsun diye ilettiği metin, ilk, Deniz Som’un Cumhuriyet’teki “Vaziyet” köşesinden yayımlandı.
Bu öykü, her gün, her köşe başında anlatılmalı, ağızdan ağza dolaşmalıdır.
***
Çamkır’ın zorbalığa ayna tutan gülmecesini bu köşede de konu edelim…
Bizde yoksulların çocukları yeni yeni bilim adamı, yazar, sanatçı, rektör oluyor.
Ülkede dar bir dönem yaşanmasın; yobaz kafalılar, karakuş gibi saldırıp kirli gagalarını önce onların aydınlık beyinlerine daldırıyorlar!
Yaşlı bir köylü, tarlasında eskisi gibi çalışamadığı için dertliymiş. Susuz geçen bir yılın ardından toprak taşa dönmüş. Tek umudu, üniversitede rektör olan oğlunun gelip ona yardım etmesi. Oğlu ise, Ergenekon’un 41’inci dalgasından tutuklanıp cezaevine konmuş.
***
Yaşlı baba, oğluna şu mektubu yazıyor:
“Sevgili oğlum, anneni yitirdiğimizden beri hayatımın tadı kalmadı. Seni de alıp götürdüler. Üniversitede olduğun zamanlar hiç değilse telefonda sesini duyuyordum. Şimdi ondan da oldum.
Bu yıl toprak öylesine sert ki, kazamıyorum. Bu durumda ekin de ekemeyeceğim. Biliyorum, tıpkı eski günlerdeki gibi, elinde olsa gelip tarlayı kazmama yardımcı olurdun.”
Birkaç gün sonra oğlundan şu mektup geliyor:
“Sevgili babacığım, sakın tarlayı kazma. Bütün cesetleri oraya gömdük. Sevgiler, oğlun.”
***
Ertesi gün sabaha karşı saat 04.00’te polisler uzun namlulu silahlarla köyü çembere almış. Yaşlı çiftçiyi yatağından yaka paça kaldırıp apar topar tarlaya götürmüşler. Bütün tarlayı kazmışlar. Hiçbir şey bulamayınca, bir kazdıklarını bir daha kazmışlar. Kazdıkça kazmışlar, kazdıkça kazmışlar, yine bir şey bulamayınca geldikleri gibi gitmişler…
O gün akşama doğru adam cezaevinde yatan oğlundan bu kez telgraf almış:
“Sevgili babacığım, şimdi tüm ekinlerini ekebilirsin. Yanında olup eski günlerdeki gibi, tarlayı kazmayı çok isterdim. Ama bugünkü ortamda elimden ancak bu kadarı geldi. Kusura bakma…”
***
Bu öykücük yalnızca Türk zekâsının bir ürünü değil, dünya gülmece seçkilerinde yer alacak denli de güçlü bir “kara mizah” örneğidir.
Kimse, gülmecenin Aziz Nesin’le bittiğini sanmasın; kim bilir daha nice Aziz Nesin’ler yetiştirecektir Anadolu’nun bu kara yazgılı toprağı…