ÇÖZÜM MÜ? ÇÖZÜLME Mİ?
BDP Milletvekillerinin PKK terör örgütü lideri ile yapmış oldukları görüşme tutanaklarının basına sızdırılması Türkiye Cumhuriyetinin tarihi bir dönemece girdiğini göstermektedir. Tutanaklarda ilk göze çarpan, görüşmelerin diğer bir tarafı olan “Devlet” temsilcilerinin ifadelerine yer verilmemesidir. Belki de tutanaklar, toplumun sinir uçlarını tetikleyebilecek masadaki konulara halkın tepkilerini ölçmek için sızdırılmıştır. Bu nedenle basında yer alan tutanakların satır araları “Sürecin” nereye doğru yol aldığını göstermesi bakımından önemlidir.
Öcalan’ın sıraladığı mesajlara bakılırsa; masada ne “Kürt Sorunu” ne de “Barış” var. Çünkü asıl muhatap olması geren Kürt halkı ve temsilcileri yerine silahlı terör örgütü PKK’nın lideri Öcalan masadadır. Halkın demokratik temsilcileri ise aracı tayin edilerek fiilen dışlanmıştır. Öcalan’ın silah zoru ile Kürt halkının iradesine el koymuş bir terör örgütü lideri olduğu ve işlediği suçlardan dolayı İmralı’da hükümlü olduğu unutulmuş görünmektedir. Hatırlanmak da istenmemektedir. Ancak gerçekleri hatırlamak için PKK’nın tarihine kısaca göz atmak yeter de artar bile…
PKK 1984’ten itibaren silahlı propaganda amacıyla on yıl süre ile öncelikle bölge halkını hedef almış ve bölgede Kürt kökenli vatandaşlarımıza yoğun şekilde terör uygulamıştır. Bugün ise Kürt halkının iradesine silah zoru ile el koyan PKK lideri “Devlet” ile masadadır. Süreçle ilgili her türlü nesnel analiz ve sorgulamalar “Barış mı? Kan mı?” ikilemi ile karşı karşıyadır. Halkın yeni anayasa beklentileri ve anaların gözyaşlarını dindirme umutları ise sürecin çeşnisidir.
Öcalan ne diyor, ne yapmak İstiyor:
Öcalan’ı “Barış Güvercini” gibi göstermeye çalışanlara Öcalan, hala silahlı terör örgütü mantığı ve jargonu ile cevap vermektedir. Kendisi için çizdiği gelecek ise açıktır. Özgür kalacaktır. Kendisini hükümlü olarak dahi görmemektedir. Bu nedenle genel af yerine “özgür kalmaktan” bahsetmektedir. Bunun sonucunda Öcalan’ın yeni kurulacak yapı içinde demokratik siyasal haklarına kısıtsız sahip olabileceğini düşündüğünü ve kendisini de siyaset üstü “önder” olarak gördüğünü söylemek mümkündür. Aksi yöndeki gelişme olasılığına karşı Öcalan’ın “Halk İsyanı” tehdidi masadadır. Öcalan adeta kanlı “Kürt Baharı” için örgüte cenge hazır olun mesajı vermektedir.
Demokratik özerklik yerine kolektif haklar:
Öcalan, “Kolektif haklar ve Kürt reformu yasası yapılacak. Biz demokratik özerklikte ısrar edersek, bu sabote olur.”… “ İleride olabilir. Mesela AB yerel yönetim özerklik şartı ki buna şerhi kaldırırlarsa bu mesele önemli ölçüde çözülür.”sözleri ile nasıl bir Türkiye sorusunun cevabını vermektedir. “Çözüm süreci” değil Türkiye Cumhuriyetinin “Çözülme” sürecinin şifrelerini ortaya koymaktadır. Özellikle “Biz demokratik özerklikte ısrar edersek, bu sabote olur.” “Kürtler kendi kendini yönetecek” sözlerini bir arada okuyunca Öcalan’ın kafasındaki uzak hedefin“Özerklik” olduğu açıktır. Bu konuda AB’nin de devreye girdiği anlaşılıyor. Çünkü Fransa, Türkiye’nin AB müzakerelerinin tıkanmasına neden olan beş başlıktan sadece 22 numaralı faslın önündeki itirazını bir anda kaldırdı. 22nci fasıl nedir diye Avrupa Birliği Bakanlığı resmi web sayfasına bakarsak karşımıza yerel yönetimleri de kapsayan “Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu”1 başlığı çıkıyor. Şimdi Fransa durup dururken Türkiye’yi neden öptü sorusunu sormak gerekmez mi? Acaba hükümet de yerel yönetimler konusunda AB’yi kullanarak işin içinden sıyrılmanın hesabını mı yapıyor?
Öcalan, özerkliğin sağlam temellere oturması için ise önce Anayasal “Kolektif hakları” öne çıkarmaktadır. Öcalan’ın bu stratejisi kendi açısından doğru ve gerçekçi bir stratejidir. Çünkü “bireysel hak ve özgürlükler” temelinde yönetilecek bir süreç “etnik” kimlikten ziyade eşit vatandaşlık temelinde üniter bir yapının harcı olabilir. Buna karşılık Öcalan’ın önceliği kolektif haklardır. Kürtlerin kolektif haklarının yasal alt yapısının en azından orta vadede ‘kolektif siyasi’ haklarının da garantisi olacağının, bu durumun uzun vadede “Kürt milli” kimliğini pekiştireceğinin bilincindedir. Çünkü bireysel özgürlük ve demokratik haklar hukukun garantisi altına alınmadan ve kurumsallaşmadan kolektif haklara verilecek öncelik, uzun vadede bölgesel ve etnik ayrılıkların hazırlayıcısı olma potansiyeline sahiptir. Bunun aksine hukukun üstünlüğüne dayanan ve demokrasinin bütün kurumları ile işlediği bir ülkede ise “AB yerel yönetim özerklik şartı” hem barışın hem de kültürel farklılıkları zenginlik kabul eden bir anlayışla ulusal kimliğin garantisi olabilir. Bu nedenle Fransa gerçekten samimi ise masadaki süreçten bağımsız olarak 23ncü fasıl olan “Yargı ve Temel Haklar” başlığı üzerideki itirazını da öncelikle kaldırmalı idi.
PKK’nın çekilmesini izleme komitesi:
Sayın Başbakan bu süreçte PKK’nın silah bırakmasından ve Türkiye sınırları dışına çekilmesinden bahsetmektedir. Ancak görünen odur ki; silah bırakmak Öcalan’ın gündeminde dahi yoktur. Öcalan’ın “Ne PKK’nin sandığı, ne AKP’nin sandığı gibi bir çekilme olur.” “Komisyonlar kurulacak. Akil adamlar denetiminde olacak. Çekilme o zaman olacak” “Çekildiğimiz alanda gerillayı daha da büyüteceğiz” sözleri bunun kanıtıdır. Bırakın silah bırakmayı, Öcalan çekilme bölgesinde müteakip safha için örgütü yeniden toparlama ve tertipleme için stratejik hazırlık niyetindedir.Müteakip safhada PKK’nın her hal ve kârda bölgeye döneceği açıktır. Eğer her şey yolunda giderse daha önceki talepleri arasında bulunan “Öz Savunma Kuvvetleri”nin veya adı ne olursa olsun yerel yönetimin silahlı gücünün çekirdeği olarak bölgeye geri dönecektir. Bu durumda Perşmergelerin Kuzey Irak Kürdistan Yönetiminin silahlı gücüne dönüştürülmesine benzer bir süreç yaşanabilir. Diğer bir olasılık ise; işler sarpa sararsa masada duran “50 bin kişiyle halk savaşı”tehdidinin gereği silahlı güç olarak dönmeleridir. Bu nedenle PKK’nın silah bırakması söz konusu değildir. PKK’nın bölgeden çekilmesi ise farklı bir konsepte dayanmaktadır. Öcalan’a göre PKK bölgeden çekilirken bölge “Akil adamlar denetiminde”olacaktır. Burada sözü edilen akil adamların daha önce CHP’nin de dile getirdiği “Akil Adamlar” ile ilgisi olmadığı açıktır. Uzun süreli çatışma ortamından sonra PKK’nın bölgeden çekilmesi için öncelikle tarafsız akil adamların gündeme getirileceğini söylemek için kâhin olmaya gerek yoktur. Çünkü Dünya üzerindeki uygulamalar bunu göstermektedir. Öcalan’ın kafasında akil adamlar da hazır olabilir.
Hatırlarsak 12 Eylül Referandumunun hemen ertesinde dört Batılı devlet adamı akil adamlar olarak soluğu Diyarbakır’da almışlardı. Kimdi bu “Akil adamlar” sorusunu Can Dündar, 18 Eylül 2010’da köşesinden şu şekilde cevaplıyor2: “Heyette, Finlandiya eski Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari, İspanya eski Dışişleri Bakanı Marcelino Oreja Aguirre, Hollanda eski Dışişleri Bakanı Hans vanden Broek, Avusturya eski Dışişleri Müsteşarı Albert Rohan...” “Heyetin Başkanı Ahtisaari, Kuzey İrlanda’da IRA’nın silah bırakmasına dair tahkikatın başındaydı. Daha sonra Endonezya Hükümeti ile Özgür Aceh Hareketi arasında devreye girdi. BM’nin Kosova Özel Temsilcisi olarak Kosova’nın bağımsızlığıyla sonuçlanan süreçte rol aldı. 2008’de Nobel Barış Ödülü’nü aldı.”
Bu tecrübelere bakarak Öcalan’ın aklındaki akil adamlar devreye girdiğinde PKK’nın savaşan taraf statüsünü kazanması riski göz ardı edilemez. Bu durum ise, Türkiye’nin kendi iç sorunlarını uluslararası savaş hukukuna ve uluslararası aracıların iradesine fiilen açmasına neden olabilir.
Sonuç olarak; her ne kadar adına “Çözüm süreci” dense de bu sürece Türkiye Cumhuriyetinin “Çözülme” süreci demek daha doğru olabilir. Çünkü Ulusal Kurtuluş Savaşımız sonunda kurulan Atatürk Cumhuriyetinin ulusal kimliği ve nitelikleri masadadır. Hükümetin bu görüşmelerdeki niyetini ve görüşmeleri hangi strateji ile yürüttüğünü bilemeyiz. Ama PKK’nın stratejisinin üniter yapıdan bölge halkının bağlarını koparmaya, işgaller ve “Arap Baharı” gibi halk hareketleri ile yeni küresel düzenin koşullarına göre yapılandırılmakta olan Ortadoğu’da, Türkiye’nin de yeni düzenle uyumlu bir devlet yapısına göre kurgulanmasına dayandığı anlaşılmaktadır.
Hits: 4312