"TEK" SEVENLER ÜLKESİNDE " YARGI BİRLİĞİ"

Bir bu eksikti: “Tek ülke, tek millet, tek devlet” üçlüsüne, geçen aylarda tek “din” ve tek “başkan” eklendi; şimdilerde ise, tek “yargı”. Böylece, “üçlü tek”, ikiye katlandı: bir düzine “tek” var artık.

Bir tür “tek” tapınması, “Anayasa’dan kurtulmak, Türkiye’nin kurtuluşu” sloganı ile neredeyse yarışmakta: Anayasa fetişizmi = tekçi fetişizm. 

Devlet/ülke/ulus/din: Din dışında üç kavramın tekil kullanımı anlaşılır, eğer indirgemeci  bir yaklaşımla algılanmasaydı…

Neden? Çünkü, Anayasa’nın değişmez hükümleri, çok sorunlu yazılmış olsa da, kapsayıcı deyim ve tanımları da içeriyor. Bunu, her üç maddede görmek mümkün. Başlangıç ise, tam tersine,  “Türk vatanı” ve “Yüce Türk Devleti” kavramları ile  bezeli.

Çelişki şurada:  değişmez maddeleri sahiplenenler, bunların kapsayıcı özelliklerinden çok, daraltıcı yorumlarını öne çıkarır. “Türk” sözcüğü için, “sıfat değil, isim olarak kullanılıyor” deseler de, kendilerinin söylem tarzı bile, sıfat olarak kullanıldığını  ele veriyor.

Devlet: Anayasa’da “üniter” nitelemesi olmasa da, sorun, daha çok, bu devlet biçimine yüklenen anlamdan kaynaklanıyor…

Ülke: Ülkesel birlik, çağdışı milli egemenlik anlayışı nedeniyle, “merkezdeki yetkililerin millet adına, kendi iradelerini dayatma” gücüne dönüşüyor; biyolojik çeşitliliği yok etme eşiğine kadar…

Halk: Tekil yapı, merkezî devlet; ülkesel birlik, dış sınırlar; insan topluluğu ise, çoğulcu toplum yapısını zedeleyici bir anlayışla algılanıyor. (Bu üçlünün özetini Anayasa Mahkemesi yapmamış mıydı?: devlet tek, ülke tüm, ulus bir).

Din: Lâiklik ve din özgürlüğü bir yana, söylem ve uygulama “Sünnî resmî din” hâkimiyeti şeklinde. “Türbana özgürlük” sloganını, siyasal hesaplaşmaların merkezine yerleştirenler, Alevileri sürekli aşağılama ve rencide etme yarışında…

 

Kişi-başkan” ve  yargı birliği

“İktidarı sınırlama ve özgürlükleri güvenceleme” ereği,  1982 Anayasası’nı yenilemek için en meşru gerekçe. Ne var ki Hükümet, bu amacı tamamen tersine çevirdi: daha çok iktidar, daha az insan hakkı. Bunun için, çift başlı yürütme, “tek” kişiye inecek.   Yasama  ve fesih yetkisi ile de donatılan “Tek” Parti’nin de başı olacak. Böylece, yasama ve yürütme  ilişkilerinde geçerli olması gereken denge ve denetim yolları en aza indirilecek…

Anayasa gündemini, “kişi-başkan”  tartışmasına kaydıran hükûmet, yaralıya bir kurşun daha sıkar gibi, bu kez “yargı birliği” dedi.

Türkiye,  adlî ve idarî olmak üzere “iki yargı düzeni”ni Tanzimat’tan bu yana temellendirdi; Cumhuriyet, temel kurumlarını buna göre yapılandırdı. Eğer, kısmen de olsa hukuk devletinden söz edebiliyorsak, bunda iki ayrı yargı düzeninin payı göz ardı edilemez. Öte yandan, eğer açıklarına karşın iyi-kötü işleyen bir demokrasi varsa, bunda parlamenter rejimin katkısı belirleyici oldu.

Her ikisi de, Kıta Avrupa’sı geleneği olup, köken olarak Tanzimat’a ve Kanun-ı Esâsî’ye uzanmakta. Cumhuriyet’e geçişte, süreklilik özelliği de açık…

 

Toplum mühendisliği değil  mi?

Eğer, yasama gibi yargı da “tek kişi” güdümüne alınırsa, o durumda, Kanun-ı Esâsî ve Tanzimat’ın gerisine düşme riski de var. Üstelik, Parti  ve Devlet  başkanlığı aynı kişinin uhdesinde toplanacağına göre, padişahtan da güçlü olma olasılığı az değil.

“Yasama-yürütme-yargı” zincirini tek kişinin eline verme gerekçeleri tartışılamaz mı? Eğer bir “tek” ciddi ve inandırıcı neden öne sürülebilseydi bu mümkün olabilirdi. Bu nedenle, şimdilik şu soru daha meşru: Amaç ne?

- Devlet erklerini bir kişide birleştirmek suretiyle toplumu dönüştürmeye ivme kazandırmak,

- Devleti, yüz elli yıllık yapılanma tarzının tersi yönünde yeniden şekillendirmek,

- Türkiye tarihine, partinin ve onun lideri (kişi)nin damgasını vurmak.

Sonuç yerine: Avrupa mekânından uzaklaşarak başka eksenlere kayan bir siyasal rejimin alt yapısı, hâlâ insan hakları olabilir mi?

(Birgün)

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 2212